Gazeteci İlhan Karaçay yazdı:Hellim peyniri sorunu ve Hollandalılar’ın ibadet yerlerine bakış açışı
Sorun Türkler ile çözümlenmemişti…
Rumlar, hellim peynirini sahiplenmek için, Kanada ile yapılan CETA sözleşmesini ret eden ilk AB ülkesi oldu.
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile henüz çözümleyemediği hellim peyniri sorununu, şimdi Avrupa Birliği’nin başına bela etti.
Avrupa Birliği’nin Kanada ile ticaret konusunda imzaladığı ama 40 ülkenin oluruna sunduğu
Kapsamlı Ekonomik ve Ticaret Anlaşması CETA, henüz sadece 14 ülke tarafından onaylandı.
Diğer ülkelerin de olurunu bekleyen Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nden gelen ilk ret tepkisiyle şaşkına döndü.
Önceki gün Rum Parlamentosunda yapılan oylama görüşmelerinde, bizim ‘hellim’ olarak andığımız, Rumlar tarafından ise ‘hallumi’ olarak anılan peynir çeşidinin, tıpkı İtalyanlar’a uygulanan Parma Jambonu gibi, Kıbrıslı Rumlar’a özge bir isim olarak korunması istendi.
Kanada ile anlaşma aşamasında olan CETA’nın, ‘hallum’ adını tehlikeye sokacağı, bu peynir çeşidinin özellikle ABD, Danimarka, İngiltere ve Kanada’da imitasyon ile zarar göreceği görüşleri arasında oylanan teklif, çoğunluk tarafından ret edildi. Böylece CETA sözleşmesine ilk ret tepkisi Rumlar’dan gelmiş oldu.
TÜRK KESİMİ İLE YAŞANAN SORUN
Avrupa Birliği’nin başını çok ağırtacağa benzeyen bu konu, daha önce de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile de yaşanmıştı.
Hellim peynirinin başka yerlerde üretimine mani olmak için girişim başlatmış olan Rumlar, AB Komisyonu’na müracaat ederek ‘korunmuş menşe işareti’ (PDO) belgesi talep etmişti.
Rumların engellemeleri üzerine zaten birçok ekonomik sorun yaşayan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ise söz konusu peynirin her iki ismiyle de tescillenmesine razı olmuştu.
Tartışma konusu olan peynire Türk tarafı ‘hellim’, Rumlar ‘hallumi’ adını veriyor. AB Komisyonu’nun peynire sadece Rum ismi olan ‘hallumi’ ile PDO vermesi durumunda Kıbrıslı Türk peynir üreticileri büyük bir mağduriyet yaşayacaktı.
Avrupa Parlamentosu’nun İngiliz üyesi Sarah Ludford bir açıklama yaparak AB’nin hellim peynirini sadece Rumlar’a mahsus bir ürün olarak tescil edilmesi halinde Türkler’in yeni bir ayrımcılık ve mağduriyetle karşılaşacağı uyarısı yapmıştı.
AB’nin, Türkler’in hellim Rumların hallumi dedikleri peynire eşit muamele yapması gerektiğine işaret eden Ludford, aksi durumda Kıbrıslı Türk peynir üreticilerinin büyük zarar göreceğine dikkat çekmişti.
Daha sonra yazılı bir açıklama yapan Ludford, Avrupa Birliği’nin 2004’te Kıbrıslı Türkler’in tecridine son vermek için kararlar aldığı halde, harekete geçemediğini hatırlatarak ‘hellime ayrımcılık yaparak Türklerin ekonomik durumunun kötüleşmesine’ AB’nin katkıda bulunmaması gerektiğini belirtmişti.
KKTC, ihracatının yaklaşık yüzde 18’ine tekabül eden hellim üretiminde, 12 bin kişi çalışıyor. AB’nin sadece Rumlar’ın hallumi peynirini tescillemesi durumunda, Türkler ürünün pazarlanmasından satışına kadar birçok alanda sorunlarla karşılaşacak.
Avrupa Birliğini CETA anlaşması konusunda çok yoracağı bilinen bu konunun, Rum parlamentosunda yeniden oylanması konusunda girişimler başlatıldığı öğrenildi.
CETA ANLAŞMASI
CETA Anlaşmasının önemini ortaya koymak için, başlangıçta yayınlanan bir haberi sunuyorum:
AB ve Kanada arasında yıllarca müzakere edilen Kapsamlı Ekonomik ve Ticaret Anlaşması geçici olarak yürürlüğe girdi.
Avrupa Birliği (AB) ile Kanada arasında müzakereleri 7 yıl süren Kapsamlı Ekonomik ve Ticaret Anlaşması (CETA), bugünden itibaren geçici olarak yürürlüğe girdi.
Serbest ticaret anlaşması olan CETA kapsamında AB ile Kanada arasındaki gümrük vergilerinin ortadan kalkması, karşılıklı ticaret, yatırım ve istihdamın artması öngörülüyor.
Via e-mail verzenden: Hollandalılar’ın ibadet yerlerine bakış açışı. 25 kilise camiye donustu
Hollandalılar’ın ibadet yerlerine bakış açısı
Bu güne kadar 25 kilise camiye dönüştürüldü
Biz, Ayasofya konusunda milletçe çok duyarlı davranırken,
Hollandalılar kiliselerinin camiye dönüştürülmesinden hiç rahatsız olmadılar.
İlhan KARAÇAY’ın analizi
Kültür farkı mıdır, inanç farkı mıdır, gelenek görenek farkı mıdır, normlara değer verip vermemek midir, vurdumduymazlık mıdır, yoksa aşırı duygusallık mıdır çözemedim ama, Hollandalılar ile biz Türkler’in, ibadet yerlerine bakış açısı arasında dağlar kadar fark vardır.
Biz, Ayasofya konusunda millet olarak çok duyarlı davrandık ama, Hollandalılar kendi ibadet yerleri olan kiliselerin camiye dönüştürülmesinden hiç rahatsız olmadılar. Öyle ki, bugüne kadar 25 kilise müslümanlar tarafından satın alınarak camiye dönüştürülmüştür.
Hollanda’da mevcut olan 6900 kilisenin 1400’ü, kullanılmadığı için meydana gelen masraflar nedeniyle yeni imar planları ile iskân ve işyerine dönüştürülmüştür.
Hollanda’ya 1960’lı yılların başında gelmeye başlayan Türkler’in, namaz kılacakları mescitler bile yoktu. 1969 yılında, Friesland’ın Grouw köyünde 70 Türk çalışıyor ve ikamet ediyordu. Bir bayram günü namaz kılmaları için, kantinin bulunduğu salon mescit haline getirilmişti. Aynı durum Hollanda’nın dört bir yanında yaşanıyordu.
Başlangıçta mescit yeri bulmakta güçlük çeken Türkler’in şimdi 148’i Diyanet’e bağlı olan 200’ü aşkın camisi var.
Minareli olarak inşa edilmeye başlanan camilerin yanında, kiliseden dönüştürülmüş camiler de var.
Hollandalılar, kiliselerin camiye dönüştürülmesinden başlangıçta rahatsız olmuyorlardı. Gerek New Yorkta’ki ikiz kulelerin saldırıya uğraması ve gerekse daha sonraki İSİD vahşetleri bu durumu değiştirir gibi oldu.
Zaten bu nedenle 2000 yılından bu yana da kiliselerin müslümanlara satışı durdu gibi…
Geçen yıl Lahey’deki Thomas Kilisesi, Ahmediyya Cemiyetine satılan son kiliseydi.
CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLEN KİLİSELER
Hollanda’da camiye dönüştürülen ilk kilise Amsterdam’daki ‘De Zaaier’ olarak anılan kilise oldu. Kentin en geniş caddesi olan Rosengracht üzerinde bulunan bu kilise 1890 yılında, Sosyalist İşçi Hareketi Constantia tarafından inşa edilmişti. 1929 yılında Sint-Ignatius Kilisesi olarak hizmete devam etti ama diğer bir adı da ‘De Zaaier’ idi.
1981 yılında mescit bulmakta bile güçlük çeken müslümanlara önderlik yapan Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu, kilise olarak faaliyet göstermeyen, bazen toplantı salonu bazen de disko olarak çalıştırılan bu yeri satın almak için harekete geçti. Başkan İbrahim Görmez ve bugün çoğu rahmetli olan yöneticilerden Hamit Taş, Sabri Mercimek, Cemal Emirmustafa ve Ömer Korkmaz, 1465 metrekare üzerine kurulmuş olan bu yeri 1 milyon 311 guldene (Bugünkü para ile 700 bin euro) satın aldılar. Bugünkü değeri 35 milyon euro olan bu kilise,restorasyon çalışmalarından sonra 1982 yılında Fatih Camii olarak hizmete girdi.
Türkler’in kilise satın alarak camiye dönüştürdükleri yerlerden biri de, Veggel şehrindeydi. Kullanılması tehilikeli olan bina yıkıldı ve yerine cami yapıldı. Aynı durum Eindhoven’de de yaşandı.
Türkler tarafından satıl anlına kilise yine tehlike arzettiği için yıkıldı ve yerine cami yapıldı.
En ilginç gelişme ise Lahey’de yaşandı. Kullanılmayan bir Yahudi Sinagogu’nu işgal eden Türkler, daha sonra masaya oturdukları Belediye yetkilileri ile yaptıkları pazarlık sonucunda burayı satın aldılar ve yerine muhteşem bir cami inşa ettiler. O zaman yayınlanan Hürriyet gazetesinde bu camiye Fatih adı verileceği yazılmıştı. Daha sonra caminin adı Mescidi Aksa oldu.
Şimdi gelelim analizimin ana noktasına.
Yukarıda belirtmiş olduğum gibi, daha önceleri kendi ibadet yerlerinin camiye dönüştürülmesinde hiçbir sakınca görmeyen ve ‘Eyvah, dinimiz elden gidiyor’ diye feryat etmeyen Hollandalılar, islam dünyasındaki olumsuz gelişmelerden sonra, aynı fikir ve inancı koruyamadılar.
Hele hele, Ayasofya’nın Müze’den camiye dönüştürüldüğü haberlerinden sonra daha da hassaslaşan Hollandalılar, medya kanalıyla yaptıkları açıklamalarda, bundan böyle hiçbir kilisenin müslümanlara satılmasını istemediler.
‘Hollandalılar’ derken, tabii ki dini kurumları kastediyorum.
Dinci yazarlar da sert başlıklarla isyanlarını ifade ediyorlar.
Bir başlık şöyle: ‘Bir kikiseyi müslümanlara satmak kâfirliktir.’
İkinci bir başlık da şöyle: ‘Kiliseyi camiye dönüştürmeye de Okey değil mi?’