
Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan’ın Grup Toplantısında gündeme ilişkin konulara değinirken, Avrupa’dan selam getirdiğini belirtti , bugün gelinen noktada gazeteciğin suç gibi gösterildiğine dikkat çekerek şunları söyledi.
AVRUPA’DAN SELAM GETİRDİM
Sözlerimin hemen başında, üzerimde olan selamları paylaşmak istiyorum. Hafta sonu Avrupa’daydık. Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızla bir araya geldik, özlem giderdik. Hepsinin sizlere çokça selamları var.
Ben buradan -bir kez daha- Avrupa teşkilatlarımıza, özverili çalışmaları için teşekkür ediyorum.
Nasıl Türkiye’yi karış karış geziyor, 86 milyon insanımızın dertlerini ve taleplerini dinleyip
notlarımızı alıyorsak; aynı şekilde yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın da taleplerini dinleyip
notlarımızı alıyoruz.
MECLİS ÖNERGEMİZ
Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın talepleri var. Hem de bunlar çok haklı talepler.
İktidar mensuplarının gayet iyi bildiği talepler bunlar.
Çok değil geçtiğimiz hafta, 23 Ekim günü grup olarak bir meclis önergesi verdik. “Yurtdışında
yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarını ve çözüm önerilerini bütüncül bir yaklaşımla ele alalım”
dedik.
Yine, yeniden, yıllardır her önergede olduğu gibi; AK Parti ve MHP oylarıyla reddedildi.
Ardından, çok değil, 7 gün sonra Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızla bir araya geldik.
Gördük ki; bizim burada konuşalım dediğimiz, iktidarın konuşmayalım dediği her şey orada
vatandaşımızın haklı talebleri! Vatandaşlarımız dört gözle TBMM’de atılacak adımları bekliyor.
YURT DIŞINDA YAŞAYAN VATANDAŞLARIMIZIN HAKLI TALEPLERİ
Yurt dışında yaşayan kardeşlerimiz;
Mecliste layıkıyla temsil edilmek istiyor, kamu hizmetlerine erişimin önündeki bürokratik
engellerin kalkmasını istiyor, konomik hayatı düzene sokacak düzenlemeleri bekliyor. Eğitim ve
diploma konularında karışıklığın son bulmasını istiyor, gümrük ve yol çilesi bitsin istiyor.
Bunlar, birtakım düzenlemeler ile çözülebilecek meseleler. Ancak bırakın düzenlemeyi, iktidar
cenahı bunların mecliste konuşulmasını bile istemiyor.
Biz, bu meseleleri bir siyaset malzemesi olarak değil, vatandaşlarımızın günlük hayatını
kolaylaştıracak birer insani gereklilik olarak görüyoruz.
Her platformda olduğu gibi, bu konuda da bütün engellemelere rağmen yapıcı bir tutum
sergilemeye kararlıyız.
Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın hak ettikleri temsil, hizmet ve saygıya kavuşmaları için
çalışmaya; çözüm önerilerimizi muhataplarıyla paylaşmaya devam edeceğiz.
ÇALIŞAMAYAN GAZETECİLER GERÇEĞİ
Dün bizim için özel bir gündü. Hepinizin malumu; Türkiye’de medya, tarihinin en zor
dönemlerinden birini yaşıyor. Özellikle son dönemde yerel ve ulusal bazda birçok gazete ve
televizyon kapandı veya kayyum atandı, -bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla- son bir ayda
500’den fazla gazeteci arkadaşımız işsiz kaldı.
Biliyorsunuz bir “çalışan gazeteciler günü” vardı. Artık Türkiye’de bir de “çalışamayan
gazeteciler gerçeği” var.
Dün gazeteci arkadaşlarımızla ve meslek örgütlerinin temsilcileriyle bir araya geldik, bu konuyu
konuştuk. Katılan, katkı sunan tüm medya mensuplarımıza teşekkür ediyorum.
İKTİDAR MEDYAYI İKİ YOLLA KONTROL ALTINA ALMAYA ÇALIŞIYOR
İktidar, medyayı iki yolla kontrol altına almaya çalışıyor:
Birincisi, ekonomik baskılarla. Nedir bunlar: Reklam kesintileridir, cezalardır, adaletsiz reklam
dağıtımıdır.
İkincisi, siyasi baskılarla. Sansürle, gözdağı ile, hedef gösterme ile.
REKLAM DAĞILIMINDAKİ ADALETSİZLİK
Ekonomik baskı ile ilgili, çarpıcı bir rakamı paylaşmak istiyorum:
Yaptığımız bir çalışmaya göre: Ocak 2025 ile Ekim 2025 arasındaki, 10 aylık dönemde, iktidarın
kontrolünde olan TMSF bünyesindeki şirketlerden, iktidara destek veren televizyon kanallarına
verilen reklam süresi 14 milyon 810 bin 298 saniye. Bu inanılmaz bir rakam. Peki bunun
karşılığında, birileri tarafından muhalif diye adlandırılan, televizyon kanallarına verilen reklam
süresi ne kadar? Sıfır! Bu durum çok büyük bir haksızlıktır.
GAZETECİLİK SUÇ GİBİ GÖSTERİLİYOR
Geldiğimiz noktada;
Türkiye’de Gazetecilik faaliyetleri bir suç gibi gösterilmeye başlandı
Şunu unutmayalım; Gerçeği yazmak cezalandırıldığında, yalan ödüllendirilmeye başlar.
Türkiye’de yaşanan tam olarak budur.
Bizler; Çalışamayan gazetecilerin, çalışan, özgürce çalışan, özgürce yazan gazetecilere döneceği
günler için çalışmaya devam edeceğiz.
GAZZE’DE DEĞİŞEN BİR ŞEY OLMADI
Değerli arkadaşlar;
Hepimizin bildiği gibi 10 Ekim’de terörist İsrail ile Hamas arasında bir ateşkes imzalandı.
Bu ateşkeste ABD, Katar, Mısır ve Türkiye garantör ülke olarak yer aldı.
Bu nasıl bir ateşkes, bu garantörler nasıl garantörse; 10 Ekim’den bugüne terörist İsrail 200’den
daha fazla ateşkes ihlali yaptı, yüzlerce mazlumu katletti. Yine bu sürede yardım konvoylarının,
ilaç ve tıbbi malzemelerin girişi yeterli olmadı; hastaların çıkışı için Refah Sınır Kapısı açılmadı.
Neticede; değişen bir şey olmadı! Akan kan, dökülen gözyaşı bitmedi. Bitecek gibi de
gözükmüyor.
HER HAFTA NEYE TEŞEKKÜR EDİLİYOR?
Hal böyleyken, her hafta yapılan açıklamalarda “Sayın Trump’a teşekkür ederiz” cümlelerini
duymaya devam ediyoruz.
Bu neyin teşekkürü? İşletilmeyen garantör sorumlulukları için mi teşekkür ediyorsunuz? Yoksa
gelecek yeni ticaret anlaşmaları için mi teşekkür ediyorsunuz?
BARRACK MÜNNECİM OLMADIĞINA GÖRE!
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın Bahreyn’deki açıklamaları şüpheleri tam da bu
konu üzerine çekti.
Diyor ki; “Türkiye ve İsrail birbiriyle savaşmayacak” hatta “çok uzak olmayan gelecekte bir
ticaret anlaşması imzalanabilir.”
Çok uzak olmayan geleceği bırakın, biz “çok uzak olmayan bir geçmişte de” ticari ilişkileri
gördük.
Ateşkes görüşmeleri yapılırken bu kürsüden uyarıda bulunduk! “Anlaşma yapıldı diye,
“bitirdik” denilen ama örtük şekilde devam eden ticaret artarak devam etmemeli” dedik. Gelinen
noktada, Türkiye yine İsrail’in can damarı olan “Ticaret imtihanını” veremeyecek gibi
gözüküyor.
Barrack’ın açıklamaları bununla da sınırlı değil! “Hazar Denizi’nden Akdeniz’e kadar bir
hizalanma göreceksiniz.” diyor.
Birincisi; “sömürge valisi” edasıyla yapılan konuşmalara, iktidarın en büyük tepkiyi koyması
gerekir.
İkincisi; Barrack müneccim olmadığına göre
Bütün bunları aslında işletilen planın bir aşaması olarak söylüyor. Hep söyledik yine söylüyoruz.
Bu planın adı: Büyük Ortadoğu Projesidir.
Türkiye; ne eş başkan, ne garantör, hiçbir unvanla bu projeye “dahil” olmamalıdır! Bilakis
Türkiye bu plana, bu gidişata muhakkak surette “müdahil” olmalıdır!
SUDAN
Bir gözümüz Gazze’de, bir gözümüz neredeyse aynı hikayenin yaşandığı Sudan’da! Gelen
görüntüleri hepimiz gördük. Bugün Sudan’da yaşananlar, basit bir “iç savaş” tanımını çoktan
aşıyor. Peki neden? Neden bu vahşet? İç karışıklık gibi lanse edilse de; emperyal odakların göz
diktiği altın, petrol ve nadir toprak elementleri. Sudan’ın en büyük zenginliği iken en büyük
imtihanı olmuş durumda.
KARDEŞ KANINDAN KİMSEYE FAYDA GELMEZ!
Şu unutulmamalı; yeryüzünde kimseye kardeş kanından fayda gelmemiştir. Kaybedenler, o
toprak üzerinde yaşayanlar, Kazananlar, emperyalizm ve Siyonizm olmuştur. Sudan’da da
oynanan oyun bu alçak stratejinin tekrarıdır.
GERÇEK DÜŞMAN
Gerçek düşman Emperyalizmdir! Gerçek düşman Siyonizm’dir. Ve Hiçbir gündem, hiçbir plan,
hiçbir ateşkes, hiçbir garantör, Gazze’yi unutturmamalıdır! Sudan’ı unutturmamalıdır! İsrail’i
umutlandırmamalıdır! Ve Amerika’yı cesaretlendirmemelidir!
MİLLİ DAYANIŞMA, KARDEŞLİK VE DEMOKRASİ KOMİSYONU
Değerli Arkadaşlar,
Bir yılı aşkın bir süredir tüm kaygılarımıza rağmen, katkı vermeye çalıştığımız bir süreç var.
Bizim de içerisinde yer aldığımız bir komisyon kuruldu. Milli Dayanışma, Kardeşlik ve
Demokrasi Komisyonu.
Evet! Artan eşitsizlikler karşısında dayanışmaya ihtiyacımız vardı. Farklı kimlikler ve kültürler
olarak kardeşliğe ihtiyacımız vardı. Çoğunluğun azınlığa tahakkümüne değil çoğulcu bir
demokrasiye ihtiyacımız vardı. Komisyonun ismi tam da ülkemizin ihtiyaçlarına binaen verilmiş
oldu.
Kürt meselesi başta olmak üzere tüm toplumsal sorunların TBMM’de tartışılıp, yine Meclis
zemininde çözüm önerilerinin konuşulabilmesi kuşkusuz olumlu bir durumdur.
Ancak yapılan komisyon toplantılarında iktidar cenahından bizimle paylaşılan umudumuzu
artıran yeni bir bilgi yoktur, ne hedeflendiğini gösteren somut bir plan yoktur, varılmak istenen
noktaya dair bir yol haritası yoktur.
ESAMESİ OKUNMADI!
Bu süreçte; Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına rağmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
kararlarına rağmen tutuklu ve hükümlülerle ile ilgili bir gelişme olmadı.
Sefalete mahkûm edilen, grev hakları ellerinden alınan, emekçilerin, emeklilikten sonra ucuz iş
gücü olarak çalışmak zorunda kalan emeklilerin, bir taban maaşı olmayan özel eğitim
öğretmenlerinin, adalet arayan KHK’lıların, tutuklu askeri okul öğrencilerinin, kürsülerine
kavuşmak isteyen barış akademisyenlerinin, can güvenliğinden endişe eden kadınların,
kokarcadan, dondan ve kuraklıktan etkilen çiftçinin, şap hastalığıyla ilgili sesini bir türlü
duyuramayan hayvan üreticisin esamesi bile okunmadı, sesleri yine duyulmadı.
Biz; “Milli Dayanışma, Kardeşlik, Demokrasi” derken, bu kesimlerin sorunlarının dile gelmesini,
çözümlerin konuşulmasını bekliyorduk.
Fakat geçen bir yıl içinde ne bu meseleler samimiyetle ele alındı ne de sürece dair hukuki bir
zemin oluşturuldu.
Bir taraftan hukuki boyutu tartışmalı bir süreç yaşanırken diğer taraftan Anayasamızın ve
uluslararası hukukun gereklerine rağmen tehir edilen adaletin tanıkları olduk.
Hem Selahattin Demirtaş’ın, hem Can Atalay’ın hem adalet arayan askeri okul öğrencilerilerinin
hem Osman Kavala’nın hem de KHK’lıların mağduriyetlerinin giderilmesi bir lütuf değil
hukukun gereğidir.
SUÇA SÜRÜKLENEN ÇOCUKLAR
Değerli arkadaşlar;
Bütün bu tartışmaların, ideolojik kısır döngülerin ve yüzeysel yaklaşımların gölgesinde asıl
sorunlar sessiz sessiz büyüyor.
İşsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik ve umutsuzluk; gençlerimizin, çocuklarımızın kaderine
dönüşmüş durumda.
Bu çarpıklık yüzünden, “suça sürüklenen çocuklar” gibi kavramları tartışmak zorunda kalıyoruz.
Son yıllarda artan çete olayları, huzur ve emniyeti tehdit etmekle beraber ya çocuklarımızı
elimizden alıyor ya da suça sürüklüyor.
Kalem tutması gereken eller, silah tutuyor, okula gitmesi gereken çocuklar, cezaevine düşüyor,
sınava hazırlanması gerekenler evlatlarımız, mahkemelere hazırlanıyorlar.
ÇOK SORU VAR!
Sorulacak çok sorumuz var! Çünkü ciğerimiz yanıyor ciğerimiz!
Şimdi ben; bir şekilde evladı elinden kayıp gitmiş gözü yaşlı aileler adına buradan soruyorum!
Kürsülerde güvenlikten söz eden hükümet yetkilileri, mahalle aralarında “sessiz hüküm süren”
çetelerden haberdar mısınız?
Bu ülkenin sokaklarında, mahalle aralarında, hatta dijital platformlarda örgütlenen kaç yapı var,
biliyormusunuz?
Daha doğrusu, bilmek istiyormusunuz? İçişleri Bakanlığı sadece operasyon sayısını değil, neden
bu operasyonlara ihtiyaç duyulduğunu da açıklamak zorundadır.
Kaç çocuk suça sürüklendi değil; neden sürüklendi? Kaç çete var değil; nasıl büyüdü? Kaç kişi
“adam öldürülür” diye ilan veriyor değil; nasıl bu cüreti buluyor?
Sorular ağır, cevaplar belki daha da ağır olacak. Ama asıl tehlike, bu sorular hiç sorulmadığında
başlıyor!
Ben şimdi size en can alıcı, soruyu söyleyeceğim! Yoksulluk, ekonomik eşitsizlik ve gelecek
kaygısı bu işin neresinde? Hakikaten! Türkiye ekonomisi nasıl yönetiliyor?
ÜRETMEYEN TÜRKİYE
Cevabı belli, Türkiye ekonomisi yönetilemiyor! Binlerce yıldır “üretici” olmakla bilinen
topraklar, bugün neredeyse tamamen tüketici konumuna düştü.
İktidarın yürüttüğü yanlış politikalar sonucunda esnaf batarken, çiftçi, küçük işletmeci batarken;
sanayi kuruluşları adeta can çekişiyor.
Bakınız bu konu ile ilgili çarpıcı bir rakam vereceğim.
Geçen yılın rakamlarına göre;kurulan şirket sayısı %4.7 azalırken, kapanan şirket sayısı %8.4
artmış.
Bir rakam daha:
2025 yılının ilk 10 ayında konkordato için geçici mühlet alan firma sayısı, geçen yıla göre ne
kadar artmış biliyor musunuz? %72!
Öte yandan, bu toprakları cevizi Çin’den, mercimeği Kanada’dan, buğdayı Ukrayna’dan alacak
hale getirdiniz. Her türlü madeni ham olarak ihraç edip, her türlü teknolojik ürünü ithal edecek
bir ülke haline getirdiniz!
VERGİ DÜZENİ
Bunca yıl üretim olmayınca ne oldu? Bunun cevabını bize yine AK Parti iktidarı veriyor.
Üretim yoksa dış borç faizini ödemek için; yeni vergiler gelir. Ballı ihaleleri finanse etmek için
vergilere zam gelir. Seçim ekonomisinin faturasını millete ödetmek için de MTV gibi yılda bir
olan vergi iki oluverir.
Millet bu vergi yükünün altında ezilmiş, ezilmemiş, iktidarında böyle bir gündemi olmadığını
görüyoruz.
CEVDET YILMAZ AÇIKLAMASI
Normalde Sayın Mehmet Şimşek, ekonomi ile ilgili güzel tablolar çizerdi bu hafta görevi
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz aldı.
Sayın Yılmaz, “Tahminlerimiz gerçekleşirse, Avrupa’nın 4. Büyük ekonomisi olacağız.” dedi.
Sayın Yılmaz! İki gün önce TÜİK enflasyonu %32,87 olarak açıkladı! Ben size daha ilginç
rakamlar vereyim.
Bazı kalemlerde Ekim 2025 itibariyle yıllık değişim oranlarını söyleyeyim: gıda – %34,87, giyim
– %50,06, kira – %66,28, ilk ve ortaöğretim eğitimi – %70,57, üniversite – %64,58, ulaşım –
%46,85.
Bu rakamlar, TÜİK’in hesabına yanaşamıyor bile. Asgari ücretli bir aile bunlarla nasıl baş
edecek? Emekli bir baba, evladını nasıl gelecek vaat edecek?
Sayın Yılmaz’a buradan soruyorum. Bu rakamlarla, bu gerçeklerle biz hangi tahmine göre
Avrupa’nın 4. Büyük ekonomisi olacağız!
TAMAMLAYICI EMEKLİLİK Mİ, EK KESİNTİ Mİ?
Hükümet çıkıyor bir taraftan Avrupa’nın 4. büyük ekonomisi olacağız diyor diğer taraftan;
çalışanların cebine uzanmaya devam ediyor.
Hükümet bunun adınada “Tamamlayıcı Emeklilik Sigortası” diyor. Ama gerçekte bu, işçiden %
3 ek kesinti anlamına geliyor.
Asgari ücretlinin maaşı bugün, bırakın tasarrufu, faturalarını bile ödemeye yetmiyor. Emekli
olmuş milyonlar geçinemiyor, çalışan milyonlar, açlık sınırının altında bir maaşla hayata
tutunmaya çalışıyor.
Hal böyleyken, bir de üstüne “tamamlayıcı emeklilik” adı altında yeni bir kesinti dayatılıyor.
SENDİKALAR MASADAN KALKIYOR
Bakın, sendikalar masadan bir bir kalkıyor.
Çünkü ortada müzakere edilebilecek bir konu yok! Sayın Bakan sendikaları suçlayarak, “somut
teklif getirmediler” dese de, biz bunu samimi bulmuyoruz. Market rafları belli! Fatura tutarları
belli! Kira rakamları belli! Enflasyonu az önce konuştuk. İşçinin ne istediğini bilmek için ne
sendikaya gerek var ne de müneccim olmaya! İşçimiz, emekçimiz, insanca yaşayabileceği,
kesintisiz, bahanesiz, bir ücret talep ediyor.
BÜTÇENİN YÜKÜ DEĞİL, EMEĞİN GÜCÜ!
Biz, “emeği” bütçenin yükü olarak gören bu anlayışı reddediyoruz. Çünkü bu ülkenin alın teriyle
çalışanları, memurları, işçileri bu ülkenin yükü değil, gücüdür! İşçinin eline uzanmak kolay!
Uzandığınız o el, bu ülkenin fabrikalarında, tarlalarında, hastanelerinde, okullarında her gün alın
teri döken eldir. O eli ancak sıkmak gerekir!
Biz Saadet Partisi olarak, emeğin hakkını “alın teri kurumadan verecek” bir düzenin kurulması
için mücadeleye devam edeceğiz!
BÜTÇE İNDİKATÖRDÜR!
Değerli arkadaşlar sözlerimi toparlıyorum. Malumunuz bütçe Maratonu başladı.
Bütçe, bir iktidarın, tam olarak nerede durduğunu, ne tarafa doğru yürüdüğünü, ne yapmaya
çalıştığını, kimlerle saf tutup, kimleri karşısına aldığını gösteren en net belgedir.
Biz iktidarı; Daha önce yaptığı bütçelerden tanıyor ve uyarıyoruz: Bütçenizdeki kalemler, artan
ve derinleşen eşitsizlikleri gidermeye dair olsun. Bütçenizdeki kalemler farklı kimlikler ve
kültürler arasındaki kardeşliği tesise dair olsun. Bütçenizdeki kalemler haksızlıkları ve
adaletsizlikleri giderip çoğulcu bir demokrasiye dair olsun.
Bize; günü kurtarmaya dair kurnazlıklarla değil, toplumsal barışı ve huzuru inşa etmeye dair
samimiyetle gelin!
AMACIMIZ KÖTÜLÜĞE DAİR DURUM TESPİTİ YAPMAK DEĞİL
Biz bütün bunları kötülüğe dair durum tespiti yapmak için değil kendini zamana ve mekâna karşı
sorumlu hisseden herkesi iyiliği yükseltmeye, hak ve adalet mücadelesini büyütmeye davet
etmek için söylüyoruz.
Buradan herkese sesleniyorum! Bu ülkenin sorunlarını çözmek için, bu ülkeyi yaşanabilir bir
Türkiye yapmak için; ilk yapılması gereken, ahlakı öncelemektir.
Ahlakı kuşanmış kadrolar, haksız yere insanları, ekmeğinden, işinden ve özgürlüğünden
etmezler; tek bir insanın saçının telinin zarar görmesini istemezler.
Bizler, Saadet Partisi olarak; Selamı yaymak, acıları paylaşmak güzellikleri çoğaltmak barışı
büyütmek için çalışmaya devam edeceğiz.
Bu vesileyle sözlerimi bitiriyor, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.


