Politika

Halaçoğlu’nu ziyaret eden Zafer Partisi: Yangınlarla yakılamayan zeytinlikler bu kez kazmaların hedefinde ve Sazlıbosna’daki yeni imar planına itiraz

Genel Başkan  Prof. Dr. Ümit Özdağ, Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Hüseyin Baş’ı ziyaret etti. Görüşme sonrası basın açıklaması yapıldı. Prof. Dr. Ümit Özdağ: Sayın Genel Başkanım, ben de size ve değerli arkadaşlarınıza, Silivri Ceza ve İnfaz Kurumu’nda tutuklu bulunduğum, rehin alındığım sürede vermiş olduğunuz destek için çok teşekkür ediyorum. Bu, sadece bana kişisel olarak verilmiş bir destek olmanın ötesinde, Türkiye’de hukuk devletine verilmiş bir destek ve düşman ceza hukuku uygulamalarına karşı yiğitçe bir karşı çıkıştır. Biliyorum ki siz de düşman ceza hukuku uygulamalarına muhatapsınız.

Ben tutuklandım. Sizin benden farkınız, son anda çizgiden dönmenizdir. İnşallah siz de sonunda beraat edeceksiniz. Ben de istinaf mahkemesinde bu kararın bozulacağını umuyorum. Ancak işte trajik olan bu: İki siyasi parti genel başkanı, ikisi de Cumhurbaşkanı’na hakaret iddiasıyla mahkemeye çıkıyor. Oysa ortada hakaret yok.

Cumhurbaşkanı’na hakaretle ilgili madde, Cumhurbaşkanı’nın tarafsız olduğu bir anayasal düzende düzenlenmişti. Ancak partili Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra, bu maddenin hukuken yeniden düzenlenmesi gerekirken açıkta bırakıldı. Muhatabınızın ne zaman Cumhurbaşkanı, ne zaman AK Parti Genel Başkanı olduğuna kendisi karar veriyor.

O, sizinle ilgili dilediği gibi eleştiride bulunabiliyor; siz ise karşılık verdiğinizde, Cumhurbaşkanı’na hakaret suçlamasıyla savcılığa ifadeye çağrılıyor ya da benim gibi gözaltına alınıyorsunuz. Özetle, bu adil değil. Devletin dini adalettir. “Adalet mülkün temelidir” cümlesi, ne yazık ki artık bir duvar süsü haline gelmiştir. Çünkü Anayasa’nın 10. maddesi —yani herkesin yargı önünde eşit olduğunu düzenleyen madde— artık askıya alınmıştır. Ve düşman ceza hukuku, biz muhaliflere karşı en etkili şekilde uygulanmaktadır. Dilerim çok uzak olmayan bir gelecekte, tekrar hukuk devleti ve demokrasinin hâkim olduğu günler gelir. Mücadelemiz bunun içindir. Size ve değerli arkadaşlarınıza desteğiniz için tekrar teşekkür ediyorum.

Partimizin, Saraçhane mitingine katılmama kararı üzerine gelen soru:

Prof. Dr. Ümit Özdağ: Bir gün önce, Leman dergisinde çok gereksiz bir karakter çıktı ve İBDA-C adlı örgüt hemen ertesi gün bu derginin etrafında bir toplantı yaparak protesto düzenledi. Oldukça kışkırtıcı açıklamalarda bulundular. Aynı grubun, daha önce Saraçhane mitinglerini Şehzadebaşı Camii’nden protesto ettiğini biliyorsunuz, değil mi?

Evet, ben de bunları bildiğim ve provokasyon zemininin doğduğunu gördüğüm için, bir siyasetçi olmanın ötesinde bir güvenlik bilimleri uzmanı olarak, provokasyona uygun bir ortamda Zafer Partisi teşkilatlarının bulunmaması gerektiğini düşündüm. Bu çerçevede, Zafer Partisi teşkilatlarına sadece sözlü değil, yazılı olarak da bir talimat verdim.

Olayların gelişimi, bu talimatın ne kadar doğru bir karar olduğunu gösterdi. Önce Erdoğan, Leman dergisini eleştirdi. Ardından Özgür Özel, Leman’a sahip çıktı. Tansiyon yükseldi. Ve o gece Saraçhane’de bir gencin ağır yaralanması, bir diğerinin de yaralanmasıyla sonuçlanan olaylar yaşandı. Daha önceki mitinglerde görülmeyen provokasyon sahneleri gerçekleşti. Belki de ben bu açıklamayı yapmasaydım, provokasyonların kapsamı daha da genişleyecekti.

Birinci çıkış noktamız bu. İkincisi ise Cumhuriyet Halk Partisi’nin mitingi. Ve biz davetli değiliz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin mitingine Zafer Partisi teşkilatlarının katılması… Başka partiler katıldı mı? Hayır. E o zaman neden Zafer Partisi’nin katılması bir zorunluluk olsun ya da beklensin? Biz miting yaptığımızda Cumhuriyet Halk Partisi katıldı mı? Hayır, katılmadı.

Biz, mitinglerinin başarılı ve huzur içinde geçmesini diledik. Ama biz ayrı bir partiyiz, onlar ayrı bir partidir. Hukuk devleti ve düşman ceza hukukuna karşı mücadelede ortak noktalarımız var mı?

Elbette var. Ve bu noktada da ortak çabalara katkı vermeye Zafer Partisi olarak devam edeceğiz. Farklı düşündüğümüz konular da var. Mesela biz, PKK’yla ve Öcalan’la yürütülen sürece karşı çıkıyoruz ve itiraz ediyoruz. Bu süreci baltalayacağımızı söylediğimiz için ben hapishanede beş ay geçirdim.

Oysa dün Özgür Bey, bu süreci desteklediklerini söyledi. Bu, tabii ki onların kendi görüşüdür; Cumhuriyet Halk Partisi’ni bağlar. Ama biz de ayrı bir partiyiz ve bizim de görüşümüz farklı. Özetle; hukuk devleti, demokrasi ve düşman ceza hukukuna karşı duruş konularında elbette yan yana olacağız. Ama bu, siyasette her zaman ve her çalışmada yan yana olacağımız anlamına gelmez.

Prof. Dr. Ümit Özdağ, Adalet Partisi Genel Başkanı Vecdet Öz’ü ziyaret etti. Görüşme sonrası basın açıklaması yapıldı.

Prof. Dr. Ümit Özdağ: Sayın Genel Başkan, beni Silivri Ceza İnfaz Kurumu’nda hem ziyaret etti hem de değerli Genel Başkan Yardımcılarından birini görevlendirerek sürekli ziyaret edilmemi sağladı. Gelişmelerle ilgili hem kendisinin görüşlerini aldım hem de kendisine kendi görüşlerimi iletme fırsatı buldum. Tabii bu sadece bana ya da Zafer Partisi’ne verilmiş kişisel bir destek değildi; Türkiye’de hukuk devleti ve demokrasiye verilmiş bir destekti. Bu nedenle, huzurunuzda kendisine ve değerli partisine, yoldaşlarına tekrar teşekkür etmek istiyorum.

Ben de gelecek hafta için Adalet Bakanlığı’ndan Silivri’ye yapacağım bir ziyaret için izin istemiştim. Birkaç saat önce görüşme izni çıktı. Çarşamba günü Silivri Ceza İnfaz Kurumu’nda Ekrem İmamoğlu’nu, Fatih Altaylı’yı ve Ayşe Barım’ı ziyaret edeceğim. Onlardan gelişmelere dair düşüncelerini alacağım ve kamuoyuyla paylaşacağım. Ziyaret edeceğim başka tutuklu kişiler de var.

Türkiye’de başlatılmış ve Zafer Partisi ile Adalet Partisi’nin katkı sunduğu, düşman ceza hukukuna karşı hukukun üstünlüğünü savunma mücadelesini sürdüreceğiz.

Anayasa’nın 10. maddesinin askıya alındığı bir dönemden geçiyoruz. Biliyorsunuz, 10. madde bütün yurttaşların yasalar önünde eşit olduğunu belirtir. Ancak bugün yasalar önünde ne yazık ki eşit değiliz. Eğer muhalefete yakınsanız, muhalif bir kimliğiniz varsa, yasalar size farklı uygulanıyor. İktidara yakınsanız, yine farklı uygulanıyor. Muhalif bir gazeteciyseniz, bir açıklamanızdan dolayı sabah şafak operasyonlarıyla gözaltına alınıyorsunuz. İktidar yanlısıysanız, ağzınıza geleni söylüyorsunuz, yasaları çiğniyorsunuz ama hiçbir işlem yapılmıyor, size dokunulmuyor.

Muhalif bir kanattaysanız baskı altına alınıyorsunuz; iktidar yanlısı bir kanattaysanız her türlü açıklamayı rahatça yapıyorsunuz, hakkınızda en ufak bir soruşturma bile açılmıyor. Bu adalet değildir. “Adalet mülkün temelidir” ifadesi artık sadece bir duvar süsüdür. Biz bunun süs olmaktan çıkıp yeniden hayatın gerçeği haline gelmesi gerektiğini vurguluyoruz ve bunun mücadelesini veriyoruz, vermeye devam edeceğiz.

Biliyorsunuz, “Devletin dini adalettir” çok veciz ve çok doğru bir ifadedir. Bu çerçeveden baktığımızda, bugün ne yazık ki devletimizin dini yok; çünkü adalet yok. Adalet olmadan iç cephenin sağlam olması mümkün değildir. Uluslararası literatürü taradığımızda, Türkiye’nin İran’la birlikte en kırılgan devletler arasında gösterildiğini görüyoruz. İç cephesi en kırılgan ülkelerden biri. Neden? Çünkü adalet mekanizması doğru çalışmıyor. İşte biz, tekrar adaletin herkes için aynı kararı verdiği bir Türkiye mücadelesini veriyoruz. Ve bu mücadelede Sayın Genel Başkan’ın vermiş olduğu desteğe huzurunuzda bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Sağ olun Sayın Genel Başkanım.

Terör örgütü PKK’nın sözde silah bıraktığı iddiaları üzerine gelen soru:

Prof. Dr. Ümit Özdağ: PKK’nın, silahlarını Türk Silahlı Kuvvetleri’ne teslim etmeyeceği, sembolik olarak bir bölümünü yakacağı yönünde terör örgütüne yakın kaynaklardan açıklamalar geliyor. PKK bu süreci başından beri bir teslim oluş olarak görmüyor. Sözde silah teslimi konusunda da aynı tavrı sürdürüyor.

Ancak daha önemlisi şudur: PEJAK, yani İran PKK’sı, silahlarını teslim ediyor mu? Hayır. PYD silahlarını teslim ediyor mu? Hayır. O zaman PKK silah falan teslim etmiyor, silah bırakmıyor demektir. Hiç kimsenin aklıyla alay etmesine gerek yok. Özetle, terör örgütü varlığını sürdürmektedir.

Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, Kutlu Parti Genel Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nu ziyaret etti.

Prof. Dr. Ümit Özdağ: 5 ay bir süre Silivri cezaevinde haksız ve hukuksuz bir şekilde rehin tutulurken Kutlu Parti Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu hocam her türlü desteği verdi ve ziyaret etti. Cezaevinin önünde arkadaşlarımızın oluşturduğu Zafer Otağı’nda arkadaşlarımıza ve bana destek için bulundu arkadaşlarıyla birlikte. Bundan dolayı Zafer Partisi adına teşekkürlerimi iletmek bugün buradayız ve tabii 6-7ay sonra eski bir dostu tekrar görmek için buradayız. İnşallah Türkiye tek adam rejiminden tekrar demokratik hukuk devletine dönüş sürecine girecektir. Biz de bu doğrultuda her türlü teşrikimesai içerisinde sayın hocamla ve değerli partisiyle olmayı arzu ediyoruz.

Orman yangınları ile ilgili gelen soru: Prof. Dr. Ümit Özdağ: Evet, orman yangınlarının gerçekleşme şekli Türkiye’nin yeni bir tür saldırıyla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Geçen sene de benzer saldırılarla karşı karşıya kaldık ama aradan geçen süreyi iktidar olumlu şekilde değerlendirmedi. Gereken hazırlığı yapmadı. Yine hazırlıksız yakalandık bu saldırılara. Artık bu seneyi ne yazık ki kaybetmiş görüyoruz. Gelecek seneye yönelik olarak ciddi bir hazırlık gereği çok net ortaya çıkmış durumda tekrar. İktidarı gelecek sene için şimdiden devlet mekanizmasını çalıştırmaya, önlemler almaya hazırlık yapmaya davet ediyoruz. Türk milletinin de bu yeni saldırı türü konusunda daha bilinçlendirilmesi ve bilgilendirilmesi gerekiyor. Devletin elindeki bilgilerin halkla da paylaşılması gerekiyor.

Ancak biliyorsunuz Kuzey Irak’ta saldırılar gerçekleşiyor Türk askerlerine. Yaralılarımız var. Ama hala bir açıklama yapılmış değil. Ne zaman yapacaksınız açıklamayı? Neyi bekliyorsunuz? Askerlerine yapılan saldırılarla ilgili halkını bilgilendirmeyen bir yönetim, ormanlara yapılan saldırı konusunda da halkını bilgilendirmezse buna şaşırmamak gerek.

Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Esmaül Hüsna Aslan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Sazlıbosna’da 2,5 milyon metrekarelik bir alanda yeni bir imar planını daha askıya çıkarmasına itiraz etti. İtiraz dilekçesini Bakanlığa ileten Zafer Partili Aslan, “Kentimizin ekonomi ve ekoloji dengesini yerle bir edecek, doğal alanları betona boğacak imar planına itiraz ettik. Zafer Partisi olarak Kanal İstanbul’u değil, kalan İstanbul’u yeğliyoruz” açıklamasında bulundu.

Zafer Partisi’nden Bakanlığa dilekçe: Sazlıbosna’daki yeni imar planına itiraz edildi

Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Esmaül Hüsna Aslan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Sazlıbosna’da 2,5 milyon metrekarelik bir alanda yeni bir imar planını daha askıya çıkarmasına itiraz etti. İtiraz dilekçesini Bakanlığa ileten Zafer Partili Aslan, “Kentimizin ekonomi ve ekoloji dengesini yerle bir edecek, doğal alanları betona boğacak imar planına itiraz ettik. Zafer Partisi olarak Kanal İstanbul’u değil, kalan İstanbul’u yeğliyoruz” açıklamasında bulundu.

TOKİ tarafından hazırlanarak Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğüne iletilen “Arnavutköy İlçesi, Sazlıbosna Mahallesi, Batı Kısım, Yenişehir Rezerv Yapı Alanının 1/5000 Ölçekli Revizyon Nazım İmar Planı ve 1/1000 Ölçekli Revizyon Uygulama İmar Planı” 10 Haziran’da onaylanarak 17 Haziran’da 15 gün süreyle askıya çıkarıldı. Söz konusu plana Zafer Partisi’nden itiraz geldi. Zafer Partisi Çevre, Şehir ve Kültür Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Mimar Esmaül Hüsna Aslan, itiraz dilekçesini Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na gönderdi. “Söz konusu imar planları İstanbul’umuzun ve ülkemizin geleceği için kabul edilemez riskler barındırmaktadır. İstanbul’un suyunu, son kalan tarım alanlarını, meralarını, doğal varlıklarını yok edecek imar planlarının iptali için Bakanlığa itiraz dilekçemizi verdik. Zafer Partisi olarak Kanal İstanbul’u değil, kalan İstanbul’u yeğliyoruz” diyen Aslan, dilekçede yer alan itiraz gerekçelerini şu şekilde sıralandı:

“Emlak odaklı rant projesi”

Plan açıklama raporunda ‘250 Bin Sosyal Konut Projesi’ kapsamında değerlendirildiği belirtilse de, planda kişi başı 50 metrekarelik konut alanı öngörülmektedir. Ortalama bir sosyal konutun 75 metrekare olduğu göz önüne alındığında, bu konutların gerçekte sosyal konut niteliği taşımadığı aşikârdır. Bu durum, projenin dar gelirli vatandaşların barınma ihtiyacını karşılama amacı gütmediğini, aksine lüks konut üretimi ve emlak odaklı bir rant projesi olduğunu düşündürmektedir. Ayrıca planlama alanı, İstanbul’un önemli içme suyu kaynaklarından Sazlıdere Barajı havzasına doğrudan yakın konumdadır. Havza mevzuatına göre mutlak ve kısa mesafeli koruma alanlarında hiçbir yapıya izin verilmemesi gerekirken, bu planda söz konusu alanlarda yapılaşmaya izin verilmiş ve yerleşime açılmıştır. Bu yapılaşma, yüzey akışını artırarak baraj suyunun kirlenmesine ve yeraltı suyu beslenmesinin azalmasına neden olacaktır. Sazlıdere Barajı’nın fiilen içme suyu kapasitesinin sıfırlanması, İstanbul’un su güvenliği açısından kabul edilemez bir krize yol açacaktır. Planlama alanı ve yakın çevresindeki tarım ve mera alanları, bu planla yoğun yapılaşma baskısı altına girecektir. Bu durum, sadece yerel tarımsal üretimi ve hayvancılığı olumsuz etkilemekle kalmayacak, aynı zamanda İstanbul’un gıda güvenliğine ve kırsal ekonomisine de ciddi zararlar verecektir.

“Akıl ve bilim terk edilmiştir”

“Kentimiz, şehircilik ilminin gerekleri bilinmeden denetimsiz ve kontrolsüz yapılan yıkımlarla hırpalandı ve geçmişten günümüze yeşil alanları, su havzaları, tarım arazileri her türlü gelişme çerçevesinde tehditlere maruz kaldı. AKP’li İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın İstanbul Çevre Düzeni Planı’ndaki skandallar yetmiyormuş gibi ortaya bir de Kanal İstanbul Projesi atıldı. Bu projeye ilişkin yapılan tüm düzenlemeler akıldan ve bilimden yararlanmadan hazırlanılmış düzenlemelerdir. Akıl ve bilim adeta terk edilmiştir. Kanal derinliği son ÇED Raporu’nda 20,75 metre olarak değiştirilmiştir. Bu proje nasıl bir projedir ki, ilan edildiği günden beri kanal ölçüsü sürekli değişiyor.

Kanal’ın yalnız ölçüleri değil, şüphesiz geçeceği güzergahlarda da çok şey değişecektir. Küçükçekmece Gölü havzasında ve Kanal İstanbul güzergahında bulunan; biri Yarımburgaz Mağaraları diğeri ise Bathonea Antik Kenti olan iki kültürel miras yok olacak. Dilekçemizde de altını çizdik, buradan da soruyoruz. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından 17 Ocak 2020 tarihinde kamuoyuna duyurulan Kanal İstanbul Projesi’nin ÇED Olumlu Raporu’nda, özelliklerine değindiğim bu iki kültürel mirasın akıbetine değinilmiş midir? Kanal’ın yapım sürecinde bu miraslar nasıl korunacaktır?

“Maliyet yanlış hesaplanmış”

Peki ya maliyet? Kanal İstanbul İşletme Risk Değerlendirme Raporu ‘Kazı-Tarama Yapılması ve Nakliyesi-Depolanması Maliyetleri’ bölümünde kazı miktarı 1,1 milyar m3 alınarak hesaplar yapılmış ve toplam maliyet bu şekilde bulunmuştur. Nakliye maliyeti için ortalama 20 km’ye 3 dolar/m3 birim fiyat belirlenmiştir. Ancak nakliye maliyeti hesaplanırken taşınacak malzeme miktarı kazı miktarı olan 1.1 milyar m3 baz alınarak yanlış bir hesaplama yapılmıştır. Taşınacak malzeme miktarı kazı miktarı değil, kazı sonrası kabarma faktörü dikkate alınarak hesaplanmış olan toplam malzeme miktarı olmalıdır. Kazı sonrası taşınacak malzeme miktarı 1,76 milyar m3 ile 1,43 milyar m3 arasında değişecektir. Bu da nakliye maliyet hesaplarında 1.98 milyar dolar ile 990 milyon dolar arasında bir maliyetin eklenmesi demektir. ÇED Raporu’nda belirtilen kanal maliyetleri ve bu denli büyük bir proje dikkate alınınca yapılan hesapların ve dolayısı ile projenin ne kadar özensiz, bilimsel ve teknik olmayan bir şekilde hazırlandığını ortaya çıkarmaktadır.”

“YANGINLARLA YAKILAMAYAN ZEYTİNLİKLER BU KEZ KAZMALARIN HEDEFİNDE. TÜRK MİLLETİNİN EGEMENLİĞİNİ PAYLAŞTIRACAK BU MASANIN KURULUŞUNDA YOKSANIZ, SONRADAN OTURMAYIN”

Zafer partisi Sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu, partinin Türkiye gündemine ilişkin görüşlerini paylaştı.

Azmi Karamahmutoğlu: Bugün neşemiz bir başka. Mutluyuz çünkü 5 aydır tutuklu bulunan Sayın Genel Başkanımız Ümit Özdağ’ın başkanlık edeceği ilk Divan toplantısına, bu basın toplantısından sonra katılacağız. Olan biteni ele alacağız. Fakat asıl toplantı, bundan 5 gün sonra, gelecek Cumartesi günü 5 Temmuz’da gerçekleştirilecek. Sayın Genel Başkanımız Ümit Özdağ, burada kapsamlı bir basın toplantısı düzenleyecek. Bu toplantı hem canlı olarak yayınlanacak hem de katılacak değerli gazeteciler ve köşe yazarları aracılığıyla irdelenecek.

5 Temmuz Cumartesi günü Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın yapacağı basın toplantısına dikkatinizi çekmek istiyorum.

Ardından, iki gün sonra 7 Temmuz Pazartesi günü burada olmayacağız. Basın toplantısı burada yapılmayacak, Divan Toplantısı da düzenlenmeyecek. Tüm Zafer Partisi Genel Merkezi olarak Bolu’da olacağız. Bolu Kartalkaya yangınında hayatını kaybeden 78 vatandaşımızın davasının görüldüğü mahkeme için, 7 Temmuz Pazartesi günü Bolu Adliyesi’nde olacağız.

Gündemimiz malum; Türkiye, 3 gündür adeta yangın yeri. Çeşitli illerde başlayan yangınlar, havaların ısınmasıyla birlikte artış gösterdi ve sadece son 48 saatte 150 yangın yaşandı. Sakarya’dan İzmir’e kadar birçok ilde çıkan yangınların en büyüğü İzmir’de meydana geldi. İzmir’in Menderes ve Seferihisar ilçelerini etkisi altına alan yangın, yayılarak ne yazık ki yerleşim yerlerine, iş yerlerine ve konutlara ulaştı ve buraları yakmaya başladı. Hemen her yaz, Antalya’dan Bodrum’a kadar tekrar eden orman yangınlarını, bu yaz mevsiminde ilk olarak İzmir’de yaşamaya başladık.

Kış turizminde, bildiğiniz gibi ihmal ve denetimsizlikten kaynaklanan otel yangınlarını yaşadık. Fakat buna rağmen Turizm Bakanı koltuğunda oturmaya devam etti. Hâlâ da o koltukta. Yaz turizmi mevsiminde ise ne yazık ki orman yangınlarıyla karşılaşıyor ve bu yangınlarla yazı sürdürüyoruz. Tarım ve Orman Bakanlığı’nda bakanlar değişse bile, aynı ihmal ve denetimsizlik sürüyor; ormanlarımız yanmaya devam ediyor.

Yanan ormanların yerine yeniden ağaçlandırma yapılması gerekirken, betonlaşmaya zemin hazırlamak için bu yangınlar aracılığıyla yeni alanlar açılıyor. Bunun örneklerini, Bodrum’da yerine otel yapılan ve orman yangınıyla kelleşmiş alanlarda yaşadık ve gördük. AKP hükümetinin yönettiği ülkede ne yazık ki bu uygulamalara alıştırıldık. Çünkü AKP hükümeti o depremde de yoktu.

Maraş ve Hatay depremlerinde yoktu. Şimdi de yanan ormanlarda yok. Geçtiğimiz yıllarda Marmaris’te yoktu, bugün de İzmir’de göremedik. Nasıl göremedik? Yangının ikinci ya da üçüncü gününde görebilirsiniz. Yangın bittikten sonra görebilirsiniz. Fakat yangın öncesinde yapması gerekenleri, alması gereken önlemleri yerine getirmeyerek, denetimleri yapmayarak, tedbirleri almadan, yangına anında müdahale edecek hazırlıkları yapmadan ve yangına zamanında müdahale etmeyerek…

Yani 23 yıllık, çeyrek asırlık iktidarın sonunda AKP hükümetinin bakanlıkları, milletvekilleri ve asıl önemlisi bürokrasisi… AKP hükümetinin bürokrasisi öylesine yorgun, yılgın, hevessiz, iştahsız ve isteksiz ki bu durum doğrudan hükümete de yansıyor. Ortaya çıkan denetimsizlik ve ihmaller, yangından depreme kadar aslında önlenebilir veya onarılabilir pek çok sonucu çözümsüz hale getiriyor ve ne yazık ki bu sorunlar ülkenin tepesine çöküyor.

Bir de bu yangınlarla yakılamayan yerler var. Örneğin yangınların ulaşamadığı zeytinliklerimiz… Yangınlarla yakılamayan bu zeytinlikler, bu kez kazmaların hedefinde. Vatan toprağının her bir yanını kömür karasıyla karartmak isteyen AKP hükümeti, şimdi de elinde kazmalarla zeytinliklerimize girişmeye başlamış durumda.

Zeytinliklerin madencilik faaliyetine açılmasını öngören yasa tasarısı Meclis komisyonundan geçti. Teklif, yalnızca zeytinliklerin madenciliğe açılmasını değil, aynı zamanda stratejik ve kritik maden sahalarında acele kamulaştırma yapılmasını da öngörüyor. Bu durumu, bildiğiniz gibi, deprem bölgesinden de hatırlıyoruz.

Bu kamulaştırma kararları, tapu hükmünde sayılacak. Yasa teklifinin Genel Kurul’da oylanarak yasalaşması halinde, zeytinliklerde ve koruma altındaki alanlarda madencilik faaliyetleri yasal hale gelecek. AKP hükümeti, yandaş enerji şirketlerini hem doğaya hem de tarımdan, zeytincilikten geçinen köylü vatandaşlara tercih ediyor. Her yer kömür olup karardıktan sonra geç kalmış olacağız. AKP’nin Meclis’e getirdiği bu tasarının yasalaşması mutlaka önlenmelidir.

Değerli Türk kamuoyu, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Sayın Fahrettin Altun başkanlığında bir “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi” kurulmuştu. Bu merkez, en olmadık konularda dahi kamuoyundaki tartışmalara müdahil oluyordu.

Fakat Suriye’den gelen ve yabancı basında da yer alan haberlere göre, kahraman Türk askerine yönelik Kürtçü terör örgütü tarafından drone’larla düzenlenen kalleş bir saldırıda 9 Mehmetçiğimizin yaralandığı iddiası 3 gündür sosyal medyada ve uluslararası basında dolaşıyor. Bu haber 3. gününe girmesine rağmen, AKP hükümetinin ilgili bakanlıklarından ya da hükümet sözcüsünden yüreklere su serpecek bir yalanlama hâlâ yapılmadı.

Peki, Fahrettin Altun neyi bekliyor? Dezenformasyonla Mücadele Merkezi neyi bekliyor? Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bu haberleri yalanlamak, yanlışlamak ve kamuoyunu bilgilendirmek için neden harekete geçmiyor?

Cumhur İttifakı iktidarının, PKK narkoterör örgütü ve onun elebaşı, bebek katili Abdullah Öcalan ile oturduğu pazarlık masasındaki al-ver süreci devam ediyor. Güya eli kanlı terör örgütü, pazarlıksız olarak silah bırakacak ve kendini dağıtacaktı. Ancak sürecin 8. gününde geldiğimiz nokta, Kürt etnisitesinin şovenist partisi DEM Parti’nin isteğiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir komisyon kurulması olmuştur. Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş, bu talebi yerine getirerek parlamentoda temsil edilen tüm siyasi partilere komisyona katılmaları çağrısında bulunmuştur.

Oysa Mehmetçik katillerinin affedilmesini dahi içeren bu sürecin başlatıcısı Meclis’teki tüm partiler değil, Cumhur İttifakı’nı oluşturan partilerdir. Ve sonradan bu sürece dâhil olan DEM Parti’dir. Parlamentoda temsil edilen siyasi partilere, Yüce Meclis’in her bir üyesine, tüm milletvekillerine tek tek çağrıda bulunuyoruz:

Eğer kendinizi bu kirli pazarlık masasının bir tarafı olarak görmüyorsanız, Türk milletinin egemenliğini zayıflatacak, onu paylaşacak bu masanın kuruluşunda yer almadıysanız, lütfen sonradan da o masaya oturup Türk milletinin vicdanında mahkûm olmayı göze almayınız.

Sonu anayasa değişikliğine, yeni bir anayasaya kadar uzanabilecek yaşamsal bir kırılma kararının verileceği yer milletin iradesi olmalıdır. Bunun için de halk oylamasına, yani referanduma gidilmelidir. Zafer Partisi, bu ihanet sürecine ilk günden itibaren gösterdiği itirazını tavizsiz şekilde sürdürmektedir.

İlk gün “Pazarlık masasını dağıtacağız, Mehmetçik katillerine af yok” demiştik ve halkı bilgilendirmeye, bilinçlendirmeye başlamıştık. Aynı sözümüzde, aynı duruşumuzda kararlıyız. Bizi susturmak için Genel Başkanımızı zindana atmış olmanız, bizi yolumuzdan alıkoymayacaktır. Türkiye’nin egemenliğini zayıflatacak bu kirli süreci durdurmak için her türlü çabayı Zafer Partisi olarak göstermeye devam edeceğiz.

Zafer Partisi, Türk milletinin hak, menfaat ve çıkarlarını savunmaya tek bir geri adım atmadan kararlılıkla devam edecektir.

Hükümet karşıtı gazetecilere – en son Sayın Fatih Altaylı örneğinde olduğu gibi – uygulanan baskıların tutukluluğa dönüşmesi, aslında AKP hükümeti karşıtı tüm toplumsal kesimlere yönelik bir gözdağıdır. AKP hükümeti, karşısındaki politik şahsiyetleri, siyasallaştırılmış yargı eliyle saf dışı bırakmıştır. Onları tutuklayarak, özgürlüklerinden mahrum ederek siyasetten uzaklaştırmıştır.

Oysa Ümit Özdağ gibi ve hâlen cezaevinde tutuklu bulunan Ekrem İmamoğlu gibi siyasi rakiplerinizi politik arenada yenmeniz gerekirdi. Ancak siyaseten yenemediğiniz bu kişileri yargı yoluyla tasfiye etmeye çalışıyorsunuz. Genel Başkanımızı hukuksuz biçimde hapse atarak onun düşüncelerini ve politikalarını alt etmiş sayılmazsınız.

Ülkemize doldurduğunuz milyonlarca düzensiz göçmen ve kaçağın; ekonomik ve demografik etkilerinin yanı sıra güvenlik ve asayiş sorununa da yol açtığını Zafer Partisi defalarca Türk kamuoyuna anlattı. Bunun anlaşılması için, yasa dışı göçle gelen kaçak nüfusun güvenlik sorununa neden olabileceğini görebilmek için, İran’daki gibi bir laboratuvar ortamının mı oluşması gerekiyordu?

İşte İran: İran-İsrail savaşının ardından, ülkede bulunan kaçak Afgan ve Hintli göçmenlerin topluca sınır dışı edilmeye başlandığını görüyoruz. Bu kişilerin, savaş ortamında ülke aleyhine casusluk faaliyetlerinde bulundukları ortaya çıktı. Onların barındığı her ülkede benzer tehditler potansiyel olarak vardır. Çünkü kendi yurdunun yurtseveri olamayan bu yığınlar, Türkiye’nin de acilen çözmesi gereken öncelikli sorunlarındandır. Bunun yanında, “Türkiye’nin en büyük sorunu nedir?” sorusuna cevap artık ne yazık ki “ekonomi” değil, “adalet”tir.

Toplumsal güvenimiz dibe vurmuş durumda. Çünkü bu sorunların temelinde, tek adam rejimini yaratan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi vardır. Çeyrek asırdır iktidarda olan AKP hükümetinden kurtulsak dahi, bu rejim değişmedikçe yeni garabet AKP hükümetleri ve Tayyip Erdoğanlar Türk siyasetinde boy göstermeye devam edecektir.

Prof. Dr. Ümit Özdağ, Milli Yol Partisi Genel Başkanı Remzi Çayır’ı ziyaret etti.

Prof. Dr. Ümit Özdağ: Beş aylık bir süre boyunca, hukuksuz bir şekilde hürriyetim gasp edilerek ve terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’la yürütülen müzakere sürecinde konuşmamam için rehin alındığım Silivri’de, Sayın Genel Başkan tarafından yalnız bırakılmadım. Ziyaretime geldi, davalarıma geldi. Arkadaşlarıyla birlikte Silivri’nin önündeki Zafer Otağı’na geldi. Bir hafta arayla gerçekleşen son iki duruşmada yanımda oldu. Ben bugün kendisine, sizlerin önünde teşekkür ediyorum. Sadece Sayın Genel Başkan değil, tüm sevgili Milli Yol Partisi mensubu kardeşlerimin de desteklerini yanımda hissettim. Onlara da ayrıca teşekkür ediyorum.

Ne yazık ki ülkemiz bu sabah yine bir şafak operasyonuyla güne başladı. Bu gidişatın devam edeceğe benzediği görülüyor. Düşman ceza hukuku uygulaması kadar, millî birliğimizi tahrip eden ve iç cephenin oluşmasını engelleyen başka bir uygulama yoktur. Anayasa’nın 10. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının renk, dil, mezhep, felsefi inanç ve siyasi parti farklılıklarına rağmen anayasa ve yasalar önünde eşit olduğunu belirtmektedir. İçinden geçtiğimiz süreçte, Anayasa’nın 10. maddesinin askıya alındığını görüyoruz. İktidar mensuplarına uygulanan hukukla muhalefete uygulanan hukuk aynı değil.

Şimdi Allah aşkına, elinizi yüreğinize koyun ve şu sorunun cevabını verin: Kızılay Genel Müdürü’nün kızı bir trafik kazası yaptı. Ölümlü bir kazaydı ve yargılandı. Dört yıl hapse mahkûm oldu. Elbette isteyerek yapmadı. Vefat eden gencimize Allah’tan rahmet diliyoruz, kazaya karışan kızımıza da büyük geçmiş olsun diyoruz. O da böyle bir şeyin olmasını istemezdi. Ancak bu trafik kazasını, örneğin Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı’nın kızı yapsaydı, acaba tutuksuz yargılanır mıydı? Hayır, yargılanmazdı. Bunu hepimiz biliyoruz. İşte bu adalet değil. Bu bağımsız yargı değil. Bu, Anayasa’nın 10. maddesinin askıya alındığı ve muhalefete düşman ceza hukuku uygulandığı bir rejimin adıdır.

Biz muhalifler, şimdi 1930’lu, 40’lı, 50’li, 60’lı yıllarda Amerika’nın güneyinde yaşayan Zenci Amerikalılara benziyoruz. Kâğıt üzerinde eşitiz ama gerçekte hayatta eşit değiliz. Sayın Genel Başkanımın da, benim de, sizlerin de ne yazık ki yasal ve anayasal haklarınızı kullanmanız, ancak iktidar izin verirse ve izin verdiği ölçüde geçerli olabiliyor.

Bütün mahkemeleri bir kenara bırakıyorum. Anayasa Mahkemesi sizin lehinize bir karar alırsa, iktidar bu kararı uygulamayabiliyor. Hatırlatayım mı? Can Atalay hakkında karar verildi. Bir milletvekiliyle ilgili karar alındı ve iktidar bu kararı uygulamadı. Bir başka olayda, Yargıtay bir kişi hakkında beraat kararı verdi. Ancak beraat kararı uygulanmadı, kişi tahliye edilmedi. Altı ay sonra başka bir Yargıtay dairesi başka bir mahkûmiyet verdi. Ama o altı aylık sürede adam içeride tutuldu. Böyle bir hukuk sistemi dünyanın hiçbir yerinde yok.

Çünkü bu artık hukuk değil. Bu yüzden ben tutuklandığım gün avukatlar şunu söylüyordu: “Bize hukukla ilgili bir şey sormayın, çünkü bizim bildiğimiz hukukta bunun yeri yok.” Bu süreç devam ediyor. Bu yüksek tansiyon politikası Türkiye’ye zarar veriyor. İktidara da zarar veriyor, muhalefete de zarar veriyor. Artık Erdoğan’ın bu yüksek tansiyon politikasından vazgeçmesinin zamanı gelmiştir, hatta geçmiştir. Neticede bu yüksek tansiyon politikası ne kadar daha sürdürülebilir? Seçime kadar. Seçime kadar bu politikadan muhalefet yüzde kırk zarar görecekse, iktidar yüzde altmış zarar görüyor ve görmeye devam edecek.

Hukukun olmadığı yerde ekonomi olmaz. Hukukun olmadığı yerde yatırım da olmaz. Vatandaş sabah buzdolabını açtığında “yeni anayasa var mı” diye bakmıyor. Peynir var mı, tereyağı var mı, zeytin var mı diye bakıyor. Ve yok, arkadaşlar. Peynir de yok, tereyağı da yok, zeytin de yok. Çünkü bunların hepsi artık lüks madde. Evet. Bu yüzden biz, hukukun olduğu bir Türkiye’yi tekrar istiyoruz. Ve Sayın Genel Başkan’a, huzurunuzda, bu umut mücadelesinde bizlere ve şahsıma verdiği destek için tekrar teşekkür ediyorum.

Terör örgütü PKK’nın silah bırakırken video ve fotoğraflarının servis edileceği hakkındaki soru üzerine:

Prof. Dr. Ümit Özdağ: Biliyorsunuz, birkaç gün önce 10 askerimizin yaralandığı bir PKK İHA saldırısı gerçekleşti. 3-4 kilometrelik bir kablolu İHA ile saldırmışlar. Daha sonra aynı bölgeye bir başka saldırı daha yapıldığı ifade edildi. Ancak bu ikinci saldırıda yaralı haberi yok. Fakat Haziran’ın ilk haftasında bana gelen bilgiye göre, bir başka saldırı daha olmuş ve bir askerimiz bu saldırıda yaralanmış.

Milli Savunma Bakanlığı’nın bu saldırılarla ilgili hiçbir açıklama yapmamış olmasını hayretle izliyoruz. Açıklama yapılmadı ama eski bir AK Parti milletvekili, Şamil Tayyar Bey, kendisine gelen bir bilgiyi —resmi makamlardan geldiğini belirterek— Twitter üzerinden paylaştı. Ve bu çerçevede siz de sorunuzu soruyorsunuz zaten. Yani sürecin yönetim şekli bu. Kimliği belirsiz bir devlet yetkilisi, eski bir AK Parti milletvekilini arıyor, o da tweet atıyor. Doğrusu, eğer ortada bir süreç varsa, bu böyle yönetilmez. Böyle bir iletişim stratejisi olamaz.

Gelelim şimdi söylenen ikinci noktaya: Silah teslimi olacak deniyor. Türkiye’nin elinde PKK’nın hangi silahlara sahip olduğuna dair bir envanter var mı? Orta Doğu’da silah bulmak çok ucuz ve çok kolaydır. PKK, 5 tane kalaşnikof, 6 tane bixi’yi teslim etse ve bunların fotoğraflarını yayımlasa, bunun nasıl bir değeri olur? YPG’nin elindeki silahları, PKK’nın elindeki silahlardan saymıyor muyuz?

Eğer saymıyorsanız, Kilit Pençe Harekâtı sırasında Kuzey Irak’ta YPG’lilerin getirip Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı kullandığı sofistike silahların teslim edilmesini isteyecek misiniz? İstemeyecek misiniz? PJAK’ın elinde bulunan silahlar konusunda ne düşünüyorsunuz? Son iki hafta içerisinde Suriye’den İran’a kaydırılan ve PJAK’ın sayısını artırmayı hedefleyen YPG kuvvet sevkiyatı konusunda Türk halkıyla paylaşacağınız bir bilgi var mı?

Özetle, bahsedilen süreç çok kötü yönetilen ve doğru bir noktaya gitmesi mümkün olmayan bir süreçtir. Bu süreçle ilgili olarak 5 Temmuz’da yapacağım basın toplantısında daha kapsamlı değerlendirmelerde bulunacağız.

İttifak sorusu üzerine:

Prof. Dr. Ümit Özdağ: Henüz bir seçim atmosferi olmadığı için somut bir proje olarak ittifak sürecinden bahsetmek mümkün değil. Ancak şunu görüyoruz ki, Türkiye’nin objektif şartları birlik olmayı zorunlu kılıyor. Bu tarihsel bir vebaldir ve hepimizin omuzlarındadır. Hiç kimsenin kişisel menfaatlerini ve önceliklerini ön plana çıkartmaya hakkı yoktur. Hepimiz çocuklarımıza, torunlarımıza ve bu ülkeye karşı sorumluyuz.

Bu sorumluluğu yerine getirecek şuur içerisinde davranmalıyız inancındayız. Tutukluluğum sona erdi. Ancak sürece yönelik muhalefetimiz devam ediyor. Ben tutuklandıktan sonra da arkadaşlarım, Türkiye’nin farklı yerlerinde bu mitingleri sürdürmeye devam ettiler.

Şimdi, 5 Temmuz sonrasında, yeni bir muhalefet stratejisiyle Zafer Partisi yeniden sahaya inecek.

Davut Güleç

Gazeteci, televizyoncu, Uzman polis-adliye muhabiri, Spor yazarı, Kayseri ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile Küresel Gazeteciler Konseyi, TSYD, TİMEF, AVKON, ADD üyesi, TEMA’cı, Kızılay’cı, Dağcı, Trekkingci, Alp disiplini kayak milli hakemi, Herkes İçin Spor Federasyonu Kayseri il temsilcisi, Erciyes Kar Kaplanları Spor Kulübü Basın sözcüsü, Kayseri Spor Adamları Derneği, Tüm Mücadele Sporları Derneği, Kayseri Spor Adamları Derneği, Kent Güvenlik konseyi üyesi, Halkla İlişkiler Tanıtım, Adalet, Kamu Yönetimi mezunu ----- Davut Güleç Kimdir ? -----

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Android Uygulama Popup
Logo

📲 Davut Güleç Haberler

Android cihazınızdan kolayca haberleri takip edin!

📥 Uygulamayı İndir
Android Uygulama Popup
Logo

📲 Davut Güleç Haberler

Android cihazınızdan kolayca haberleri takip edin!

📥 Uygulamayı İndir
Davut Güleç Panel İletişim Davut Güleç – Sağ Menü