Ekonomi ve sağlık haberleri (13.05.2018)
Kayseri Ticaret Borsası’ndan KTO Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Gülsoy’a Ziyaret
Kayseri Ticaret Borsası (KTB) Yönetim Kurulu Başkanı Recep Bağlamış ve yönetim kurulu üyelerinden oluşan heyet, Kayseri Ticaret Odası (KTO) Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Gülsoy’a hayırlı olsun ziyaretinde bulundu.
Kayseri Ticaret Borsası Başkanı ve yönetim kurulu üyelerinin ziyaretlerinden duyduğu memnuniyeti dile getiren KTO Başkanı Ömer Gülsoy, “ Şehrimiz, bir ticaret şehri olduğu kadar son yıllarda yapılan yatırımlar sayesinde ülke ve hatta dünya çapında bir ticaret ve sanayi şehri olma yolunda emin adımlarla ilerlemektedir. Bu potansiyelimizi ve kapasitemizi de göz önünde bulundurarak daha fazla girişim, katma değeri daha yüksek üretim, daha fazla yatırım ve istihdam gibi hedeflere odaklanmalıyız. Bu yolda çalışırken de odalar ve borsalar olarak ticaretin gelişmesi için el birliği içerisinde çalışmalıyız” diye konuştu.
Ticaret Borsası Başkanı Recep Bağlamış ise, “Borsamız ve Odalarımızla birlikte önce üyelerimizin, sonra da şehrimiz ve ülkemizin menfaatleri doğrultusunda çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Seçimlerde üyelerin büyük teveccühüyle göreve gelen Başkan Ömer Gülsoy ve ekibine hayırlı olsun diyor, yeni çalışma döneminde başarılar diliyorum” dedi.
TÜRK SAĞLIK SEN KAYSERİ ŞUBE BAŞKANI KAMİL ÜNAL IN HEMŞİRELER GÜNÜ İLE İLGİLİ AÇIKLAMASI
DEVLETİN ŞİFA VE ŞEVKAT ELİ HEMŞİRELERİMİZİN
İŞ YÜKÜ AĞIR, ÜCRETLERİ YETERSİZDİR
Türkiye’de görev yapan 153 bine yakın hemşire arkadaşımızın 12-18 Mayıs Hemşireler haftasını bayram havasında kutlamalarını isterdik.
Fakat biriken sorunlar, karşılanmayan talepler ve gerçekleşmeyen beklentiler nedeniyle bu uzak bir hayal olarak kalmıştır.
Gece gündüz, bayram, tatil demeden devletimizin verdiği görevle milletimize hizmet eden, ailesinden, sosyal yaşamından kutsal görevi için fedakarlıkta bulunan hemşirelerimizin hakkının ödenemeyeceği konusunda tam bir mutabakat vardır. Fakat iş haklarını vermeye gelince ne yazık ki geride durulduğunu, kulak üstüne yatıldığını görüyoruz.
Taşerona kadro verildi ama hala sözleşmeli hemşire, vekil ebe hemşire gibi istihdam modelleri ile ekonomik ve özlük hakların kısıtlandığını görüyoruz.
Bunun sonlandırılması adına tüm sözleşmelilerin kadrolu olması için Türkiye Kamu-Sen olarak bir dilekçe kampanyası başlattık. Bu konuda kadrolu olmayan tüm çalışanlardan, hemşire arkadaşlarımızdan mücadelemize destek bekliyoruz.
Hemşirelerimizin iş yükü katlanılmaz bir boyuta ulaşmıştır. Türkiye’de 100 Bin kişiye düşen ebe hemşire sayısı 257 iken OECD ortalaması ise 1098’dir. Yani Türkiye’deki hemşireler OECD ortalamasına göre 4 kat daha fazla çalışmaktadırlar.
Bu yoğun iş yükünün yanında her gün yaşanan şiddet vakaları ve mobbinglerde eklendiğinde çalışanların tükenmişlik sendromuna mahkum edildiklerini görüyoruz.
Hemşirelerimiz daha çok çalışırken ücretleri ise her geçen gün erimektedir. Herkes 5-6 yıl önce aldığı döner sermayeyi mumla aramaktadır. . İş yükü artarken performans ücretleri yok olarak, sabitten başka para ele geçmez olmuştur.
Bunun yanında birde malum-sen’in toplu sözleşmede imza attığı enflasyonun altında ezilen zam artışıyla maaşlarda erimiştir.
Talebimizi döner sermayelerin arttırılarak emekliliğe yansıtılması ve memurlara büyümeden pay verilmesidir. Ancak böylelikle çalışanlar bir nebze olsun rahatlayabileceklerdir.
Bunun yanı sıra hemşireler haftasında hemşirelerimiz memnun edecek bir gelişmede hiç şüphesiz ki emeklilere verilecek olan bayram ikramiyelerinin tüm kamu çalışanlarına ödenmesine yönelik talebimizin hayata geçirilmesi olacaktır. Aileleriyle 10 milyon vatandaşımızı sevindirecek bu gelişmeye hükümetin bir an önce imza atmasını bekliyoruz. Türkiye Kamu-Sen olarak bunun için yoğun bir mücadele veriyoruz. Hükümet bu talebimize sessiz kalmamalıdır. İkramiye bizim hakkımızdır. Mutlaka hanemize yazılmalıdır.
Daha iyi çalışma şartları sağlanması ve temel ücretlerin iyileştirmesi arzumuzdur. Bunun bir an önce gerçekleştirilmesi gereklidir. Hemşirelerimizin Hak ettikleri mali ve sosyal haklar, çalışma hayatını kolaylaştıracak imkânlar Hemşirelerimize ve tüm sağlık çalışanlarına sunulmalıdır.
Fedakârlık timsali, devletin şifa ve şefkat eli hemşire arkadaşlarımızın sorunlarının çözülmesi ve taleplerinin gerçekleşmesi temennisiyle 12-18 Mayıs hemşireler haftasının kutluyor, çalışma hayatında kolaylıklar diliyorum.
Melikgazi Hastanesi Hemşireleri Unutmadı
Kayseri Özel Melikgazi Hastanesi 12 Mayıs Dünya Hemşireler Gününde sağlık çalışanlarını unutmadı.
Hemşireler Günü kapsamında hastanenin resrorantında bir kutlama programı düzenlendi.
Melikgazi Hastanesi Başhekimi Uzm.Dr. Mustafa Demirel, burada yaptığı konuşmada, sağlık hizmetlerinin doktor, hemşire, memuru ve diğer çalışanları ile bir bütün olduğu ifade ederek, “ Hemşireler sağlık hizmetlerinin olmazsa olmazlarındandır. Zor bir görevi icra eden hemşirelerimiz hastalara sevgi ve sabırla yaklaşarak hizmet ediyorlar. Onların Hemşireler Günün kutluyorum” dedi.
Başhekimi Uzm.Dr. Mustafa Demirel, hastanede görev yapan hemşirelere gül vererek onlarla sohbet etti.
Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde görülme oranları giderek artan kalp yetersizliğinin önemli bir halk sağlığı problemi olması bakımından, bu konudaki toplumsal farkındalığın artırılması son derece önem arz ediyor. 7-13 Mayıs Kalp Yetersizliği Farkındalık Haftası sebebiyle görüş bildiren Prof. Dr. Cihangir Kaymaz genellikle kronik ve ilerleyici olan bu hastalığın beş yıllık yaşam beklentisinin bazı evrelerde %50’ye kadar düştüğünü belirterek kalp yetersizliği hastalarında zatürre riskinin arttığı konusunda uyardı.
Kalp Yetersizliği Farkındalık Haftası sebebiyle görüş bildiren Sağlık Bilimleri Üniversitesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı ve Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Cihangir Kaymaz kalp yetersizliğini şöyle açıkladı: “Kalp yetersizliği önemli bir halk sağlığı problemidir. Kalp yetersizliği tanım olarak kompleks bir durum olup, kalp kasının kasılmasında veya gevşeme işlevinin yetersiz olması ile oluşan klinik bir sendromdur. Kalp yetersizliği genellikle kronik ve ilerleyicidir. Tüm dünyada yaşam beklentisinde uzama ve yaşam şekli değişikliği ile sıklığı artmaktadır.”
Hastalığın görülme sıklığının Türkiye’de artması bekleniyor
Prof. Dr. Kaymaz, kalp yetersizliğine dair Türkiye ve dünya verilerine değinerek ülkemizde hastalığın görülme sıklığında bir artış beklendiğini kaydederek şu verilere değindi: “Dünyada kalp yetersizliği sıklığı %2 civarında olup bu rakamlar genel popülasyon değerleridir. Ülkemizde ise hastalığın görülme sıklığı 2011 yılında gerçekleştirilen HAPPY çalışmasına göre semptomu olanlarda %2,9, semptomu olmayan kişilerde ise %4.9 olarak tespit edilmiştir. Ülkemizde yaşlı nüfusun artması sebebiyle kalp yetersizliği görülme sıklığının da artması beklenmektedir.”
Pnömokok hastalıkları kalp yetersizliği nedeniyle ölüm riskini artıyor
Kalp yetersizliğinde tedavide ilerlemelere ve önleyici uygulamalara rağmen ölüm oranı hala yüksek. Prof. Dr. Kaymaz bu klinik durumda zatürre (pnömokok) aşılanması ile bazı ölümlerden kurtulmanın mümkün olduğunu belirterek pnömokok hastalık riskleri hakkında önemli bilgiler verdi: “Pnömokok etkeni ilk olarak Pasteur tarafından 1881 de keşfedilmiştir. Pnömokok enfeksiyonu genelde kış aylarında burunda ve boğazda taşıyıcı olanlardan diğer kişilere solunum yolu ile bulaşır. Hafif olarak kulak enfeksiyonu, yapabilirken, bazen de ciddi pnömokok zatürresi ve menenjite, bazen de ölümlere neden olabilmektedir. Pnömokok enfeksiyonlarının dünyada yılda 1,6 milyon kişinin ölümüne neden olduğu düşünülmektedir.”
Pnömokok enfeksiyonlarının ölümcül sonuçlar doğurabileceği kalp ve damar hastaları üzerindeki etkisine değinen Prof. Kaymaz, “Pnömokok enfeksiyonu sağlıklı kişilerde ve kalp damar hastalıklarında damarda kötü kolesterolün hücreye girişini artırarak damarda tıkanıklık eğilimini artırabilme ihtimali nedeniyle kalp yetersizliğinde artışa ya da kalp fonksiyonunda azalmaya sebep olabilir. Pnömokok enfeksiyonu daha önceden kalp yetersizliği olan hastalarda hastaneye yatış gerekliliğini artırırken ölüme sebep verme ihtimalini de artırıyor. Ters çan eğrisi şeklinde çocuklukta ve özellikle ilk yaşlardaki yüksek ölüm oranı adölesan çağla birlikte azalırken elli-altmış yaşından itibaren tekrar belirgin şekilde artış gösteriyor. Bu enfeksiyon, kalp yetersizliği gibi ek hastalığı olanlarda bu yaşlardan önce de ciddi sonuçlar doğurabilen ciddi bir enfeksiyon sebebidir” şeklinde konuştu.
Kalp yetersizliği hastalarına pnömokok/zatürre aşısı uygulanması ölüm, sakatlık ve hastaneye yatış oranlarını düşürüyor
Prof. Dr. Kaymaz, T.C. Sağlık Bakanlığının risk grubu aşılama duyurusunda olduğu gibi pnömokok aşılarını 65 yaş üstü herkese, 65 yaş altında ise kalp yetersizliği gibi kronik hastalığı olan kişilere önerdiğine vurgu yaparak ülkemizde erişkinlerde aşılanma oranının %2 olduğunu, bu rakamın yaşlı nüfus göz önüne alındığında çok yetersiz olduğunu ifade etti. Prof. Dr. Kaymaz, “Kalp yetersizliği gibi kronik hastalıklarda genel olarak iyileşmenin daha zor, uzun ve enfeksiyona yanıtın ağır olabilmesi nedeniyle aşılanma önerilmektedir. Ayrıca yeni tip konjüge olan aşıların, burun boğazda taşıyıcılığı azaltması da bir avantajdır ve hasta yakınlarına hastalık bulaşmasını azaltabilir. Dahası, aşılanma ile kalp yetersizliğinde ölüm, sakatlık ve hastaneye yatışları azaltmada katkı sunabilir” şeklinde konuştu.
Kalp yetersizliği olan hastalar enfeksiyonlara karşı aşılanmalı
10 yıl içinde Türkiye’de kalp yetersizliği sıklığının iki kat artması bekleniyor
Kalbin, yapısal veya işlevsel bozukluğu dolayısıyla dokulara yeterince oksijen sunamaması sonucu ortaya çıkan kalp yetersizliğinin gelişiminde iskemik kalp hastalıkları başta olmak üzere birçok faktör rol oynuyor. Türkiye’de 35 yaş üstünde tahmini kalp yetersizliği görülme sıklığı yüzde 6-8 civarında ve önümüzdeki 10 yıl içinde bu oranın iki kat artması bekleniyor. 7-13 Mayıs Kalp Yetersizliği Haftası sebebiyle görüş bildiren Doç. Dr. Ahmet Çelik, birçok enfeksiyona karşı bağışıklığı düşüren bu hastalıkta aşılamanın son derece önemli olduğunu vurguladı ve hastaları enfeksiyon henüz gelişmeden tedbir almaları konusunda uyardı.
Kalp Yetersizliği Haftası nedeniyle görüş bildiren Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Avrupa Kardiyoloji Derneği Uzmanı, Avrupa Kalp Yetersizliği Birliği Üyesi ve Kalp Yetersizliği Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Çelik, kalp yetersizliği gelişiminde iskemik kalp hastalıkları başta olmak üzere birçok faktörün rol oynadığını aktardı: “Kalbin, yapısal veya işlevsel bozukluğu dolayısıyla dokuların metabolik ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde oksijen sunamaması sonucu oluşan klinik bir sendromdur. Kalp yetersizliğinin gelişiminde iskemik kalp hastalıkları başta olmak üzere birçok faktör rol oynamaktadır. Altta yatan nedenlere bağlı olarak bazen önlenebilir, bazen geri döndürülebilir, bazen de geri döndürülemez şekillerde karşımıza çıkabilmektedir.”
10 yıl içinde Türkiye’de kalp yetersizliği sıklığının iki kat artması bekleniyor
Hastalığa dair Türkiye ve dünya verilerini paylaşan Doç. Dr. Ahmet Çelik şöyle konuştu: “Türkiye’de 35 yaş üstünde tahmini kalp yetersizliği görülme sıklığı yüzde 6-8 civarındadır ve gelişmiş ülkelere göre bu oranın oldukça yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Önümüzdeki 10 yıl içinde de bu oranın iki kat artması beklenmektedir. Gelişmiş ülkelerde kalp yetersizliği görülme sıklığı, yetişkin popülasyonun yüzde 1-2’si civarındadır. Avrupa ve Amerika’da kalp yetersizliği görülme yaş ortalaması 70 iken ülkemizde kalp yetersizliği görülme yaş ortalaması 62’dir. Ülkemizde yaklaşık olarak 1 milyon kalp yetersizliği hastasının olduğu tahmin edilmektedir. Dünyada kardiyoloji alanında hem medikal tedavilerin hem de girişimsel, cihaz ve cerrahi tedavi seçeneklerinin artması sonucu hastaların yaşam süresi uzamakta; bununla beraber kalp yetersizliği görülme sıklığı da giderek artmaktadır. Kalp yetersizliği gerçeği, giderek büyüyen bir oranda ön plana çıkmıştır ve gelecekte daha da fazla insanda görülmesi beklenmektedir.”
Kalp yetersizliği hastalarında zatürre gibi enfeksiyonlar daha ciddi seyrediyor
Doç. Dr. Ahmet Çelik, hastalığın risklerini şu sözlerle aktardı: “Kalp yetersizliği olan hastaların seyri maalesef bilinenin aksine çoğu kanserden kötüdür. En önemli risk, kalp yetersizliğinin kötüleşmesinden dolayı yaşam kalitesinin ciddi bir şekilde bozulması, hastaneye sık yatış gereksinimi ve ölümdür.”
Bu hastalarda kalp yetersizliğinin kendisinden kaynaklanan sebeplerden ötürü pnömokokal enfeksiyonlara; yani başta zatürre olmak üzere birçok enfeksiyona karşı bağışıklığın düştüğünü vurgulayan Doç. Dr. Ahmet Çelik, “Bu enfeksiyonlar hem kalp yetersizliğinde kötüleşmeye ve hemo-dinamik bozulmalara hem de kalp yetersizliğinden ötürü ölümlerin artmasına neden olabilmektedir. Zatürre ve diğer enfeksiyonlar bu hastalarda görüldüğünde, kalp yetersizliği olmayan kişilere göre daha gürültülü bir seyir göstermektedir. Bu hastalarda basit diye düşünülen enfeksiyonlar, hastaneye yatmaya neden olmakta ve ölümle sonuçlanabilmektedir” diye konuştu.
“Kalp yetersizliği hastalarında enfeksiyonlarla mücadelenin en önemli yolu, enfeksiyon henüz gelişmeden engelleyebilmektir”
Doç. Dr. Ahmet Çelik, kalp yetersizliği hastalarında enfeksiyonlarla mücadelede en önemli yolun, enfeksiyon henüz gelişmeden engelleyebilmek olduğuna dikkat çekti. Çelik, şöyle konuştu: “Bunun en önemli yolu da aşılama yapmaktır. Kalp yetersizliği olan hastaların hemen tamamına yakını aşılamaya oldukça olumlu yaklaşmakta ve gönüllü olmaktadır. Çünkü yaşam kalitesinin ne denli önemli olduğunu bu hastalar çok iyi bilmektedirler. Yaşam kalitesini bozacak, kalp yetersizliğini kötüleştirecek her zararlı olay kendilerine hekimler tarafından açıklandığında veya bu olayları yaşadıklarında hekim tavsiyelerine uyma oranları çok yükselmektedir. Kalp yetersizliğinin doğal seyrinde sıkça görülebilen nefes darlığı, halsizlik, uykusuzluk, çabuk yorulma ve vücudun çeşitli yerlerinde ödem oluşumu gibi semptom ve bulguları bu hastalar çok iyi tanımaktadırlar. Tedaviye uyumun en üst düzeyde olduğu zamanlarda bu şikayetlerinin azaldığı ve yaşam kalitelerinin arttığını fark edebilmektedirler. Kalp yetersizliği hastaları, yaşam kalitelerini tamamen bozabilecek ve hastalığın seyrini geri dönüşümsüz bir şekilde bile bozma ihtimali bulunan enfeksiyonlardan korunmaya azami özen gösterecek bir hasta popülasyonudur.”
Kalp yetersizliği hastaları hem pnömokokal hem de influenza enfeksiyonlarına karşı aşılanmalı
Türk Kardiyoloji Derneği ve Kalp Yetersizliği Çalışma Grubu’nun her zaman aşılamayı desteklediğini, Avrupa Kardiyoloji Derneği Kalp Yetersizliği Kılavuzlarında da aşılamanın öneminden bahsedildiğini ifade eden Doç. Dr. Ahmet Çelik, pnömokok ve influenza aşılamalarına ilişkin önerilerini paylaştı: “Kalp yetersizliği olan bireylerin mutlaka hem pnömokokal hem de influenza enfeksiyonlarına karşı aşılanması, bu hastalığın tedavisinde oldukça önemli bir yer tutar. Bu kırılgan hastalarda önlenebilir enfeksiyonların başında zatürre ve grip gelmektedir. Ülkemizde her iki enfeksiyona karşı aşının bulunması ve bu aşıları teminde Sağlık Bakanlığının desteği ve SGK’nın geri ödeme olanağının olması çok büyük bir şans. Hastalar devlet desteğiyle ücretsiz olarak bu aşıları yaptırabilmektedir. Bütün kalp yetersizliği olan hastalara ve yakınlarına çağrım; kardiyoloji hekimlerine giderek bu aşıları yaptırmaları ve ölümcül olabilen bu enfeksiyonlara karşı en önemli silah olan aşı yaptırabilme şansını kaçırmamalarıdır. Bir hastalığı önlemenin en önemli yolunun henüz gelişmeden önlem almak olduğunu hatırlatmak isterim. Erişkin yaş grubunda uygulanabilecek 2 grup pnömokok aşısı bulunuyor. Konjuge pnömokok aşısı (KPA-13) ve polisakkarid pnömokok aşısı (PPA-23) ülkemizde mevcut. Ayrıca kalp yetersizliği hastalarının yılda bir kez influenza (grip) aşılarını da yaptırmaları elzemdir.”
Kalp yetersizliği hastaları bilgisayar destekli uyarı sistemiyle aşı birimine yönlendiriliyor ve ücretsiz aşılarını oluyorlar.
Prof. Dr. Kaymaz Sağlık Bilimleri Üniversitesi Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne başvuran erişkin hastaların aşılara ulaşımıyla ilgili bilgiler verdi. Kaymaz şunları söyledi: “Kurumumuzda Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Müdürlüğünün hazırlamış olduğu aşı programı ile uyumlu olarak, hastanın kalp yetersizliği teşhisinin bilgisayar sistemine girilmesiyle birlikte, sistem otomatik olarak hekime uyarıda bulunuyor ve böylece hastanın aşı birimine yönlendirilmesi ve ücretsiz şekilde aşılanması sağlanıyor. Bilgisayar destekli uyarı sistemiyle hastaların aşı birimine yönlendirilmesinin sağlanması ülkemizdeki diğer hastanelerde de uygulanabilir. Bu sayede hastalarımızın önlenebilir sebepler nedeniyle hayatını kaybetmesi engellenebilir.”
Su ürünleri ve hayvansal mamuller sektörü tecrübeye sahip çıktı
Türkiye’nin 2023 yılı ihracat hedefine 3.5 milyar dolar katkı sağlamayı hedefleyen Su ürünleri ve hayvansal mamuller sektöründe, Türkiye Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller Sektör Kurulu Başkanlığı’na Ege Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Sinan Kızıltan seçildi.
Nisan ayında yapılan ihracatçı birlikleri genel kurulları sonrasında İzmir Urla’da toplanan Türkiye Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller Sektör Kurulu’nda; Sektör Kurulu Başkan Yardımcılıklarına ise; İstanbul Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ahmet Tuncay Sagun ve Akdeniz Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Alican Yamanyılmaz getirildi.
Her üç isimde geçmiş dönemlerde birliklerinde Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapmıştı. İki dönem kuralı gereği bu dönem Başkan adayı olamamışlardı.
Türkiye Su Ürünleri Sektör Kurulu Başkanı Sinan Kızıltan, sektör olarak 2000 yılı sonrasında ihracatta büyük bir atılım içine girdiklerini Nisan ayı sonu itibariyle yıllık 2.4 milyar dolar ihracat rakamına ulaştıklarını kaydetti. Kızıltan, “2018 yılının Ocak – Nisan döneminde yüzde 20’lik ihracat artış hızı ile 830 milyon dolarlık dövizi Türkiye’ye kazandırdık. Sektörümüzdeki 3 ihracatçı birliğinin ortak pazarlama stratejisi oluşturarak 2023 yılı ihracat hedeflerine, 2022 yılında sona erecek görev süremiz içinde ulaşmak amacındayız” şeklinde konuştu.
Su Ürünleri ve Kanatlı Sektörü Komiteleri kurulacak
Su Ürünleri ve Hayvansal Mamuller Sektörünün ihracatında ilk iki sırada yer alan su ürünleri ve kanatlı ürünleri ile ilgili komiteler kurma kararı aldıkları bilgisini veren Kızıltan, Kanatlı sektörü için Afrika pazarını, Su ürünleri sektörü için ise; Brezilya’yı hedef pazar olarak belirlediklerini sözlerine ekledi.
Su ürünleri 328 milyon dolar ihracatla sektör lideri
Su ürünleri ve hayvansal mamuller sektörünün 2018 yılının Ocak – Nisan döneminde gerçekleştirdiği 830 milyon dolarlık ihracatta Su ürünleri sektörü 328 milyon dolar ile en büyük katkıyı sağlarken, Kanatlı sektörü 163 milyon dolar, Yumurta sektörü 147 milyon dolar dövizi Türkiye’ye kazandırdı. Bu sektörleri 92 milyon dolar ile Süt ürünleri sektörü ve 11 milyon dolar ile bal ihracatı izledi.
Egeli mobilya, kağıt ve orman ürünleri ihracatçılarından 2022 yılı için 1 milyar dolar ihracat hedefi
Türkiye’de dış ticaret fazlası veren sektörler arasında yer alan ve 2023 yılı için 6 milyar dolar ihracat hedefi olan Mobilya sektörü, Ekonomi Bakanlığı’nın Uluslararası Rekabetçiliği Geliştirme (URGE) Projesi ile hedef pazarlara ulaşmayı hedefliyor.
26 Nisan 2018 tarihinde gerçekleşen genel kurulda seçilen Ege Mobilya Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu, ilk toplantısını gerçekleştirerek hem görev dağılımını yaptı hem de 2018-22 dönemi için yürüteceği projeleri masaya yatırdı.
Ege Mobilya Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Cahit Doğan Yağcı başkanlığında, Ege İhracatçı Birlikleri’nde yapılan toplantıda Nurettin Tarakçıoğlu ve Ali Fuat Gürle Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılıklarına, Celil Önder Türer ise; Yönetim Kurulu Muhasip Üyeliğine oybirliği ile seçildi.
Ege Mobilya Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği’nde; Ferit Kora, Levent Dolmen, Kazım İlter Gürel, Latif Özbek, Cengiz Erol, Mehmet Sabri Baltaş ve Metin Güreler Yönetim Kurulu Üyesi, Özge Ertuğrul Parlas, Sedef Sedef ve İmran Yük Denetim Kurulu Üyesi olarak görev yapacak.
Mobilya sektörüne yönelik projelere hız verilecek
Ege Bölgesi’nde mobilya sektörünün son yıllarda büyük bir dinamizm kazandığı bilgisini veren Ege Mobilya Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Cahit Doğan Yağcı, 2018-22 döneminde bu dinamizmi destekler projeler yürüteceklerini kaydetti.
Mobilya Sektöründe öncelikle hedef pazarlar belirleyeceklerini anlatan Yağcı; “Mobilya ihracatçılarımızın katılımıyla yürütülecek UR-GE projesi kapsamında hem üyelerimize eğitim ve danışmanlık hizmeti sağlanacak hem de yurtdışı pazarlarda tanıtımları gerçekleştirilerek ihracatın artırılması için faaliyetler gerçekleştirilerek, geçmiş dönemde çalışmalarına başlanan Design İzmir projesinde yer alan üyelerimizin ulusal ve uluslararası pazarlarda tanıtımlarına da devam edilecek. İzmir mobilyasının tasarım odaklı olarak gelişimi ile ilgili yeni projeler ve faaliyetler yapacağız” diye konuştu.
Yağcı; “2022 yılında 1 milyar dolar ihracat hedefliyoruz”
Geleneksel ihraç ürünleri odun dışı orman ürünleri ve kağıt sektöründe ihracatçıların sorunlarının çözümü ve ihracatın arttırılması için müstahsilin eğitilerek kalite standartlarının arttırılması için gerekli girişim ve tanıtımları yapacaklarını ifade eden Yağcı, yürütecekleri bu çalışmalar sonrasında Ege Mobilya Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği’nin şu anda yıllık 585 milyon dolar seviyesinde olan ihracatını görev süreleri sonunda 1 milyar dolara çıkarmayı amaçladıklarını sözlerine ekledi.
Intercity’den Otomobil Bayileri İçin “Yeni Kazanç Kapısı”
Bayilerin sıfır otomobil satışlarındaki azalan gelirlerini artırmak için yeni bir iş modelini devreye alan Intercity, Türkiye’nin dört bir yanındaki yetkili otomobil satıcılarına Intercity Partner ile filo kiralama ağına dahil olma imkanı sunuyor. Üye satıcılar böylece; satış, bakım, sigorta, hasar, ikinci el araç satışı gibi kalemlerden araç başına 3 yılda 30 bin TL’ye kadar ilave gelir elde edebilecekler.
Filo kiralama pazarının lider markası Intercity, sektörüne sunduğu ilklere bir yenisini daha ekliyor. Sektör liderliğini sürdüren Intercity, oluşturduğu yeni iş modeli ile Türkiye’nin dört bir yanında faaliyet gösteren yetkili otomobil satıcılarına yeni gelir elde etme olanağını sunuyor.
Intercity, geliştirdiği yeni sistemle filo kiralamadaki gücünü “Intercity Partner” iş modeli üzerinden Türkiye’deki yetkili otomobil satıcılarıyla paylaşma amacını taşıyor. Bu sisteme dahil olan yetkili otomobil satıcıları hem stoklarındaki araçlarını filo kiralama yoluyla satabiliyor hem de bölgelerindeki mevcut veya potansiyel müşterilerini Intercity filo kiralama sistemine entegre edebiliyorlar.
Vural Ak: “50 bine yakın aracımız Türkiye yollarında”
Intercity Yönetim Kurulu Başkanı Vural Ak, 1992 yılında kurulmasının ardından hep ilklere imza attıklarını söyleyerek “Sektörümüzün kurulmasına öncülük etmiş bir şirket olarak kış lastiği uygulamasından tutun, Türkiye’nin her yerinde 48 saat içerisinde ikame araç temin edebilme hizmetimize kadar sektörümüze pek çok yeni standartlar kazandırdık. 2004 yılında araç parkımız 10 bin adet barajını geçmesi bizim için bir dönüm noktasıydı ve devamı hızla 20-30 bin adetleri aştı. Bugün artık yollarda 4 bin 500 müşterimize hizmet veren 46 bin adet aracımız dolaşıyor. Hedefimiz, 5-6 yıl içerisinde toplam araç sayımızı 100 bin adetlerin üzerine çıkartmak. 26 yıllık geçmişimizle yerli ve yabancı 44 farklı banka ile çalışıyoruz ve artık 410 milyon Euro işlem hacmine sahip bir kuruluş haline geldik” dedi.
Filo kiralama sektörünün firmalara sağladığı yüzde 20 finansman avantajı ile otomotiv sektörünün yanı sıra Türkiye ekonomisine de fayda sağladığını ve sektördeki potansiyelin çok yüksek olduğunu da belirten Ak, sözlerini şöyle sürdürdü;
“Bugün Intercity olarak Türkiye’nin en büyük ölçeklisinden en küçüğüne çok önemli şirketlerle çalışıyoruz. 2016 yılı verilerine göre Türkiye’de 22.5 milyon adetten oluşan araç parkı içerisinde şirket araçlarının sayısı 3.5 milyon adet. Ancak bunların günlük ve filo kiralama adedi sadece 375 bin adede karşılık geliyor. Türkiye’de filo kiralama pazarının potansiyeli çok yüksek ve ekonomik faydaları anlaşıldıkça tercih eden şirket sayısı gün geçtikçe artıyor.”
“Filo’daki başarımızı paylaşmak istiyoruz”
Filo kiralama sisteminin Türkiye’deki mevcut potansiyeli ve Türkiye çapında daha yaygın yer alma amacıyla Intercity Partner oluşumu altında yeni bir iş modelini hayata geçirdiklerini belirten Ak, yüksek kurlar, vergi oranları ve son olarak da ÖTV artışlarının otomotivin büyüme trendini yavaşlattığını kaydederek şunları söyledi;
”Türkiye’deki yetkili satıcılar kârlılık açısından zor bir dönem yaşıyorlar. Türkiye’deki 5 binden fazla yetkili bayinin bine yakını kapandı ve düşüş devam ediyor. Biz Intercity olarak bu bayilere yeni bir kazanç kapısı oluşturduk. Sadece satış ve satış sonrasından oluşan gelir kalemlerine; mevcut yapılarını kullanabilecekleri ve sermaye koymalarının gerekli olmadığı yeni iş modelimizle, bulundukları bölgelerde bizim bir partnerimiz olarak filo kiralama yapmalarını istiyoruz. Böylece onlara dört farklı ilave kazanç noktası sağlıyoruz.
Sistemimize dahil olan iş ortaklarımız öncelikle yapacakları kiralama işleminden komisyon alıyorlar. Kiralanma olması halinde söz konusu aracı o bayiden satın alıyoruz. Bunlara ilave olarak kiralanan aracın bakım, lastik değişimi, hasar, sigorta ve benzeri işletme işlemlerinden de gelir elde edebilecekler. Son olarak kiralama süresi tamamlanan araçların satışı ise yine bir başka kazanç kapısı olacak. Intercity Partner sistemimize dahil olan üye kuruluşlar, kiralama komisyonundan yaklaşık 6 bin 500 TL, sıfır araç satışından 2 bin 500 TL, SSH, hasar onarım, parça, lastik değişim gibi hizmetlerden 16 bin TL, 2. el satışından da ortalama 5 bin TL ilave gelir elde edebilecekler. Böylelikle 130 bin TL fiyatı olan tek bir araçtan toplamda 3 yılda ortalama 30 bin TL’ye kadar kazanç sağlayabilecekler.”
Bir yıl önce başlatılan Intercity Partner sisteminde mevcutta 80’e yakın iş ortağı ile anlaşma sağlandığını ve yakın zamanda bu sayının 100’e ulaşmasının beklendiğini de sözlerine ekleyen Vural Ak “Intercity Partner ile ilave 100 yeni satış noktasıyla toplamda 76 ilimizi kapsamış olacağız. Şirketimizin en fazla büyüme kaydettiği dönemler ekonomik sıkışıklık dönemleri oldu, çünkü bu dönemlerde firmalar da filo kiralamayı tercih ediyorlar. Intercity Partner ile bir kez daha kendi adımıza bir fırsatı, yeni iş ortaklarımızla faydaya çevirmek istiyoruz. Türkiye’nin dört bir yanına yayılan iş ortaklarımız sayesinde müşteri memnuniyetini de bu sayede en üst seviyeye çıkaracağız” şeklinde konuştu. Bu yeni iş modeliyle yıllık ortalama 10-12 bin ilave araç kiralama yapmayı hedeflediklerini söyleyen Ak, böylece Intercity’nin bu yılsonuna kadar araç parkının 50 bin adedin üzerine çıkacağını açıkladı.
Sistemin iki tarafta da verimli ve etkin çalışabilmesi için 100 bayi ile sınırlandıracaklarını da açıkladı.
Hedef 100 Bin Araç
Intercity Yönetim Kurulu Başkanı Vural Ak, 5-6 yıl sonraki hedeflerinin 100 bin araca ulaşmak olduğunu da kaydederek “Araç başı aylık 440 Euro kira ortalamamız var. Şu anki toplam ciromuz yıllık 410 milyon Euro. 100 bin adetlik hedefimize ulaştığımızda bu rakam kiralama cirosu 530 milyon Euro’ya çıkacaktır. Yıllık filonun 3’de 1 ini de ikinci elde sattığımızı hesap edersek buradan da 650 milyon Euro’luk ikinci el araç satış cirosu elde edeceğiz. Böylelikle 100 bin hedefimize ulaştığımızda yıllık 1.2 milyar Euro toplam ciromuz olacaktır” dedi.
İNMEYİ ÖNLEMEK ELİNİZDE!
Hayatta kalabilmek için tam anlamıyla zamana karşı yarış gerektiren inme
kalp hastalıkları ve kanserden sonra dünyada üçüncü sırada yer alan ölüm nedeni. Ayrıca dünyada ilk sırada yer alan sakatlık nedenleri arasında da yer alıyor. Acıbadem Kayseri Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Hatice Köse Özlece, nedenine göre tedavi yönetimleri tamamen farklı olmakla beraber hastalık oluşmadan önlemenin hayatı önem taşıdığına dikkat çekiyor. Çünkü, değiştirilebilir risk faktörlerinin düzenlenmesi ile inmelerin büyük bir kısmını önlemek mümkün olabiliyor.
Beyin, metabolik ihtiyacı yüksek bir organ. İnsan beyni metabolik ihtiyacını karşılayacak olan enerjiyi diğer organlardan farklı olarak sadece glikozdan elde ediyor. Glikoz ve gerekli oksijen ise beyin kan akımı ile düzenleniyor. Dolayısıyla beyne giden kan miktarındaki azalma, beyin hücrelerinde hızla ölüme yol açıyor. Öyle ki beyin hücrelerinin kansızlığa yani oksijensizliğe dayanma süreleri yalnızca 4-5 dakika ile sınırlı kalıyor. Bu süre sonucunda hücrelerde hasar oluşmaya başlıyor. Eğer beyin kan akımı kritik düzeylerin altına düşerse geriye dönüşümsüz hücre hasarları gelişiyor ve kalıcı sakatlıklar meydana gelebiliyor. Beyin damarlarında ani gelişen tıkanıklık veya kanama sonrası ortaya çıkan inme de bu nedenle son derece önem taşıyor. Acıbadem Kayseri Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Hatice Köse Özlece, inmenin anlaşılması, farkındalığın artması, inmede önlenebilen risk faktörlerinin bilinerek tedbir alınması yani hastalığın oluşmadan önlenmesinin birincil hedef olduğunu söylüyor.
İnmelerin yüzde 80’inde neden damar tıkanıklığı
Tüm inmelerin yaklaşık yüzde 80’isini damar tıkanıklığı nedeni ile meydana gelen tıkayıcı (iskemik) inme, yaklaşık yüzde 20’sini de beyin damarlarının yırtılması ile oluşan kanayıcı (hemorajik) inmeler oluşturuyor.
İskemik (tıkayıcı) inme gelişiminde en sık iki mekanizma suçlanıyor. Bunlardan birincisi ateroskleroz (damar sertliği). Yani beyne kan taşıyan büyük damarların kötü beslenme başta olmak üzere bazı nedenler ile plaklarla tıkanması. Tıpkı kalp krizlerinde oluşan damar tıkanıklığı gibi damarlar özellikle kolesterol plakları ile zaman içinde daralıyor ve tıkanıyor. Ya da bu plaklardan kopan küçük parçalar daha ileride ince damarları tıkayabiliyor. Bunun sonucunda ilk saniyelerde kişide hangi beyin bölgesi etkilendi ise oraya yönelik bulgular ortaya çıkıyor. Örneğin, konuşma merkezine giden kan miktarı azaldı ise hasta peltek konuşmaya başlayabiliyor. Bazı ciddi durumlarda hasta konuşamaz veya konuşulanı anlamaz noktasına geliyor. Kol ve bacak kaslarının yönetildiği beyin bölgeleri etkilenirse bu alanlarda kas gücü kaybı yani felç tablosu gelişebiliyor. Bazen de birkaç bulgu birlikte görülebiliyor.
Kalp kaynaklı emboli (pıhtı) atma durumunda ise, kalpte oluşan ritim bozuklukları veya kalp kapağı hastalıkları nedeni ile küçük pıhtılar beyin damarlarını tıkayabiliyor.
Beyin kanamalarında ise ya yapısal bir damar hastalığı veya sonradan damarların yıpranması ile kanama meydana geliyor.
Riskinizin farkında olun!
Tedavi yönetimleri tamamen farklı olmakla beraber hastalık oluşmadan önlemek her ikisi içinde oldukça önem taşıyor. Yaş, cinsiyet, ırk, aile öyküsü gibi değiştirilemeyen risk faktörlerine müdahale etmek mümkün olmasa da farkında olup tedbir almak gerekiyor. Özellikle inme açısından yaşın önemli bir risk faktörü olduğunu söyleyen Dr. Hatice Özlece, 55 yaşından sonra her yıl inme riskinin iki kat arttığına dikkat çekiyor. Ayrıca, erkekler de inme geçirme açsından kadınlara göre daha yüksek risk altında bulunuyor. Bir kez inme geçiren kişiler için de inmenin tekrarlama ihtimali artıyor.
İnme, risk faktörleri kontrol altına alındığında önlenebiliyor
Değiştirilebilir risk faktörlerinin düzenlenmesi ile inmelerin büyük bir kısmının önlenebildiğine işaret eden Dr. Hatice Köse Özlece şu bilgileri veriyor.
Hipertansiyon: Hipertansiyon damar sertleşmesini kolaylaştırarak inme riskini 2-3 kat kadar artırıyor. Özellikle beyin kanamalarında önemli bir risk faktörü olan tansiyon kontrolü için tuz alımının kısıtlanması ve yeteri miktarda su tüketimi önem taşıyor.
Diyabet (şeker hastalığı): İnme riskini 2-6 kat kadar artırdığı bilinen diyabeti kontrol altına almak inme riskini de düşürüyor. Gerek tedavi, gerekse yaşam tarzı değişikliği ile kan şekerini kontrol altında tutmak mümkün olabiliyor.
Hiperlipidemi (Kan yağlarının yüksek olması): Özellikle LDL ve trigiserid seviyelerinde yükseklik inme riskini artıran önemli bir etken. Sağlıklı yağlar (zeytinyağı, balık yağı) ile beslenme hem kan yağlarının düzenlenmesi, kilo kontrolü hem de damar sertliğinin önlenmesinde hem de inme riskinde önem taşıyor.
Sigara: Günde 20 ve daha çok sigara içenlerde risk 2-4 kat artıyor. Dolayısıyla sigara kullanımının kesilmesi genel vücut sağlığını korumada önemli olduğu gibi beyin damarlarının korunmasında da ciddi önem taşıyor.
Obezite: Özellikle karın bölgesinde yağlanma ile giden abdominal obezite inme ve diğer damar hastalıkları için major risk faktörü olarak kabul ediliyor. Önlem olarak mutlaka sağlıklı kiloya ulaşılması, korunması gerekiyor. Bu noktada kalbi koruyucu sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz yapmak da fayda sağlıyor.
Alkol: Fazla miktarda tüketilen alkol inme riskini artırdığı biliniyor. Bu nedenle inme riskini azaltmanın bir başka önemli adımını alkolden uzak durulması önem taşıyor.
Tedavinin başarısında zamanlama önemli
Tüm tedbirlere rağmen hastalık oluşmuşsa, akut dönem tedavi oldukça önem taşıyor. Bu nedenle şikayetler oluşur oluşmaz hemen en yakın sağlık kuruluşuna başvurmak gerekiyor. Dr. Hatice Özlece, özellikle, inmelerin yüzde 80’ini oluşturan tıkayıcı inmelerde bulgular oluştuktan sonraki ilk 4,5 saatlik dilimin kritik dönem olduğunu hatırlatarak şöyle konuşuyor: “Bu saatler içinde başvuran uygun hastalara damar içi trombolitik (pıhtı eritici tedavi) uygulanabiliyor. Damar içi trombolitik tedavinin başarısı oldukça yüksektir ve hastalar sakat kalmadan günlük hayatlarına devam edebiliyor. Damar içi trombolitik tedaviye uygun olmayan hastalarda ilk 6 saatlik dilimde damar içi pıhtı alma (iv trombektomi) işlemi yapılabiliyor. İlk 6 saatte başvurmayan hastalarda ise yalnızca hayati tehlikeyi atlatmaya yönelik tedaviler ve gelişebilecek bir sonraki inmeden koruyucu tedaviler uygulanabiliyor.”
BU ÖNERİLER RAMAZAN’DA KİLO ALMAYI ENGELLİYOR
Değişen beslenme düzeni, egzersizin azalması, sahur ve iftarda tüketilen ağır yemekler gibi sebepler Ramazan’da kilo almaya yol açabiliyor. Sağlıklı bir Ramazan geçirmek hem de formda kalmak için beslenme düzeninde bazı önemli noktalara dikkat etmek gerekiyor.
Uzman Diyetisyen Nilay Keçeci Arpacı Ramazan ayında kilo almamak için önerilerde bulundu.
Sahurda 3 hurma 3 ceviz
Ramazanın vazgeçilmezi ve genellikle iftar sofralarını süsleyen hurma, sahur içinde doğru bir besindir. Hurma sahurda tüketildiğinde vücuda gerekli olan enerjiyi sağlar ve tokluk hissi yaratır. Sahurda ve düşen kan şekerinin dengelenmesi için iftarda 3 tane hurma tüketilebilir. Sahur için sağlıklı ve tok tutacak besinlerden biri de cevizdir. İçerdiği omega 3 yağ asitleri ile uzun süre tokluk hissi yaratan ceviz, sahurda 3 adet tüketildiğinde günün daha kolay geçmesine ve vücudun hücresel işlevlerinde sorun yaşamdan devam etmesine yardım eder.
Sahuru ana yemek ile yapmayın
Sahur yapıldıktan bir süre sonra yatılacağı için sahur, hafif yemeklerle geçirilmesi gereken bir öğündür. Sahurda ana yemek olarak geçen besinleri tüketmek kilo almaya yol açan en önemli hatadır. Sahurda hafif yemekler yenmelidir; çünkü bu yemekleri hazmetmek ve yakmak için bir zaman olmayacaktır. Sahur, uzun süren açlık saatlerine yardımcı olacak besinlerle geçirilmelidir. Bu nedenle tok tutan ve kan şekerini dengeleyen besinlerden yararlanılmalıdır. Haşlama, omlet ya da menemen şeklinde 1-2 yumurta tüketmek midede uzun süreli bir tokluk hissi sağlar. Salam, sucuk yerine yağsız lor ve beyaz peynir, bol yeşillik, içeren kahvaltılık ürünler tercih edilmelidir.
İftarda kremalı ve hazır çorbalara yer vermeyin
Uzun süren açlık sonrası orucu direkt ana yemek ile açmak boş mideye aşırı bir yüke neden olur ve bu hem kilo almaya hem de hazımsızlık ve reflü gibi sorunlara yol açabilir. Orucu bir bardak ılık su ya da 1 hurma, zeytin ile açtıktan sonra hem besleyici hem de hafif bir çorba tüketilmelidir. Ancak tercih edilen çorbalar mercimek, ezogelin gibi tahıl türevi, kremasız, sossuz çorbalar olmalıdır. İçinde katkı maddesi olan hazır çorbalarda kilo almaya sebep olabilir. Yine içerdikleri yüksek tuz sebebi ile de vücudun ödem tutmasına yol açabilirler.
İftarda kalorisi yüksek besinleri sınırlandırın
İftarda mümkünse çorba içtikten 15 dakika sonra ana yemeğe geçilmelidir. İftarda yapılan en önemli hatalardan biri de kalorisi, enerjisi yüksek besinleri bir anda ve çok miktarda almaktır. İftarda yüksek kalorili besinleri bir anda alınması vücuttaki yağ depolamayı arttırır; yani şişmanlamaya yol açar. İftar yemeklerinin yavaş yavaş yenmesi ve ağır olmayan ızgara, zeytinyağlı gibi yemeklerle porsiyon kontrolü sağlanarak devam edilmelidir. Örneğin; 1 tabak zeytinyağlı yanına 2 adet kasap köfte büyüklüğünde et ve salata yeterli olacaktır.
İftar ve sahur arası ara öğün yapın
İftar ve sahur arasında ara öğün iftardan 1.5-2 saat sonra yapılabilir. Ara öğün yapmak yavaşlayan metabolizmayı hızlandırmaya ve bir seferde aşırı miktarda yemenin verebileceği rahatsızlıkları önleyemeye yardımcıdır. Bu ara öğünlerde ananas, kayısı, kiraz gibi 1 porsiyon meyve, 1 bardak süt ya da 1 kase yağsız yoğurt tüketilebilir. Meyve porsiyonlarına dikkat etmek gerekir.
Ramazan’da sağlıklı ve formda kalmak için bunlara dikkat edin!
- Sıvı kaybı, kabızlık sorunları yaşamamak için iftar-sahur arası 10 bardak su tüketin.
- Az kalori alma düşüncesiyle asla sahuru atlamayın.
- Kızartma, kavurma gibi yağlı ürünlere sahur ve iftarda yer vermeyin.
- İftarda şerbetli tatlılar yerine 3 top dondurma tercih edin.
- Gazlı içecek yerine 1 kase az şekerli meyve kompostosu tüketin.
- Oruçluyken gün içerisinde 1 saate yakın uyumaya ve dengenizi toparlamaya çalışın.
- Pideyi sadece iftarda ve miktarı bir avuç içi ölçüsü geçmeyecek şekilde tüketin.
- Gün içinde kaybolan vitamin ve mineral dengesini sağlamak için iftardan bir saat kadar sonra 1 bardak maden suyu tüketin.
- İftardan sonra hafif tempolu yürüyüş için 45 dakikanızı ayırın.