Türk Tabipler Birliği’nden iki istek, bir tepki
Pandemi İle Mücadele Eden Hekim Ve Sağlık Çalışanları Arasındaki Adaletsizlik Giderilerek Ek Ödemeleri Acilen Yatırılmalıdır
Covid-19 pandemisi süresince hekimler ve tüm sağlık çalışanları fiziksel, psikolojik ve mesleki olarak en zor süreci yaşamış, sonuç olarak en fazla hastalanan ve vefat eden meslek grubu olmuştur. Ekonomik ve özlük haklarımız her geçen yıl giderek artan oranda erozyona uğramıştır. Pandemi sürecinde de en fazla çalışan ve en fazla risk alan meslek grubu olarak bu kadar çalışmamızın karşılığı hiçbir anlamda Sağlık Bakanlığı tarafından takdir edilmemiştir.
Sağlıkta performans sistemi hekimliğin ve sağlığın ruhuna aykırıdır. Sağlıkta performans sistemi en kısa zamanda kaldırılmalıdır. Medya üzerinden dile getirilen ek ödeme miktarları ise ne yazık ki gerçeği yansıtmamakta, sınırlı ödemelerin hiçbiri emekliliğe katkı sunmamaktadır. Hekim ve sağlık çalışanlarının emeği ve alın terinin karşılığı olan, emekliliğe yansıyacak yeni bir maaş ve ödeme sistemine geçilmelidir. Herkese hak ettikleri yıpranma payları verilmelidir.
En son olarak Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan ek ödemeler adaletli ve eşitlik ilkesine göre yapılmadığı gibi birçok sağlık kurumunda henüz ek ödemeler yatırılmamıştır. Bir taraftan fiziksel, psikolojik ve mesleki yıkıma uğrayan hekim ve sağlık çalışanları şimdi de ek ödemelerin ödenmemesi sonucu ekonomik olarak da tükenmişlik sınırına itilmektedir. Hekimler ve sağlık çalışanları olarak Sağlık Bakanlığı’ndan en azından sözü edilen ek ödemelerin acilen yatırılmasını talep ediyoruz.
TBMM Başkanlığı’na; İyi Tıp Eğitiminin Güvencelerinin Oluşturulmasını, Verilen Hasarların Giderilmesini Talep Ediyoruz
I- Teklifin 6. Maddesi ile vakıf üniversitelerinin tıp fakültesi kurabilmesi ve devamında öğrenci alabilmesi için, üniversiteye ait en az iki yüz yatak kapasiteli tıp ve tıpta uzmanlık eğitimi verme koşullarını taşıyan bir hastane olması zorunluluğu getirilmektedir.
Hastanesi olmayan vakıf üniversitelerinin özel hastanelerle protokol yaparak tıp fakültesi açması ve eğitime başlamasına ilk kez 2011 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından Özel Hastaneler Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikler ile izin verilmiştir.
Türk Tabipleri Birliği (TTB), o tarihte bu uygulamanın tıp eğitimi için son derece sakıncalı bir uygulama olduğunu, gerekçeleri ve örnekleri ile aktarmıştır. Özetle;
- “Tıp ve tıpta uzmanlık eğitiminin amacının; insan sağlığını önceleyen, iyi sağlık hizmeti vermek üzere gerekli bilimsel bilgi, beceri ve etik değerlere uygun tutumla donatılmış hekim yetiştirmektir. Eğitim kurumunun; bu amaca göre yapılandırılmış olması gerekir.
- Özel hastaneler, bu amaçla değil, kar elde etmek üzere sağlık hizmeti verirler. Bunun bir sonucu olarak sağlık hizmetinin gereklerine ve bütünselliğine göre değil; sık görülen ve kar getiren sağlık sorunlarına göre bölümlerini ve işleyişlerini organize ederler.
- Oysa tıp fakültesi öğrencilerinin ve tıpta uzmanlık öğrenimi gören hekimlerin, sağlık hizmetini bütünlüğü içinde kavraması, sağlık hakkını merkeze alarak ekip çalışmasını ve işbirliğini, deneyimlere dayanarak öğrenmesi gerekir.
- Tıp ve tıpta uzmanlık eğitimi bilimsel özerkliğin ve mesleki bağımsızlığın güvence altına alındığı bir ortamda verilebilir. Özel hastanelerde, çalışan hekimler yönünden ne yazık ki ne mesleki bağımsızlık ne de iş güvencesinden söz etmek olanaklı değildir.” denilmiştir.
TTB’nin uyarıları dikkate alınmamış, bu işleyişin iptali için dava açmak zorunda kalınmıştır. Danıştay, Yönetmelik hükümlerini hukuka aykırı bularak iptal etmiştir. Ancak bu kez aynı işleyiş yasa haline dönüştürülmüş ve sakıncalı uygulamada bugüne kadar ısrar edilmiştir.
Teklifin 6. Maddesinin gerekçesinde bu işleyişinin uygulamalı eğitim sürecini sınırlandırdığı, özel hastane yönetimi ile vakıf yükseköğretim kurumu yönetimi arasında ortaya çıkan yönetim çatışmasının; öğrencilerin ortada kalmasına, öğrencilerin uygulamalı eğitimlerinde ciddi aksamalara neden olduğu, öğrencilerin gerekli ve yeterli teorik ve/veya uygulamalı eğitimi alarak sağlık hizmeti sunumuna katılmalarını engelleyici böylesi bir durumun telafisi mümkün olmayacak sonuçlara yol açacağı belirtilmektedir.
Esasen telafisi mümkün olmayan zararlar yaklaşık 10 yıldır gerçekleşmektedir. Yanlıştan dönülmesi elbette tıp eğitimi ve tıpta uzmanlık eğitimi için elzemdir. Fakat getirilen düzenleme hali hazırda bu şekilde tıp ve tıpta uzmanlık eğitimi veren vakıf üniversiteleri tıp fakültelerini kapsamamaktadır. Mevcutların getirilen kurala uyum sağlaması yönünde bir kural da getirilmemiştir. Zaten zararlı olduğu saptanan bir uygulamanın düzeltilmesi gerekir. Eğitim hakkı, toplum sağlığı ve sağlık hakkına zarar veren uygulamaların “kazanılmış hak” olarak korunması düşünülemez.
Düzenlemenin tıp fakültesi bulunan bütün Vakıf üniversitelerini içine alacak bir biçimde düzenlenmesi gerekir. Ayrıca yine 3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’na eklenen bir madde ile birlikte kullanımı zorunlu tutulan Sağlık Bakanlığı’na bağlı sağlık kuruluşları ile devlet üniversitesi tıp fakülteleri yönünden de tıp eğitimine ilişkin sağlık hizmet sunumu ve tıp eğitiminin öncelikleri bakımından benzer sakıncalar söz konusudur.
Uygulamalı olarak tıp ve tıpta uzmanlık eğitimi verilen hastanelerin önceliği sağlık hizmeti olarak belirlenmiş, birlikte kullanım ve işbirliği yönetmeliği ile sağlık hizmeti vermek üzere yapılandırılmış Sağlık Bakanlığı ve onun belirlediği idari yöneticiler tıp eğitiminde belirleyici görevler üstlenmektedir. Esasen bu düzenlemelerle birlikte 3359 sayılı yasanın öncelikli işlevi sağlık hizmeti vermek olan hastanelerde birlikte kullanım ya da işbirliği adı altında tıp eğitimi verilmesine ilişkin bütün düzenlemelerin birlikte gözden geçirilmesi, tıp eğitimini, eğitim ortamını olumsuz etkileyen bu işleyişin düzeltilmesi ivedi bir gerekliliktir. Türk Tabipleri Birliği bu konuda kurulları aracılığı ile yıllardır yaptığı çalışmaları ve önerilerini paylaşmaya hazırdır.
II- Teklifin 7. Maddesi Yönünden:
2809 Sayılı Yükseköğretim Kurumlan Teşkilatı Kanunu’nun ek 158’inci maddesi ile kurulmuş olan Sağlık Bilimleri Üniversitesinin Mütevelli Heyetinin Oluşumu ve İşleyişine ilişkin değişiklik teklifinin Anayasa Mahkemesi’nin Esas:2015/61 Karar: 2016/172 sayılı 2.11.2016 tarihli iptal kararı nedeniyle yapıldığı anlaşılmaktadır.
Anayasa Mahkemesi, toplam beş kişiden oluşan Mütevelli Heyetin üyelerinin çoğunluğunun merkezi idare tarafından seçilmesinin, Mütevelli Heyeti kanalıyla üniversite yönetimine ilişkin karar alma sürecinde belirleyici olacak şekilde söz hakkı tanıyacağı, merkezi idareye, üniversite üzerinde denetim ve gözetim yetkisini aşan nitelikte bir yetki tanınmasının Anayasa’nın 130. maddesiyle güvence altına alınan bilimsel özerklik ilkesiyle bağdaşmadığı gerekçesi ile iptal karar vermiştir.
Teklifte Mütevelli Heyetin, Rektör, Sağlık Bakan Yardımcısı, Sağlık Bakanı’nın seçtiği bir üye ve Yükseköğretim Kurulu tarafından seçilecek iki üye olmak üzere beş kişiden oluşacağı düzenlenmiştir.
2547 Sayılı Kanununun 2.7.2018 gün ve 703 Sayılı KHK’nin 135 maddesi ile değişik 13. Maddesi uyarınca Rektör, Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Biri Bakan Yardımcısı diğeri ise Bakan’ın seçeceği bir üye olmak üzere beş kişilik kurulun üçü yani çoğunluğu yine merkezi idare tarafından belirlenmektedir. Bu durumda Anayasa Mahkemesi’nin saptadığı Anayasa’ya aykırılığın Kanun haline getirilmesi yeniden teklif edilmektedir.
Oysa 2547 Sayılı Kanunun 13. Maddesinde 703 Sayılı KHK ile yapılan düzenleme sonucunda bütün üniversite rektörlerinin Cumhurbaşkanı tarafından atanması, liyakata dayalı atama yapılmasına ilişkin güvencelerin içinin boşaltılması, üniversitede nitelikli bir eğitimin temel koşulu olan bilimsel özerklik ortadan kaldırılmıştır. Bu koşul olmadan iyi tıp eğitimi ve tıpta uzmanlık eğitiminin verilmesi mümkün değildir. Bu nedenle 2547 Sayılı Yasa’da yer alan Anayasa’ya, yükseköğretimin gereklerine aykırılıklarının bir bütün olarak gözden geçirilip düzeltilmesi, bilimsel özerkliğin tesisi için çalışma yapılması bugünden yarına bırakılamayacak bir görevdir kanısındayız. Komisyon görüşmelerinde 7. Madde tekrar düzenlenmek üzere geri çekilmiştir. Yeniden düzenlemelerde Türk Sosyal medya hesaplarından erkeklere boşanma yerine ikinci eş alma çağrısı yapan Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi (GATA) Başhekim yardımcısı Ali Edizer’in görevine son verilmiş olması yetmez, acilen cinsiyet ayrımcılığı yapmak ve eşitlik ilkesine aykırı davranmaktan soruşturma açılmalıdır.
Yaptığı açıklamada görülmektedir ki Ali Edizer kadın ve erkeği eşit hakları olan yurttaşlar olarak görmemekte ve erkeğin hak sahibi olduğu kadınların erkeğe bağımlı olarak erkeklerin belirlediği ilişkiler içinde yaşaması gerektiğini düşünmektedir. Bu düşüncelerin hayata geçirilmesi için çağrı yapmaktadır. Toplumsal ilişkileri cinsiyetlerin eşitliğini kabul ederek kuran ve sürdüren ülkemizde bu anlayış ve çaba içerisinde bir insanın kamusal bir hizmet alanında çalışması ve yönetici olarak bulunması kabul edilemez. Bizler bu durumun münferit olmadığını biliyoruz. Cinsiyet eşitliğinin, İstanbul Sözleşmesi’nin her gün tartışma konusu yapıldığı, erkeği güçlendiren kadını öldüren politikaları reddediyoruz ve haklarımızdan vazgeçmiyoruz.
Eşitlik İlkesi ve Cinsiyet Eşitliği Mesleğimizin Vazgeçilmezidir!
Sosyal medyadan yaptığı paylaşımla Medeni Kanun’u tanımayan, cinsiyetçi tutum alan Ali Edizer hekimlik uygulamalarının en temel etik ilkesi olan eşitlik ilkesini ihlal etmiş, cinsiyet eşitliğini reddetmiştir. Bu şekilde tutum alanların var olan görevlerinin iptali yetmez, başka bir kamusal alanda görevlendirilmeleri de engellenmelidir;
Çünkü; toplumsal ilişkilerimizi düzenleyen anayasanın eşitlik ilkesine aykırı düşünce ve davranış içerisindedir.
Çünkü; devlet kadın erkek eşitliğini korumak ve geliştirmekle yükümlüdür. Bu eşitliğe aykırı davranan birinin kamusal görev ve sorumluluğu olamaz.
Çünkü; kadınların en çok boşanmak istedikleri için öldürüldüklerini biliyoruz. Erkeklere boşamayın demek boşanmak isteyen kadınların kocaları tarafından öldürülmesini meşrulaştırır. Kadın cinayetlerini teşvik eden bir kişi kamusal görevde bulunamaz.
Çünkü; kadın erkek eşit haklı insanlar olarak çalıştığımız işyerlerinde cinsiyet ayrımcılığı artarak devam eder.
Çünkü; çalıştığı SBÜ gibi pek çok hekimin uzmanlık eğitimi aldığı bir kurumda kadınların eğitim hakkının ayrımcılığa karşı güvence altında olması mümkün olamaz.
Çünkü; kadını erkeğe tabi gören bir anlayış kadının sağlık hakkını önceleyen bir hekimlik mesleği icra edemez.
Sağlık Bakanlığı’nın Ali Edizer’in görevine derhal son vermesi yetmez. Ali Edizer’in medyaya yansıyan, yoğun bakım hastası için hekimlik etik kurallarına aykırı söylemlerinin kurullarımız tarafından değerlendirilecek olması ile birlikte, bir daha kamusal hizmetlerde görev alması bakanlık tarafından engellenmeli ve görevli olduğu süre içerisinde yerine getirdiği uygulamalar hakkında Medeni Kanun’u reddetme, eşitlik ve cinsiyet eşitliğini ihlal eden uygulamalar açısından soruşturma açmalıdır. Sağlık Bakanlığına çalışanlara ve topluma karşı sorumluluğunu tekrar hatırlatıyoruz: eşitlik ilkesi ve cinsiyet eşitliği mesleğimizin vazgeçilmezidir.