
SP Genel başkanı Mahmut Arıkan: Yaşanabilir Türkiye’de terör de, kayyım da, nefret dilide, şiddet de, gözdağı vermeye yönelik gözaltılar da yoktur
SAADET PARTİSİ GENEL BAŞKANI MAHMUT ARIKAN’IN 14 MAYIS 2025 TARİHLİ GRUP TOPLANTISI NOTLARI
Ülkemizdeki son gelişmeler ışığında; Ell i yıldır süren bir acının, Elli yıldır süren bir çatışmanın, Elli yıldır süren bir ayrışmanın ardından, yeni bir sayfa açılma fırsatı doğmuştur. Bu elli yılda çok şey kaybettik. Zamanımızı kaybettik, Gençlerimizi, insanımızı kaybettik, Huzur ve güvenliğimizi kaybettik. Ve en önemlisi geleceğe ilişkin umutlarımızı erteledik.
MİLLİ GÖRÜŞ’ÜN TECRÜBESİ
Öncelikle; biz inancımız gereği, üstünlüğün ancak takvada olduğuna iman etmiş insanlarız. 1071’de Sultan Alparslan’ın ordusunda Kürt askerlerin olduğunu; biliyoruz. Bu toprakların Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanı olduğunu; biliyoruz. Çanakkale’de Niğbolu’da, Yemen’de dört bir cephede kanlarımızı birlikte toprağa akıttığımızı; biliyoruz. Milli Görüş hareketi olarak bizler; ilk günden itibaren Türküyle, Kürdüyle bu milletin kardeşliğinin güçlü bir şekilde tesisi için çalıştık, terörün çözümü için büyük çabalar harcadık. Bunun için Milli Görüş tarihimizde; biri 1991 biri de 1994 yılında iki ayrı rapor yayınladık. Kimsenin cesaret edemediği bir dönemde, Erbakan Hocamız Bingöl’de o meşhur konuşmasını yapmış Bunun için DGM’de yargılanmış ve kendisine siyasi yasak getirilmişti. Yine 2009 yılında, bu sefer Saadet Partisi olarak Kürt meselesinin çözümüne ilişkin yeni bir rapor hazırladık. Bu raporu -isme özellikle dikkat çekmek istiyorum- “Gönüllü Birliktelik ve Kardeşlik” başlığı ile kamuoyuyla paylaştık. Yani bizler; ne tek tipçi jakoben anlayışa teslim olduk, ne de küresel güçlerin ülkemiz üzerindeki oyunlarını görmezden geldik.
HER TÜRLÜ İTHAM VE İFTİRA
Milli Görüş Hareketi, bütün bu çabayı ortaya koyarken -tıpkı bugün olduğu gibi- o gün de her türlü itham, iftira ve baskıya maruz kaldı. Buna rağmen; Ne küstük, ne geri adım attık, ne de kınayanın kınamasına aldırdık; milletimizin kardeşliğine, birlik ve beraberliğine katkı yapacak hakikatleri en güçlü şekilde dile getirmeye devam ettik.
TERÖRSÜZ TÜRKİYE İÇİN!
1 Ekim’de Sayın Devlet Bahçeli’nin, DEM milletvekillerinin ellerini sıkmasıyla görünür olan süreç; 12 Mayıs’ta PKK’nın kendini feshetme ve silah bırakma açıklamasıyla daha ileri bir noktaya taşındı. Bizim için; Akan kanın durmasına, şiddetin son bulmasına, siyasetin alanının genişlemesine, hak ve özgürlükler üzerindeki kısıtlamaların, kalkmasına vesile olacak her adım kıymetlidir. Biz iktidarın şiddetin önüne geçmeye yönelik samimi çabalarını desteklemekten imtina etmeyiz. Ancak iktidarın “neyin olmaması gerektiğine” dair bir vurgu olan “Terörsüz Türkiye” tanımlamasının yeterli olmadığı kanaatindeyiz. İhtiyacımız olanı, istemediğimizi değil, istediğimizi dile getirerek söylemeliyiz.
YAŞANABİLİR BİR TÜRKİYE İÇİN
“Terörsüz Türkiye” müphem bir kavramdır. Bizim ihtiyacımız olan “Yaşanabilir bir Türkiye’dir”. Yaşanabilir bir Türkiye’de terör de yoktur, kayyım da yoktur. Yaşanabilir bir Türkiye’de şiddet de yoktur, gözdağı vermeye yönelik gözaltılar da yoktur. Yaşanabilir bir Türkiye’de kin ve nefret dili de yoktur, inkar ve asimilasyon politikaları da yoktur. Yaşanabilir bir Türkiye’de anneler de ağlamaz evlatlar da yitirilmez. Yaşanabilir bir Türkiye’de hukukun üstünlüğü, emeğe saygı, hakça paylaşım vardır. Yaşanabilir bir Türkiye’de devletin işleyişini, kanun hükmünde kararnameler değil; adalet belirler.
İKTİDARDAN BEKLEDİKLERİMİZ
PKK’nın; silah bırakması, kendini feshetmesi, nasıl olumlu bir gelişme olarak görünüyorsak; İktidarın da; baskı ve tahakkümden vazgeçmesi, ülkeyi şeffaf bir şekilde yönetmesi, TBMM’ni gerçekten bir müzakere zeminine dönüştürmesi aynı şekilde olumlu bir gelişme olacaktır. Genel Başkanların, milletvekillerinin, belediye başkanlarının, gazetecilerin, öğrencilerin vicdanlarda karşılık bulmayan ithamlarla cezaevlerinde bekletilmesinin kimseye bir faydası olmayacaktır. Biz iktidardan; samimi olmasını, şeffaf olmasını, varmak istediği hedefi toplumun her kesimiyle paylaşmasını, siyasi partileri düşman olarak görmekten vazgeçmesini, TBMM’ni gerçek bir müzakere zeminine dönüştürmesini, emperyalist baskılara boyun eğmemesini, bölgede muhtemel savaş ve çatışmalara aparat olmamasını, hiçbir insanımızı ötekileştirmeden herkese kucak açarak memleketi yönetmesini, tüm bu süreçlerde de yapılan uyarılarımızı can kulağıyla dinlemesini, bekliyoruz. Milyonlarca insanımız, 100 yılı aşkın bir süredir sıkı yönetimlerle, olağanüstü hallerle, darbelerle, muhtıralarla, kalkışmalarla, kayyımlarla, faili meçhullerle, parti kapatmalarla ve siyasi yasaklarla bir türlü normalleşemeyen bir ülke olmanın faturasını ödedi. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı aynı gidişatın bir tekrarı olmamalı. Biz bunun için üzerimize düşeni yapmaya hazırız ve yapacağız da. Her zaman söylediğimiz gibi; Bugün de “Yaşanabilir Bir Türkiye” için elimizi değil gövdemizi taşın altına koymakta bir an bile tereddüt etmeyiz.
ASIL MESELE ŞİMDİ BAŞLIYOR
Arkadaşlar, Asıl mesele şimdi başlıyor. Bu süreç sadece duygularla, hamasetle, propagandayla değil; sağduyu ve stratejik akılla yürütülmelidir. Bakınız, -az önce ifade ettiğim- Milli Görüş’ün tarihi tecrübesine dayanarak, şu uyarıyı yapmak istiyorum: Bu topraklara barış, “kan” akıtarak değil, “ter” akıtarak gelecektir. Silahın bırakılması önemli, aynı şekilde milleti ayrıştıran zihniyetin terk edilmesi de önemli.
SİLAHLARLA BİRLİKTE
Evet! Silahlar bir daha çıkmamak üzere yok edilmelidir. Ancak silahlarla birlikte, ülkemize ve bölgemize yönelik emperyal planlar da yerin altına gömülmeli, tarihin çöplüğüne atılmalıdır. Gerçek çözüm Roma’da, Oslo’da, Londra’da, Washington’da değil; Diyarbakır’da, Edirne’de, Trabzon’da, Ankara’dadır.
BU İŞ PARTİLER ÜSTÜ BİR İŞTİR
Kardeşliği hep birlikte büyütmek için; Kürt vatandaşlarımızın tek temsilcisinin “PKK”, sorunun tek muhatabının da “iktidarmış” algısını değiştirmeliyiz. Kimse kusura bakmasın! Bu mesele sadece AK Parti’nin, MHP’nin, DEM Parti’nin meselesi değildir. Türkiye 1’den de, 3’ten de büyüktür! Bu mesele Türkiye’nin meselesidir. Unutmayalım ki; Teröre ödenen bedel, Aziz Milletimizin tümü tarafından ödenmiştir. Bu sürecin nasıl yürütüldüğünü bilmek başta şehit ve gazi ailelerinin olmak üzere; 86 milyon insanımızın en tabii hakkıdır. Dolayısıyla üzerine basa basa yine söylüyorum: Çözümün adresi, Ankara’dır. Makamı, Gazi Meclis’tir. Temsilcisi de Aziz milletimizdir! Buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi, sadece bu süreci ele almak üzere; olağanüstü gündemle toplanmalıdır. Bakınız şu an meclisteyiz. 592 milletvekili var. Birkaçı dışında, milletvekillerinin bu süreçle ilgili hiçbir bilgisi yok. AK Parti milletvekillerinin bile yok! MHP milletvekillerinin bile yok! DEM milletvekillerinin bile yok! Allah aşkına, biz bunları Abdulkadir Selvi’den mi öğreneceğiz; Şamil Tayyar’dan, Mehmet Uçum’dan mı öğreneceğiz? Hayır! Geleceksiniz Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bunları konuşacaksınız. Kimlerle hangi odalarda, neleri konuştunuz bunu bu millettin meclisine anlatacaksınız.
İKTİDARIN ALGI OYUNLARINA DİKKAT
Konuşmamın bu bölümünde, iktidarın algı oyunlarına dikkat çekmek istiyorum. Kapalı kapı siyasetine, pazarlıkvari tutumlarına verdiğimiz tepkiyi; çözüme olan bir tepki gibi lanse ediyorlar. Bu doğru değil! Bu sadece toplumsal kutuplaşmayı körüklüyor.
TEREDDÜTLERİMİZ VAR
Bizim çözüme, kardeşliğe dönük temennilerimiz var; Fakat İktidarın iş tutuşundan dolayı da tereddütlerimiz var. Bu iktidar değil miydi, her fırsatta muhalefeti, Terörle ilişkilendiren, Montaj videolarla meydanlarda hedef gösteren, Kandil’le pazarlık” yapıyor, “İmralı’dan talimat” alıyor diye itham eden. Arkadaşlar o kadar ileri gittiler ki-; Bizim o dönem genel başkanımız; Temel Karamollaoğlu Beyefendi Cumhurbaşkanı adayıyken pasaportuna terör iltisakı şerhi konuldu. Biz kardeşliğe inanıyoruz ama işte bunlardan dolayı tereddütlerimiz var.
TARİHİ ORTAK OLANLARIN KADERİ DE, GELECEĞİ DE ORTAKTIR.
Bu konuda son olarak şunu ifade etmek istiyorum: Tarihi ortak olanların; kaderi de geleceği de ortaktır. Ya birlikte var olacağız, ya birlikte var olacağız. Şimdi kapalı kapıları açmanın, gölgeleri aydınlatmanın zamanıdır. Bu topraklarda yaşayan her etnik kökenden 86 milyon memleket evladının temsilcisi olarak biz Türkiye’nin teminatıyız. Biz, bu sorumluluk bilinciyle konuşuyor; sadece kendi ülkemizin değil, coğrafyamızın da selametini gözetiyoruz. Çünkü biliyoruz ki; bu topraklarda adalet sağlanmadan, bölgemizde barış tesis edilemez. Türkiye içeride kardeşliği, dışarıda ise vicdanı temsil edebilmelidir. Çünkü zulmün olduğu her yerde, mazlumun yanında yer almak; bizim sadece siyasi değil, insani ve tarihi bir görevimizdir.
GAZZE’NİN KANA BULANMIŞ SOKAKLARI
Silahların susması gereken yer, sadece dağlar değil; Gazze’nin kana bulanmış sokaklarıdır. Gazze’de İsrail tarafından yapılan soykırım ve uygulanan abluka; tarif edilemez bir felaket tablosuna dönüşmüş durumda. Bombalardan kurtulanlar; açlık, susuzluk ve hastalıklarla mücadele ediyor. Bir terörist devletin tank, dozer, savaş uçağı soktuğu Gazze’ye; 57 İslam ülkesi olarak bir çuval un sokamıyoruz. ABD Başkanı’nın tatil köyü yapacağım dediği Gazze’ye, 57 İslam ülkesi olarak çadır sokamıyoruz. Evet! Askeri gücü geçtik; İslam ülkeleri ve Türkiye olarak insanî yardım konusunda bile aciz kalmış durumdayız.
YAŞANAN SOYKIRIM BİTECEKTİR! AMA…
Yaşanan soykırım bitecektir. Bugün değilse yarın bitecektir. Ve hiç şüphemiz yoktur ki Gazze Gazzelilerin olarak kalacak ve Filistin nehirden denize özgür olacaktır. Fakaaat, soykırım süresince; Sadece kınamanın acizliğine, Diplomasinin pasif griliğine, ve Filistin meselesinin iç politikadaki oy getirisine bakarak sözü Gazze’den, özü Siyonizm’den yana olanların ikircikli tavrı unutulmayacaktır. Bir kez daha uyarıyoruz; Yarın çok geç olmadan, henüz dövecek diziniz varken; Katil İsrail’in ancak güçten anladığını, onun gücüne maruz kalmadan anlayın. Bu sözümüz; soykırıma karşı, “gözünü kapatmakla tehdit geçer” zanneden herkes içindir.
TRUMP’IN OLASI TÜRKİYE ZİYARETİ
İki gündür Trump’ın olası bir Türkiye ziyareti için kamuoyunun hazırlandığına şahit olduk. Trump-Erdoğan ikilisine dair güzellemeler adeta havada uçuştu. Şimdilik bir ziyaret gözükmüyor. Tabi gün içerisinde ne olur bilemeyiz. İki gündür işi gücü bıraktık; Trump Türkiye’ye gelecek mi, gelmeyecek mi? Putin’le buluşacak mı buluşmayacak mı? Ukrayna zirvesi gerçekleşecek mi, gerçekleşmeyecek mi? Bunu tartışıyoruz. Oysa sorulması gereken asıl soru; Trump’ın gelip gelmediği değil Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesine devam edip etmediğidir. Suriye’deki son gelişmelerin Büyük Ortadoğu Projesinin bir parçası olup olmadığıdır. Trump’ın önceki gün yaptığı “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Suriye konusunda bazı çalışmalar yapıyoruz” söylemidir. Trump’ın; “bazı çalışmalardan” kastı nedir? Bazı çalışmalar Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasıyla mı sınırlı, yoksa bilmediğimiz başka ajandalar da mı var? Arkadaşlar tarihsel tecrübemiz bize şunu gösteriyor; Batı dünyası ne zaman “bahar” dediyse, coğrafyamıza “kış” gelmiştir. Ne zaman “barış” dediyse, “savaş” gelmiştir. Ne zaman “demokrasi” dediyse, “esaret” gelmiştir. Bu yüzden, eğer Amerika ve Avrupa bir şeyi alkışlıyorsa; bize dost diyorlarsa biz iki kere düşünmeliyiz. Bu destek bizi rahatlatmıyor, aksine daha da endişelendiriyor.
SOMA MADEN FACİASI: UNUTMADIK
Dün tarihimizin en büyük iş cinayetlerinden biri olan Soma Maden Faciasının 11. yıl dönümüydü. Ve ne yazık ki, bu 11 yılda ne gerçek sorumlular hesap verdi, ne de benzer faciaların önüne geçecek ciddi adımlar atıldı. Helal lokma peşinde koşan 301 canımızı toprağa gömdüğümüz bir davada, 28 kamu görevlisinden 10’u beraat etti, Kalanlarsa 5-6 ay gibi cezalarla adeta “kurtuldu”. Bu ceza değil teşviktir! Bu cezalar, yeni facialara karşı bir davetiye, denetlemeyen ve takip etmeyenlere cesarettir. Siz, Soma’da sorumlu olanlara neredeyse ödül gibi cezalar verir, Bolu Otel Yangınındaki sorumluları soruşturmadan kaçırırsanız; bu ülkede daha çok facia yaşanır.
DÜNYA ÇİFTÇİLER GÜNÜ
Bugün aynı zamanda “Dünya Çiftçiler Günü”. Tüm çiftçilerimizin Çiftçiler Günü’nü kutluyorum. Biz Yıllardır zarar üzerine zarar eden, Tarlasını boş bırakma aşamasına gelen Borca ekip, faizle ödeyen tüm çiftçilerimizin sorunlarını biliyoruz.Ama bugün burada sizlerin huzurunda bir şey sormak istiyorum. 480 Milyar TL nerede?Nedir bu 480 Milyar TL size anlatayım.Bu iktidar 2006’da bir Tarım kanununu çıkarttı. Dediler ki: “Tarımsal destek ödemelerini Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın %1’i yapacağız”. Bu sevindirici bir gelişmeydi. Ama kendi çıkardığı kanuna, kendisi hiç uymadı! Şimdi, 2025 bütçesinde çiftçiye ayrılan destek 135 milyar lira. Eğer iktidar 2006’da çıkarttığı yasayı uygulamış olsaydı, çiftçiye 615 milyar lira ödeme yapması gerekiyordu. Ama öyle bir şey olmadı tabi! O yüzden biz şimdi soruyoruz nerede bu 480 milyar TL? Nerede bu çiftçinin hakkı? Zirai don oldu sesini duyuramadı! Çiftçi sokağa döküldü yetmedi! kapılarınızı aşındırdı yetmedi! Sesini duyurmak için, daha dün Hatay’da soğan, Niğde’de patates üreticisi eylem yaptı. Siz ne yaptınız? Sıfır gümrükle 1 milyon ton mısır ithalatının önünü açtınız. Çay üreticisini, nefes alamaz hale getirdiniz. Dün yaş çay alım fiyatını açıkladı: Sadece 25 lira 44 kuruş! Üstelik bu fiyata prim de dahil. Yani geçen yıl verilen “taban + prim” uygulaması da ortadan kalktı. Geçen sene yaş çay için 17 TL taban + 2 TL prim olmak üzere 19 TL ödenmişti. Bu yıl ise sadece tek kalemde fiyat açıklandı. Peki bu fiyata ne kadar zam gelmiş oldu? Yüzde 34. Oysa gübreye %60’tan fazla, mazota %80’den fazla zam geldi. İşçilik, nakliye, budama, bakım maliyetleriyse katlandı. Daha ne anlatmak gerekiyor? Çayı üreticisi perişan durumda. Bunu görün artık. Londra’daki tefeciye değil, Anadolu’daki üreticiye kulağınızı vermek için Daha hangi afetin, hangi feryadın olması gerekiyor.
Doğrusu; kendi çiftçisinin ürünü dururken ithalat yapan, dünyanın öbür ucundaki çiftçiye kazandırıp kendi çiftçisine zarar ettiren bu anlayış; elbette bu ülkenin toprağına bereketi, köylüsüne refahı getiremez.
Bu 480 Milyar TL, iktidarın çiftçiye borcudur. Derhal ödenmesi gerekir.
Arkadaşlar şu müjdeyi verip sözlerimi sonlandıracağım: İktidar; önümüzdeki yıllardan birini “Çiftçi Yılı” ilan edip, çiftçiyi de köyden koparmadan önce; Allah’ın izniyle biz iktidar olacağız, çiftçimizi de hayal ettiği günlere ulaştıracağız.