
Sözde soykırım destekçisinin hezeyanı, Kahpe Asala’nın yaptıklarını görmezden gelen Türk kökenli Hollandalı’ya tepki, 46 yıl önce Asala’nın öldürdüğü Ahmet Benler Bill Gates olabilirdi
Haberime tepki gösteren zavallı kişi, cevap yazmakta gecikince daha da çirkinleşti ve değil Don Kişot, Sanco Panza bile olamayacağını gösterdi.
“Belki bir toplantıda, sizin hakkınızda ne düşündüğümü gözlerinizin içine baka baka söyleyeceğim, diyen ‘Atsız’ rumuzlu bu zavallı, inşallah bu şansı elde edip, rezil olmaz.
Cevap hakkına çok saygılı olan bir gazeteci olarak, böylesi şaklabanlara hak ettiği eleştirinin dozuna bakmadan cevap veriyorum.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Değerli okurlarım,
Önceki gün sizlere, “ Kahpe Asala’nın yaptıklarını görmezden gelen Türk kökenli bir Hollanda siyasetçisi Coşkun Çörüz’e tepki” başlığı ile bir haber sunmuştum.
Bu haberime gelen reaksiyonların tamamı beni destekler nitelikteydi.
Ne var ki, bir gün gecikme ile, ‘Atsız’ rumuzlu bir kişi, altta yayınlayacağım bir eleştiri mektubu gönderdi.
Mektubu gönderen kişi okurum değildi. Zira, ne e-mail listemde ve ne de whatsapp’ımda ismi yer almıyordu. Mesajını web sayfama direkt yazmıştı ama, email adresinde qupe@gmail.com yazılıydı. Ama hem bu adres ve hem de ikinci gönderideki adres sahteydi.
Bazı insanlar var ki, tartışmaya değil kahramanlığa soyunur. Ama bu kahramanlık, rüzgâr değirmenlerine saldıran Don Kişot’unkinden bile komiktir.
Kendisini yine de okurum kabul ederek kibarca bir mektup yazmaya başladım. Mektubu yazıp göndermek biraz gecikmiş olacak ki, bu kişiden kısa bir mesaj daha geldi. Mesaj aynen şöyleydi:
“Sayın Karacay,
Benim, ahlaki çerçeve ve terbiye ile yazmış olduğum yorumu mu sildiniz!
Çünkü sizden farklı düşünüyordum.
Biraz önce yazdıklarımı, sizin hakkınızda ne düşündüğümü gözlerinizin içine baka baka söyleyeceğim. Belki de bir toplantıda!..”
Bunun üzerine kendisine, mesajını silmediğimi, web sayfasında aynen durduğunu ve kendisine cevap yazmakta olduğumu belirterek, cevabımı gönderdim.
Bu şahısın ikinci mektubuna çok kızdığım için, bugünkü yazımın başlıkları da çok sert oldu, özür dilerim.
Bakınız ne yazdı bu Don Kişot’un yamağı bile olamayacak Sanço Panza.
Sayın Karaçay,
‘Haberinize’ yanlış ve çarpıtılmış cümleyle başlamış olmanız hemen dikkatle göz kamastırıyor :
‘Hollanda İçişleri eski Bakanı’nın eşi olduğu için, Türk kuruluşlarının protokol listesinde bulunan bu siyasetçinin gördüğü lütuf, yurttaşlarımızı üzüyor.’
Sayın Coruz gençliğinden beri Türk gençlerine örnek bir genç ve insan olarak siyasete atılmıştır. Türk insanın haklarını ve muhafazakar bir aileden gelmesi dolayısıyla, özellikle inanan insanların haklarını savunmuştur. Siyaset yapmak için CDA’yı seçmesinin arkasındaki motivasyon da burada yatmaktadır. Çalışkanlığıyla içinde yaşadığı topluma Türk ve müslüman kimliği ile hizmet etmek için elinden geleni yapmaya çalışmıştır.
Yani demem o dur ki…. Coşkun eşinin nüfuzu ile değil, kendi emeği ve kendinin haketmiş olduğu bir iltifatla Türk kuruluşlarını protokol listesinde yeralmaktadır. Kaldı ki davet eden kuruluşlar Türk kuruluşları ve davet edilen kişi ise Hollanda siyasetine vakıf bir Türk asıllı insan.
Bunun yanında haberinizin, çelişkiyle dolu; Sayın Coruz’un, protokol listesinde bulunmasından dolayı yurttaşlarımızın üzüldüğünü belirtiyorsunuz… Oysa Coruz’u davet edenler ise Türk kuruluşları, yani yurttaşlarımızın kuruluşları. Bu ne lahana bu ne turşu!.. Bu yaklaşımızından şu anlam çıkıyor. Yurttaşlarımızın kuruluşları yurttaşlarımızı temsil etmiyor!..
Üzülerek belirtmeliyim ki Türkiye’deki siyasi atmosfer ve onun içinde yer alan ‘gazetecelik ve habercilik’ meslek anlayışı, sayenizde Hollanda’ya da taşınmaya çalışılıyor. Sevgili Coşkun’un adını içinde Asala bulunan cümlelerle oluşturulmuş bir hikaye içinde anmanız ne benim vicdanıma ne de Türklerin ve müslümanların vicdanına sığmamıştır, sığmayacaktır.
Coşkun Coruz hakkındaki bu haberinizin üslubunu ve onun hakkında yaratmak istediğiniz imajı çirkin buluyor ve kınıyorum.
Ben de bu kişiye alttaki kibar mektubu yazdım:
Sayın Atsız,
Öncelikle uzun ve nazik mektubunuz için teşekkür ederim.
Zahmet edip düşüncelerinizi paylaştığınız için memnunum, ancak vardığınız sonuçların bir kısmına katılmıyorum.
Başından söyleyeyim: Benim yazımın konusu Coşkun Çörüz’ün kişiliği, yaşam öyküsü ya da geçmişteki başarıları değildir.
Konu, onun sözde Ermeni soykırımı konusundaki açık ve net siyasi tutumudur.
Benim yazım, Çörüz’ün Hollanda medyasına verdiği demeçte, “bu iddiaların Türk toplumu tarafından içselleştirilmesi gerektiğini” savunmasına ilişkindir.
Bu, önemsiz bir detay değil, tam tersine derin bir kırılmanın sebebidir.
Çünkü bu sözler, yıllarca Türk toplumunun içinde saygı görmüş birinin ağzından çıktığında, aynı toplumda derin bir hayal kırıklığı ve acı yaratmıştır.
KONUMUZ KİŞİ DEĞİL, AÇIKÇA İFADE EDİLMİŞ BİR TUTUMDUR
Sayın Çörüz, 2006 yılında Hollanda’nın Trouw gazetesine verdiği demeçte, 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanımlayan 2004 tarihli Meclis kararının Türk toplumu tarafından kabul edilmesi ve içselleştirilmesi gerektiğini söylemiştir.
Ayrıca bu görüşü, Türk toplumu içindeki en sert muhaliflere karşı bile savunacağını da açıkça belirtmiştir.
Bu, elbette onun hakkıdır. Ancak bu kadar net bir siyasi tavır, tarihsel olarak büyük bir haksızlık olarak görülen bir konuda, Türk milletinin en derin duygularına dokunur.
ASALA terörünün yarattığı acıları hâlâ unutmamış olan Hollanda’daki Türkler için bu mesele sadece akademik bir tartışma değildir, hâlâ kanayan bir yaradır.
Dolayısıyla benim yazım, Çörüz’ün “iyi” ya da “kötü” biri olup olmadığıyla değil, sözlerinin toplumsal ve vicdani etkisiyle ilgilidir.
ASALA TRAVMASI VE EMPATİ EKSİKLİĞİ
1970’li ve 80’li yıllarda ASALA terör örgütü tarafından diplomatlarımızın katledilmesi, hâlâ unutulmamış bir travmadır.
Böyle bir acı geçmişin varlığını dikkate almadan, “Ermeni soykırımının kabul edilmesi gerektiği” yönünde konuşmak, kaçınılmaz olarak empati eksikliği olarak algılanır.
Bir gazeteci bu acıyı görmezden gelemez.
Benim görevim pohpohlamak değil, toplumumun hislerini yansıtmaktır.
Siz yazımda bir çelişki olduğunu söylüyorsunuz: Hem “Türk kuruluşları Çörüz’ü davet ediyor” diyorsunuz, hem de “vatandaşlar bundan rahatsız” diyorsunuz diyorsunuz.
Ama tam da mesele bu — aynı toplum içinde farklı sesler vardır.
Gazetecinin görevi bu farklı sesleri gizlemek değil, görünür kılmaktır.
PROTOKOL KONUSUNA GELİNCE
Yazımda, Sayın Çörüz’ün özellikle eşi Judith Uitermark’ın İçişleri Bakanı olduğu dönemde, Türk kuruluşlarının protokol listelerinde sıkça yer aldığını belirttim.
Bu bir suçlama değil, somut bir gözlemdir.
Önceleri kendisini bu tür etkinliklerde pek görmezdik.
Eşi bakan olduktan sonra ise, resmi toplantıların ön sıralarında sık sık görünmeye başladı.
Bu bir rastlantı olabilir, ama gazeteci olarak bunu belirtmek doğal ve gereklidir.
Çünkü geçmişte sözleriyle toplumu incitmiş bir kişinin, aynı toplumun etkinliklerinde “onur konuğu” gibi ağırlanması, ister istemez yeni kırgınlıklara yol açar.
Birinin kariyerini ve emeğini kabul etmek, onun sözlerinin yol açtığı duygusal etkiyi sorgulamaya engel değildir.
Hele ki kendisi uzun yıllar “Türk toplumunu temsil eden siyasetçi” olarak görülmüş biriyse, bu temsilin sorumluluğunu da taşımak durumundadır.
FASLI GENÇLER HAKKINDAKİ AÇIKLAMASI
Siz Çörüz’ün her zaman adaleti ve toplumsal düzeni savunduğunu yazmışsınız.
Bu elbette saygıdeğer bir niyettir.
Ama unutmayalım ki kendisi milletvekiliyken yaptığı bir açıklamayla da büyük tartışma yaratmıştı:
Faslı gençlerin davranışları konuşulurken, “Sadece gençler değil, onların ebeveynleri de cezalandırılmalıdır” demişti.
Ben o dönemde bu sözü haber yapmış ve eleştirmiştim.
Çünkü böyle genelleyici yaklaşımlar, çözüm üretmek yerine damgalamayı derinleştirir.
Bunu bugün anmamın sebebi, Çörüz’ü kötülemek değil, siyasetçinin sözlerinin toplum üzerinde ağır bir etkisi olabileceğini göstermektir.
Ermeni iddiaları konusunda da mesele tam olarak budur: Kamuoyu önünde söylenen her söz, o toplumun duygularına dokunur.
YAZIMIN AMACI
Benim amacım basit:
Toplumun, milli onurunu hedef alan söylemler karşısında hissettiği kırgınlığı dile getirmek.
Çörüz’ün topluma hizmet etmiş biri olduğunu inkâr etmedim, etmiyorum da.
Ama şunu söylüyorum: “Ermeni soykırımı Türk toplumu tarafından içselleştirilmelidir” sözleri, sadece siyasi değil, insani olarak da incitici olmuştur.
Bir milletin onurundan söz ederken kastettiğim, kibir değil; haksız bir ithamı “doğru” olarak kabullenmeme iradesidir.
YENİDEN DÜŞÜNME ÇAĞRISI
Benim dileğim açık:
Sayın Çörüz, aradan geçen yıllardan sonra o sözlerine yeniden bakabilsin.
O sözlerin, istemeden de olsa, ne kadar çok insanı yaraladığını fark etsin.
Ve bir gün, yıllarca dostluk ve saygı gördüğü toplumuna dönüp diyebilsin ki:
“Bu konunun neden bu kadar hassas olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.”
Bu bir zayıflık değil, aksine bir olgunluk göstergesi olurdu.
Çünkü hakikat öfkeyle değil, bilgiyle ve vicdanla savunulur.
Benim niyetim kimseyi kötülemek değildir.
Ama bir demokraside, kamuya açık sözler de kamu önünde tartışılabilir.
Benim yazım bir saldırı değil, bir aynadır.
Dilerim ki Sayın Çörüz ve onu hâlâ onurlandıran bazı kuruluşlar, bunun bir düşmanlık değil, toplumumuzun ortak hafızasına saygı çağrısı olduğunu anlar.
Kendi halkının acısına sırtını dönmek, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, uzaklaştırır.
Umarım bu tartışma daha fazla bölünmeye değil, daha fazla anlayışa yol açar.
Gerçeği öfke olmadan, onurumuzu da övünmeden koruyabildiğimiz bir zeminde buluşmak dileğiyle.
Değerli Okurlarım,
Gördüğünüz gibi, “Umarım bu tartışma daha fazla bölünmeye değil, daha fazla anlayışa yol açar. Gerçeği öfke olmadan, onurumuzu da övünmeden koruyabildiğimiz bir zeminde buluşmak dileğiyle.” diye son bulan mektubuma, bu densiz kişi bana “sizin hakkınızda ne düşündüğümü gözlerinizin içine baka baka söyleyeceğim. Belki de bir toplantıda!..” diye kabaca bir not düşmüş.
Eee, ben de dilerim ki bu zavallı şahıs böyle bir şans elde edemez.
Çünkü bazı karşılaşmalar, medeniyetin değil, sabrın sınavıdır.
Bir ömürdür kalemimle doğruyu savunmaya, haksızlığa karşı dimdik durmaya çalıştım. Kim ne derse desin, benim derdim kimseyi küçük düşürmek değil, gerçeği unutturmamaktır. Çünkü unuttuğumuz her acı, bir gün yeniden yaşanır. Benim dileğim, geçmişi inkâr edenlerle değil, geçmişten ders çıkarabilen insanlarla aynı sofrada oturabilmektir. Ne öfkeyle, ne kinle; yalnızca vicdanın sesiyle konuşabildiğimiz bir geleceği hep birlikte kurmak dileğiyle.
***
KAHPE ASALA’NIN YAPTIKLARINI GÖRMEZDEN GELEN TÜRK KÖKENLİ BİR HOLLANDA SİYASETÇİSİ COŞKUN ÇÖRÜZ’E TEPKİ
Hollanda İçişleri eski Bakanı’nın eşi olduğu için, Türk kuruluşlarının protokol listesinde bulunan bu siyasetçinin gördüğü lütuf, yurttaşlarımızı üzüyor.
Dün yayınladığım, Asala tarafından öldürülen Ahmet Benler haberinden sonra yurttaşlarımızın gündemine oturan bu siyasetçi, sözde ‘Ermeni Soykırımı’nın, Türk toplumu tarafından içselleştirilmesine çalışacağını belirtmişti.
Coşkun Çörüz isimli siyasetçi, bu davayı, ülkedeki Türk toplumu içinde en sert muhaliflere, örneğin Bozkurtlar
gibi milliyetçi gruplara karşı da savunmaya hazır olduğunu söylemişti.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’da Türk toplumunun yakından tanıdığı bir isim olan, CDA (Hristiyan Demokratlar Birliği) partisinin eski milletvekili Coşkun Çörüz, yeniden gündemde. Nedeni ise, yıllar önce yaptığı ve sözde “Ermeni soykırımı”nın Hollanda’daki Türk toplumu tarafından “içselleştirilmesi gerektiğini” savunan açıklamaları.
Bu çıkışıyla büyük tepki çeken Çörüz’ün, Hollanda İçişleri eski Bakanı olan Judith Uitermark’ın eşi olması nedeniyle Türk kuruluşlarının bazı etkinliklerinde ön sıralarda yer alması, yurttaşlarımız arasında rahatsızlık yaratıyordu.
Coşkun Çörüz’ün eşi Judith Uitermark, şimdi düşük vaziyette olan Hollanda hükümetinde İçişleri Bakanlığı yapıyordu. Partisinin koalisyondan çekilmesi ile, kendisi de Bakanlıktan çekildi. Eşi Bakan olan Coşkun Çörüz de, Türk kuruluşları tarafından protokolün ön sıralarına alınmıştı. Üstteki fotoğraflarda, Lahey eski Büyükelçimiz Selçuk Ünal’ın da katıldığı DTİK’in yemekli toplantısından görüntüler var.
Üstteki fotoğraflarda da, aynı çift, Amsterdam’daki Türk Bilgi ve Belge Merkezi tarafından organize edilen Kadınlarımızın Yeri programında ve Yunus Emre Enstitüsü tarafından düzenlenen toplantılarda görülüyor.
Türk toplumundan bazı temsilciler, “ASALA’nın katlettiği diplomatlarımızın hatırasına saygı duymayan, Türk milletine haksızlık eden bir siyasetçiye bu denli protokol lütfu gösterilmesi üzücü” diyerek tepkilerini dile getiriyor.
ASALA ŞEHİDİ AHMET BENLER ANMASI VE GÜNDEME GELEN TEPKİLER
Önceki gün, lanet olası ASALA terör örgütü tarafından şehit edilen, Lahey Büyükelçimiz Özdemir Benler’in oğlu Ahmet Benler için düzenlenen anma töreni sırasında, bazı yurttaşlar bu konuyu yeniden gündeme getirdi.
Gazeteci olarak bana ulaşan birçok kişi, “Türk diplomatları katleden ASALA’yı kınamak yerine, Ermeni iddialarını meşrulaştıran bir Türk kökenli siyasetçinin onurlandırılması kabul edilemez” görüşünü paylaştı.
Yurttaşlarımız bu durumu, bir gazeteci olarak bana şikâyet edip duruyorlardı.
Ben ise bunu yazmaktan imtina ediyordum.
Ama, önceki gün, lanet olası ASALA tarafından öldürülen, Lahey Büyükelçimizi oğlu Ahmet Benler’in anma törenini yazarken bu konuya da değinmek istedim.
O günün anlamını bozmamak için, bu konuyu erteledim ve bugüne aldım.
“ERMENİ SOYKIRIMI” KONUSUNDAKİ AÇIKLAMALARI
Coşkun Çörüz’ün bu konudaki tutumu, 6 Ekim 2006 tarihinde Hollanda’nın Trouw gazetesinde Eildert Mulder imzasıyla yayımlanan bir röportajla netleşmişti.
Haberde, Çörüz şu ifadeleri kullanmıştı: “Hollanda toplumunda Ermeni soykırımı üzerine bir tartışma başlatmak istiyorum. 2004 yılında Hristiyan Birlik Partisi’nin önerisiyle Meclis’ten geçen ve 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak nitelendiren kararı herkesin kabul etmesi gerekir. Artık bu konuyu halka anlatmanın zamanı geldi.”
Çörüz, Türk toplumundaki en sert muhaliflere, özellikle de milliyetçi çevrelere karşı bu görüşü savunmaya hazır olduğunu da belirtmişti: “Bu zor bir tartışma olacak. Ama hedefim, Türk toplumunun 2004’teki kararı içselleştirmesi” diyen Çörüz, daha önce “namus cinayetleri” konusundaki tabuların da zamanla yıkıldığını hatırlatarak benzer bir sürecin Ermeni meselesinde de yaşanabileceğini savunmuştu.
TÜRK TOPLUMUNDAN GELEN ELEŞTİRİLER
Bugün Hollanda’daki Türk toplumu, bir yandan geçmişteki terör saldırılarıyla acısını yaşamaya devam ederken, diğer yandan kendi kökenlerinden gelen bir siyasetçinin bu tür söylemlerini derin bir hayal kırıklığıyla izliyor.
Yurttaşlar, “ASALA kurbanlarını anarken, bu cinayetleri unutturmaya çalışan, Türk milletini soykırımla suçlayan bir kişiye protokolde yer verilmesi hem etik hem de vicdani değildir” diyor.
Son olarak şunu söyleyebilirim: Hollanda’da uzun yıllar Türk toplumunu temsil ettiğini iddia eden Coşkun Çörüz’ün, geçmişte “Ermeni soykırımını Türklerin kabul etmesi gerekir” yönündeki sözleri, bugün hâlâ tepki çekmeye devam ediyor.
ASALA’nın kanlı saldırılarında hayatını kaybeden diplomatlarımızın hatırası tazelenirken, bu sözler yurttaşlarımızın hafızasında acı bir yara olarak duruyor.
Türk toplumunun beklentisi ise açık:
Tarihi çarpıtan ve Türk milletine iftira atan her türlü söylem karşısında sessiz kalınmaması, milli değerlerimize sahip çıkılması.
COŞKUN ÇÖRÜZ’ÜN SİYASİ KARİYERİ VE EŞİ JUDITH UITERMARK İLE YAŞAMI
2001–2012 yılları arasında Hollanda Temsilciler Meclisi’nde görev yapan Coşkun Çörüz, entegrasyon, güvenlik ve adalet konularında aktif rol oynamış bir siyasetçidir. Haarlem kentinde belediye meclis üyeliğiyle başlayan siyasi yaşamı, CDA saflarında ulusal düzeye taşınmıştır.
Eşi Judith Uitermark ise Hollanda siyasetinde ve kamu yönetiminde tanınmış bir isimdir. 2025’in geçen ayına kadar Hollanda İçişleri Bakanlığı görevinde bulunmuş, partisi koalisyondan çekilince bakanlık görevinden ayrılmıştır.
Judith ve Coşkun çifti, 1990’lı yıllarda Haarlem Belediye Meclisi’nde tanışmış, kamu hizmetine olan ortak tutkuları onları hem mesleki hem de özel yaşamda birbirine yakınlaştırmıştır.
Uitermark, hukuk ve kamu yönetimi eğitimi alırken başladığı bu kariyerinde, “Kuralların insanlar üzerindeki etkisini anlamak istedim, kitaplar bana bunu öğretemezdi” diyerek halka dokunan bir yönetim anlayışını savunmuştur.
BAKALIM GÜNLER NE GETİRECEK?: ÇÖRÜZ’E SAMİMİ SÖZLERİM:
Coşkun Çörüz hakkında kaleme aldıklarım, elbette kendisi ve eşi için üzücü olacaktır.
Ancak, Çörüz’ün, bizim için ‘sözde’ ama kendisi için ‘varit’ olan Ermeni soykırımı iddiasını açıkça dile getirmesi ve bunu medyaya da yansıtması, benim şimdi yazacak olduklarımı bağışlatacak cinstendir.”
Kendisi, yıllar boyunca hem Hollanda’daki Türk toplumu içinde tanıdığı kişiler, hem de yakın dostlarıyla saygıdeğer bir ilişki kurmuştur. Bu nedenle, yaptığı açıklamalar yalnızca beni değil, onu seven ve güvenen pek çok kişiyi de hayal kırıklığına uğratmıştır.
Dilerim ki, zamanın getireceği gelişmelere baktığında, söylediği sözlerin yol açtığı kırgınlıkları fark eder.
Ve umarım ki, bu yanlış değerlendirmesini düzeltecek yeni bir beyanıyla, incittiği gönülleri onarır, yeniden Türk toplumunun vicdanında yer bulur.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Coşkun Çörüz’ün yıllar önce dile getirdiği sözler, bugün hâlâ Hollanda’daki Türk toplumu arasında yankı bulmaya devam ediyor. Bu yankının nedeni yalnızca tarihî bir tartışma değildir. Esas mesele, bir Türk kökenli siyasetçinin, kendi toplumunun en derin acılarını ve haksızlığa uğramışlık duygusunu göz ardı etmesidir.
ASALA terörünün karanlık yıllarında, diplomatlarımızı hedef alan kanlı saldırıların acısı hâlâ tazeyken, bu saldırıların gölgesinde “soykırımın içselleştirilmesi” çağrısında bulunmak, sadece siyasi bir tercih değil, vicdani bir kopuştur.
Bizim için “sözde” olan bu iddialar, Çörüz için “varit” olabilir. Ama unutulmamalıdır ki, tarih, siyasetçilerin beyanlarıyla değil, milletlerin hafızasıyla yazılır. Türk milleti, yüz yıl önce yaşanan trajik olayların hesabını çoktan vicdanında vermiştir. Bugün yapılması gereken, bu acıları siyasete malzeme etmek değil, ortak bir geleceğe yönelmektir.
Coşkun Çörüz’ün bugünkü suskunluğu, geçmişteki sözlerinin ağırlığını azaltmıyor. Aksine, Türk toplumunda derin bir kırgınlık yaratmaya devam ediyor. Oysa ki, yıllar boyunca Türk toplumu içinde saygın bir konum edinmiş, dostluklar kurmuş bir isim olarak, ondan beklenen şey pişmanlık ya da savunma değil; gerçeği görme cesaretiydi.
Tarihin bu hassas sayfasında, bizler için önemli olan, kimin ne dediği değil, milletimizin onurudur. Çünkü biz, tarihimizi inkâr ettirmeyeceğiz, ama düşmanlık da üretmeyeceğiz. Gerçeği savunmak, kinle değil bilgiyle olur.
Coşkun Çörüz’ün bir gün bu gerçeği fark edeceğine ve kendi toplumunun vicdanında yeniden yer bulacağına inanmak istiyorum. Çünkü hiçbir siyasi kariyer, bir milletin onurundan daha değerli değildir.
Yukarıdaki, okuyucu mektupları bölümünde, Coşkun Çörüz’ün söylemlerini referans olarak gösteren biri, Coşkun Çörüz’ün Türk kökenli bir Hollanda milletvekili olduğu belirtiliyor ve 1915 olaylarını ‘Ermeni soykırımı’ olarak tanıdığı ifade ediliyor.
Hollanda medyasında Coşkun Çörüz hakkında yayınlanan haberlerde, birebir tercüme ile şunlar yazılıydı:
CDA MİLLETVEKİLİ CÖRÜZ: ŞİMDİ SOYKIRIM ÜZERİNE KONUŞMA ZAMANI HERKES 2004 TARİHLİ SOYKIRIM KARŞITI ÖNERGEYİ KABUL ETMELİ
CDA milletvekili Coşkun Çörüz, Hollanda toplumunda Ermeni soykırımı üzerine bir tartışma başlatmak istiyor.
Bu konuda çıkış noktası, 1915’te Ermenilere yapılan toplu katliamları soykırım olarak nitelendiren ve tüm Temsilciler Meclisi’nin desteklediği 2004 tarihli ChristenUnie önergesi.
Çörüz: “Hükûmet bu önergeyi benimsedi, Avrupa Parlamentosu da aynı şekilde kabul etti. Şimdiye kadar siyasi çevrelerde tartıştık, ama artık halkla konuşmanın zamanı geldi. Artık konuyu tabana taşımamız gerekiyor.”
Türk kökenli olan Çörüz, son üç haftadır Ermeni soykırımı konusundaki tartışmalar sırasında sessiz kalmıştı.
Ancak Trouw gazetesine yaptığı açıklamada, ChristenUnie’nin önergesinin tamamen arkasında olduğunu açıkça belirtiyor.
Çörüz, bu önergeyi, ülkedeki Türk toplumu içinde en sert muhaliflere, örneğin Bozkurtlar gibi milliyetçi gruplara karşı da savunmaya hazır olduğunu söylüyor.
Bu konunun “zor ve hassas bir tartışma” olacağını öngörüyor.
Amaç, Hollanda’daki Türk toplumunun 2004 tarihli önergeyi “içselleştirmesi”.
Çörüz, sert muhalifleri ikna etmenin de mümkün olduğuna inanıyor ve daha önce tabu konular olan namus cinayetleri üzerine yürütülen tartışmaları örnek gösteriyor.
Çörüz: “O zaman da pek çok tabu ve inkâr biçimiyle karşılaşıyorduk. Namus cinayetleri yoktur, çünkü din buna karşıdır, deniyordu. Oysa elbette vardı. Camileri işin içine katmak zordu, çünkü bu durumda suçun dine yükleneceği düşünülüyordu. Bazen uzun zaman alır, ama sonunda konu bir şekilde gündeme gelir. Geçen yıl Nieuwspoort’ta, namus cinayetleriyle mücadele için çok somut öneriler içeren bir eylem planı açıklandı. Bütün Diyanet camileri ve birçok kurum oradaydı.”
Çörüz, Ermeni soykırımı konusundaki tartışmanın da aynı biçimde yürütülmesini istiyor — yalnızca Ermeniler ve Türkler arasında değil, aynı zamanda Türkler arasında da.
Onun için hedef açıktır: 2004 tarihli soykırım karşıtı önergenin toplum tarafından kabul edilmesi.
ChristenUnie, geçtiğimiz haziranda bir yasa teklifi sundu. Bu teklif, soykırımı aşağılayıcı biçimde inkâr edenlere en fazla bir yıl hapis cezası öngörüyor.
Teklif, 1915’te Ermenilere yapılanları inkâr edenleri de kapsıyor.
Ancak ceza uygulanabilmesi için, inkârcıların nefret kışkırtması ya da insanları bilerek incitmesi gerekiyor.
Bunu sürekli yapanlar ise iki yıla kadar hapis cezası alabilecek.
Ayrıca, Coşkun Çörüz’ün, kendisine göre varit olan Ermeni Soykırımı konusunu, okul kitaplarına koydurmak için mücadele edeceği şeklinde beyanat verdiği de söyleniyor.
***
46 YIL ÖNCE KAHPE ASALA TRAFINDAN ÖLDÜRÜLEN AHMET BENLER BILL GATES OLABİLİRDİ…
GELECEĞİN BİLİM İNSANIYDI :Henüz 27 yaşında, zekâsı, disiplini ve çalışkanlığıyla geleceğin bilim insanı olmaya adım atmıştı. New York’ta sürdürdüğü doktora çalışmaları, dönemin çok ötesinde fikirlerle doluydu. Kimi arkadaşları ona “Türk Bill Gates’i” derdi. O, bilgisayar teknolojilerinin bir gün insan yaşamını kökten değiştireceğini görebilen nadir beyinlerden biriydi.
TERÖR, GELECEĞİ VURDU:Ama 12 Ekim 1979 sabahı, Lahey’deki evinden okuluna gitmek üzere otomobiline bindiğinde, hain ASALA terörünün hedefi olacağını bilemezdi. O gün, sadece bir genç diplomatın oğlu değil, Türkiye’nin geleceği de vurulmuştu. Arkasında yarım kalmış bir tez, bir fidan gibi büyümekte olan umutlar ve bir babanın bir gecede beyazlayan saçları kaldı.
YARIM KALAN HAYALLER: Oysa o, ülkesine döndüğünde teknoloji enstitüsü kurmayı, Türk gençlerini bilimle buluşturmayı hayal ediyordu. Şimdi ise adı, Lahey’deki anıtta ve Marmaris’teki okulda yaşıyor; hatırası ise hem bilimin ışığında hem de onu tanıyanların yüreğinde parlamaya devam ediyor.
Ermeni terör örgütü ASALA tarafından 12 Ekim 1979 tarihinde şehit edilen Türkiye’nin Lahey eski Büyükelçisi Özdemir Benler’in oğlu Ahmet Benler, bu yıl da Büyükelçilik önünde anıldı. Büyükelçi Fatma Ceren Yazgan ve kalabalık bir topluluğun çiçek bıraktıkları Ahmet Benler ile son anım, öldürülmesinden iki gün önceydi. Bir spor etkinliği için salonda bulunan Ahmet Benler’in son fotoğrafını o sırada çekmiştim.
Ahmet Benler, her yıl olduğu gibi bu yıl da 12 ekimde Büyükelçilik önünde anıldı. Büyükelçi Fatma Ceren Yazgan ve konuklar Benler’in anıtına çiçek bıraktılar.
12 Ekim 1979 günü Köln’de bir toplantıdaydım. Hürriyet’in hem Genel Müdürü ve hem de Genel Yayın Yönetmeni olan rahmetli Nezih Demirkent ile beraberdim.
O sırada Utrecht’teki büromdan bir telefon geldi. Büyükelçimizin oğlu Ahmet Benler’in öldürüldüğü haberini rahmetli Demirken’e aktardığım zaman, ‘Fırla’ lafını duydum.
Fırladım tabii. Otomobilim ile Hollanda’ya dönerken bir benzincide durdum.
Haber için, rahmetlinin Hollanda’da çekilmiş bir fotoğrafı gerekecekti. Tesadüfen iki gün önce çekmiş olduğum bir fotoğraf için İstanbul’u telefonla arayarak Yazı İşleri’ne bağlandım.: ‘ Önceki gün Avrupa Masası’na bir makara film gönderdim. Kareler arasında, salonda çekilmiş bir fotoğraf var. Tribünde çakilmiş olan grup fotoğrafın ortasında uzun boylu ve gözlüklü olan Ahmet Benler’dir.’ dedim.
Ertesi gün Ahmet Benler’in acı haberi, fotoğraflı olarak sadece Hürriyet’te yayınlanmıştı.
Ahmet Benler 2
Ahmet Benler’in öldürüldüğü Lahey kentine rekor kırarak iki saaatte ulaşmıştım. Etraf hala polis tarafından çevriliydi.
Ahmet Benler iyi bir dosttu. Çok güzel anılarımız vardı. O’nun için, ‘Ölmeseydi, teknolojide bir Bill Gates olurdu’ ifadesi kullanılacak kadar ileri zekalıydı. Büyükelçi Özdemir Benler, biricik oğlunun katledilmesinden sonra, bir gün içinde bembeyaz olmuştu. Benler’in saçları bir gün içinde aklanmıştı.
C:\Users\ILHAN\Desktop\Ekim Bulteni’ne girecekler\Ahmet Benler’in suikast haberi-Hurriyet.jpg
İşte, Hürriyet’teki o haber ve Ahmet Benler’in fotoğrafı.
Ahmet Benler’in son fotoğrafını, öldürülmesinden sadece iki gün önce çekmiştim. Bir spor salonundaydık. Gözlüğünün ardından tebessüm eden o yüz, zekâsı kadar mütevazılığını da yansıtıyordu. O kareye her baktığımda, erken biten bir hayatın değil, yarım kalmış bir geleceğin sessiz yankısını duyarım.
ÖNCEKİ GÜNKÜ TÖREN
Bu yılki anma töreni, yalnızca Lahey’de değil, aynı anda Türkiye’de de yankı buldu. Lahey Büyükelçiliği ile, Benler ailesinin bağışlarıyla Marmaris’te yaptırılan Şehit Ahmet Benler İlkokulu arasında bu yıl da eş zamanlı bir tören gerçekleştirildi. Marmaris’teki okulda öğrenciler ve öğretmenler, bir dakikalık saygı duruşunun ardından İstiklal Marşı’nı okudular. Ardından yapılan konuşmalarda, Ahmet Benler’in temsil ettiği değerlerin ve ideallerin, okulun her öğrencisine ilham verdiği vurgulandı. Törenin sonunda okul bahçesinde bir fidan dikildi ve Ahmet Benler’in anısına karanfiller bırakıldı.
Lahey’deki törende konuşan Büyükelçi Fatma Ceren Yazgan, Ahmet Benler’in bir Türk büyükelçisinin evladı olduğu için hedef alındığını hatırlatarak, “46 yıl önce Lahey’de işlenen bu menfur saldırının failleri hâlâ adalet önünde hesap vermedi. Ancak biz, adaletin tecelli etmesi yönündeki sorumluluğumuzu unutmadık” dedi. Yazgan, Türk diplomatlarına yönelik saldırıların, bugün dahi hafızalarda diri tutulması gereken tarihi dersler taşıdığını vurguladı. “Ahmet Benler’in tek suçu, ülkesini temsil eden bir Türk’ün evladı olmaktı. Onun ve tüm şehitlerimizin hatırasını yaşatmak, milletimizin en büyük borcudur” ifadelerini kullandı.
Yazgan, konuşmasının sonunda şu sözlerle duygulandırdı:
“Türk milletinin tarihinde utanacağı hiçbir konu yoktur. Gelecek nesillerin de kimseye bir borcu bulunmamaktadır. Bizim borcumuz, şehitlerimizin adını yaşatmak, onların temsil ettiği adalet ve kararlılığı geleceğe taşımaktır.”
Tören, Büyükelçilik mensuplarının, Lahey Büyükelçiliği duvarında yer alan Ahmet Benler anı plaketine birer karanfil bırakmasıyla son buldu. Aynı anda Marmaris’teki öğrencilerin de benzer bir karanfil töreni yapması, Lahey ve Marmaris arasında anlamlı bir bağ kurdu. Bu sembolik birliktelik, hem iki ülke arasındaki dostluğu hem de Türk milletinin şehitlerine duyduğu derin vefayı bir kez daha gözler önüne serdi.
ÖLDÜRÜLMESEYDİ BILL GATES OLABİLİRDİ
Ahmet Benler, 5 yaşında başladığı ilk okulu, 9 yaşında bitirmiş bir insandı.
Ahmet Benler, şayet şehit edilmemiş olsaydı, teknolojide bugün bir Bill Gates olabilirdi.
Onun hayalleri, içinde bulunduğu çağın çok ötesindeydi. Daha 20’li yaşlarının başındayken, “Bir gün insanlar evlerinden çıkmadan çalışacak, dünyayı ceplerinde taşıyacaklar” derdi. Bilgisayarlara ve teknolojiye öylesine tutkuluydu ki, arkadaşlarına sık sık “Bir gün bilgiye tıklayarak ulaşacağız” diye anlatırdı. New York Politeknik Üniversitesi’nde yürüttüğü doktora çalışması da, o dönemin en ileri teknolojisi olan bilgisayar ağlarının geliştirilmesi üzerineydi. O, sadece bir bilim insanı olmanın değil, bilimi insanlığın hizmetine sunmanın hayalini kuruyordu.
Bir planı vardı: Doktorasını bitirdikten sonra Türkiye’ye dönüp, genç mühendislerle birlikte bir araştırma enstitüsü kurmak. “Türkiye kendi bilgisayarını üretecek, kendi yazılımını geliştirecek” demişti. Bu sözü, onu tanıyan herkesin aklında hâlâ taze durur. Amerika’daki profesörleri, zekâsına hayrandı. Hocalarından biri, “Bu çocuk geleceğin iletişim sistemini kafasında kurmuş bile” demişti.
Arkadaşlarının anlattığına göre Ahmet, geceleri kampüs laboratuvarlarında sabahlardı. Gözlüğünün ardından parlayan o zeki bakışlarıyla, bir devrin ötesini görüyordu. “Bir gün makineler birbirleriyle konuşacak, insanlar da bu ağın içinde yaşayacak” derken, bugünkü dijital dünyanın tohumlarını zihninde atıyordu.
Ne yazık ki o zihin, ASALA’nın hain kurşunlarıyla susturuldu. Henüz 27 yaşındaydı… Babası Özdemir Benler için bu acı, hiçbir kelimenin tarif edemeyeceği kadar büyüktü. Biricik oğlunun tabutunun başında, bir gecede bembeyaz olan saçlarıyla dimdik durmaya çalışıyordu. Dostları, “Özdemir Bey sabah başka, akşam başka bir insandı. Saçları bir gün içinde beyaza dönmüştü” diye anlatırlar. O gün, sadece bir evlat değil, Türkiye’nin geleceği de vurulmuştu.
O, çocukluğundan itibaren bilime ve yeniliğe adanmış bir ruhtu. Henüz ilkokul sıralarındayken oyuncaklarını parçalayıp içlerindeki mekanizmayı anlamaya çalışır, “Bir gün dünyayı kolaylaştıracak makineler yapacağım” dermiş. Üniversite yıllarında, arkadaşlarına geleceğin insanlarının birbirini “cam kutular” üzerinden görebileceğini, evlerden çıkmadan iş yapacaklarını anlatırmış. New York Politeknik Üniversitesi’nde yürüttüğü çalışmalarda, henüz kimsenin telaffuz etmediği bilgisayar ağları ve veri iletişimi üzerine kafa yoruyordu. Hedefi, Türkiye’ye dönüp, kendi ülkesinin gençleriyle birlikte bir teknoloji enstitüsü kurmaktı. “Bizim çocuklarımız da bir gün bilgisayar üretecek” sözü, onun ideallerinin özeti gibiydi. Babası Özdemir Benler, oğlunun bu parlak geleceğini her anlatışında gururla gülümserdi. Ne var ki o gurur, bir anda tarifsiz bir acıya dönüştü. Ahmet’in tabutu başında bir gecede beyazlayan saçları, hem bir babanın acısını hem de yitirilen bir umudu simgeliyordu.
Ahmet Benler’in adı, bugün hâlâ Lahey’deki Elçilik binasının önündeki anıtta yaşatılıyor. O anıt, sadece bir genç diplomatın değil, bir bilim dehasının, yarım kalmış bir hayalin simgesidir. O hayal ki, teknolojiyle insanlığı buluşturacak, Türkiye’yi bilişim çağının öncülerinden biri yapacak bir hayaldi.