
Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan’ın 15 Ekim 2025 Tarihli Haftalık TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Muhterem Genel Başkanlarım, Grup Başkanımız, Grup Başkan Vekillerimiz, Kıymetli Milletvekillerimiz, Partilerimizin değerli yöneticileri, değerli misafirler, ekranları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımız; Yeni Yol Meclis Grubumuzun grup toplantısına hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
FİLO VE MİLLETVEKİLLERİMİZE TEŞEKKÜR
Sözlerimin hemen başında geçen hafta Akdeniz’de Gazze’ye doğru yol alan, Özgürlük Filosundaki çabalarıyla, sadece bu milletin değil, vicdan sahibi tüm milletlerin vekili olan Sema Silkin Ün’e, Mehmet Atmaca’ya ve Necmettin Çalışkan’a hoş geldiniz diyorum.
Onların şahsında Filoyu organize eden, filoya her türlü katkı sağlayan tüm vicdan sahiplerine bir kez daha teşekkür ediyorum. Allah sizlerden razı olsun.
YARA BANDI SİYASETİ
Değerli arkadaşlar;
Tüm eşitsizliklere rağmen Gazze tam iki yıl direndi ve diz çökmedi. Filistinli direnişçiler, ilk günden itibaren bölge ülkelerinden beklediği “insani ve siyasi desteği” maalesef göremedi. Filistinli direnişçiler; her platformda; İsrail’in işgalci olduğunun vurgulanmasını istedi.
İşgalci İsrail’e karşı tam boykot, tam tecrit, tam ambargo ve kesintisiz yaptırım uygulanmasını istedi.
Ancak Türkiye başta olmak üzere bölge ülkeleri, Filistin’e; yiyecek, giyecek, sargı bezi ve yara bandı göndermenin ötesine geçemediler. Bunlar da maalesef işgalci İsrail’in müsaade ettiği kadarıyla yapılabildi.
Bunun adı onurlu bir direnişe destek vermek değildir. Bunun adı; katliama ara verildiğinde olay mahalline “yara bandı” götürmektir.
ATEŞKES BARIŞ DEĞİLDİR!
İşte böyle geçen iki yılın ardından, yine bir “ateşkes” gündemiyle “yeni bir başlangıç” vaadiyle karşı karşıyayız.
Değerli arkadaşlar; “Ateşkes, barış değildir.” “Ateşkes”, işgalin ve zulmün bittiği anlamına gelmez. Hepimiz biliyoruz ki; Gazze Şeridi’ne çizilen çizgiyi, mavi çizgiden sarı çizgiye; sarı çizgiden kırmızı çizgiye çekmekle işgal son bulmayacaktır.
Yine hepimiz biliyoruz ki; bugün tampon bölge dedikleri yerlere bölge ülkelerinin asker yerleştirmesiyle “işgal” sona ermeyecektir. İsrail, bulunduğu her santimetrekare toprakta işgalcidir.
MESELE NETANYAHU DEĞİLDİR!
Mesele sadece Netanyahu meselesi değildir!
Netanyahu, 3 farklı dönemde; toplamda 18 yıldır işgalci İsrail’in başbakanı. Ancak Filistin topraklarında, İsrail işgali 77 yıldır devam ediyor. İşgal, katliam, soykırım ve savaş suçlarının faturasını sadece Netanyahu’ya kesip, işgalci İsrail’i görmezden gelmek tam da Siyonizm’in istediği şeydir.
İsrail, en başından beri çocuk katilidir. İsrail, en başından beri soykırımcıdır. İsrail bölgede barışa ve huzura yönelik en büyük tehdittir. Ve üstüne basa basa söylüyorum:
Filistin halkının yanında olmanın yolu; Filistin’i tanımak kadar İsrail’i tanımaktan geçer.
İÇİ SAMAN DOLU BARIŞ GÜVERCİNİ TRUMP
Değerli Arkadaşlar,
100 yılı aşkın bir zamandır nerede kan ve gözyaşı varsa orada ABD parmağının olduğunu hepimiz biliyoruz. Hal böyleyken; küresel sermayenin ve sömürünün
en besili taşeronu Trump,“barış güvercini” olarak pazarlanıyor. Bütün dünyaya karşı korkunç bir tiyatro sahnelendi ve sahneleniyor. Barış Güvercini dedikleri Trump, Netanyahu’ya; “Bibi yani Netanyahu beni sürekli arayıp benden şu silahı, bu silahı isterdi… istediği silahların kimisinin ismini bile bilmiyordum… ama o silahları yaptım ve gönderdim… en iyileriydi… o da bunları iyi kullandı… gayet iyi kullandı… İsrail çok güçlü hale geldi…” diyor
Şimdi bunu bir barış elçisi gibi göstermek; bu dünyanın şahit olup olabileceği en büyük sahtekarlıklardan biridir. Sahneye o kadar özenmişler ki; İsrail ziyaretinde Netanyahu, Trump’a altından bir güvercin heykel hediye etti.
Netanyahu’nun Trump’a hediye ettiği barış güvercininin gagası var, kanatları var. Ancak! Ruhu yok! Bu güvercin uçamaz, bu güvercin kimseye barış getiremez! Trump; içi saman dolu bir barış güvercinidir.
KABUL ETMİYORUZ VE KARŞIYIZ
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden bir kez daha iktidara sesleniyoruz: İbrahim Anlaşmalarını bölgeye dikte ettirme anlamına gelen hiçbir adımı kabul etmeyin.
“Bölge yakında harika bir yer olacak” denilerek, bölgenin yeni bir cehenneme dönüştürülmesine müsaade etmeyin. Gazzelilerin, “Gönüllü Yer Değiştirme Programı” adı altında, zorla tehcir edilme planlarına engel olun. Sakın iktidarınızı devam ettirebilmek için böyle bir planın içerisinde yer almayın!
Çünkü: ABD’nin ve İsrail’in içinde bulunduğu hiçbir anlaşmadan, barış çıkmaz! ABD’nin planından bu coğrafyaya hayır gelmez!
Biz, Trump’ın öncülüğünde yürütülen ve bölgeye “yeni bir dayatma girişimi” olarak gördüğümüz bu planlara karşı çıkmayı; tarihî bir sorumluluk vicdanî ve insanî bir vazife olarak görüyoruz.
AFGANİSTAN-PAKİSTAN GERİLİMİ
Gazze’deki insani trajedi gündemin odağındayken, Afganistan-Pakistan sınır hattında yaşanan son gelişmeler de dikkatle izlenmelidir. Bilinmelidir ki; bu kavganın kazananı kimse olmayacaktır. Kazanan bölge ülkelerinin istikrarsızlığından faydalanan küresel güçler olacaktır. Başta Türkiye ve bölge ülkeleri arabulucu olmalı ve kardeş kanının akmasına mani olunmalıdır.
Her iki ülkeyi de diplomatik açıdan çözüm üretmeye, terör örgütlerine karşı ortak mücadeleye, sağduyuya ve diyaloğa davet ediyoruz.
19. Yüzyılda sömürge haline getirdikleri İslam topraklarında kendilerinden sonra çatışma, kargaşa ve savaşlar devam etsin diye tuzaklar kuranların hedefi bu bölgelerin hiçbir zaman istikrar ve barışa ulaşmamasıdır.
“İŞTE BENİM ANAYASAM”
Değerli arkadaşlar,
Tüm bu gerilimler, coğrafyamızın karşı karşıya olduğu daha büyük bir sürecin parçalarıdır. Böylesi bir dönemde sadece dış politikamızda değil, kendi iç düzenimizde de adaletin, hakkaniyetin ve ortak iradenin hâkim olması hayati önem taşımaktadır. “Yeni Anayasa” yine gündemde. Çok net şu soruları sormak istiyoruz. Siz bu “Yeni Anayasayı” niçin istiyorsunuz? Demokratik bir Türkiye için mi, yoksa kendi Otokratik rejiminize zemin hazırlamak için mi?
Biz; sivil, dili ve içeriğiyle bugünü ve yarını kucaklayan, -en önemlisi- 86 milyonun tamamının “İşte benim anayasam” diyerek sahipleneceği, baş tacı edeceği bir Anayasanın en büyük destekçisi oluruz.
Ancak, önce mevcut anayasaya uyulmasını bunun neticesinde ortaya çıkan eksiklerin tartışılmasını bekleriz. Eski Anayasa, hukuka uymamak için bir bahane, yeni Anayasa da iç politikayı dizayn edecek bir malzeme olmamalıdır!
MİLLİ DAYANIŞMA, KARDEŞLİK VE DEMOKRASİ KAYYIMI
Bu yeni anayasa ve demokratikleşme konusunda epey bir açıklama yapan ve Cumhurbaşkanı danışmanı olduğunu bildiğimiz bir zat, her pazar günü Meclis’e ve Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na rol biçip yön vermeye kalkıyor.
Bu arkadaş komisyonun başına atanmış bir “kayyum” gibi davranıyor. Süreçte; ne konuşulacak, ne konuşulmayacak, bununla ilgili kendini yetki sahibi sanıyor.
Arkadaşlar, şunu bir netleştirelim: Kimse, meclis iradesinin üzerinde değildir. Kimse meclise yön veremez, çerçeve çizemez, ne yapacağını söyleyemez. Yeni Anayasa’dan bahsedenler, önce bu kayyum zihniyetinde bir çıksınlar!
Bakın biz en başından beri şunu söyledik: İhtiyacımız olanı; “Terörsüz Türkiye” tabiri ifade etmeye yetmiyor, bizim ihtiyacımız olan “Yaşanabilir Türkiye” ifadesidir dedik. Toplumsal barış ve huzuru “bir örgütün silah bırakmasına” indirgemenin
çıkmaz yol olduğunu söyledik.
Ancak gördüğümüz o ki; kendini kayyum sanan arkadaş toplumun farklı kesimlerinin hak ve özgürlüklere dair taleplerini dile getirmesini istemiyor. Komisyonun bu konulara giremeyeceğini iddia ediyor. İşte tam da bu anlayış, bu ülkeyi yaşanabilir olmaktan çıkarıyor.
KALICI VE KAPSAYICI BİR ÇÖZÜM
Kalıcı ve kapsayıcı bir çözüm: Tutuklu Başkanlardan, Kayyım atanmış belediyelere; tutuklu gazetecilerden, Adalet arayışında olan KHK’lılara; ev kirasını ödeyemeyen asgari ücretlilerden, atama bekleyen öğretmenlere; AVM’lerin kuşatması altında can çekişen esnaftan, her sezonu daha büyük zararla kapatan çiftçilere; engelsiz şehirler isteyen engelli vatandaşlarımızdan, şiddet görme endişesi taşıyan kadınlara; adalet arayışında olan herkesi sürecin dışında değil, tam merkezinde konumlandırmakla
mümkündür.
Örgütün silah bırakması konusunda, kimsenin itirazı olmaz, olamaz da! Bununla birlikte hiç kimse bizden keyfiliğin, kayırmacılığın ve hukuksuzluğun dayatılmasına da rıza göstermemizi beklemesin.
ESAS KONUŞULMASI GEREKEN
Değerli arkadaşlar;
Türkiye’de; sosyal medya kahramanlarının, televizyon yorumcularının “gündem budur” dediği şeylerin dışında bir gerçeklik var. Bizler için gerçeklik; Tüm kaynaklarımızı yok eden ekonomik buhrandır! Vergi, Enflasyon ve Faiz ile yönetilmeye çalışılan ekonomidir.
VERGİ: AZ KAZANANDAN ÇOK, ÇOK KAZANANDAN AZ
Bakınız, Bu milletten, bu yıl sonuna kadar 12 trilyon 651 milyar vergi toplanacak.
Bu verginin de %85’ini dar gelirliler ödeyecek. Geçtiğimiz günlerde Hazine ve maliye bakanımız vergi konusunda çıktı; “az kazanandan az, çok kazanandan çok alacağız” dedi.
Üzülerek söylüyorum; bu açıklama, bugüne kadar az kazanandan çok, çok kazanandan az vergi alındığının itirafıdır. Bakınız geçtiğimiz hafta sonu, evini kiraya verenlere %20 stopaj uygulanacağına dair bir düzenleme gündeme geldi. Sonra Hazine ve Maliye bakanlığı hemen yalanladı. Biz aynı senaryoyu, yurt dışı çıkış harcında da yaşamıştık.
Sonra birden harçların yükseldiğini gördük. Umarız, bu konuda da bir benzeri yaşanmaz.
Çünkü evini kiraya verenlerden %20 stopaj demek, direk kiraların yüzde 20 artması demektir. Ev sahibine getirilen, her yeni verginin konut ve kira fiyatlarını yükselteceğini bilmek için takdir edersiniz ki ekonomi bakanı olmaya gerek yok!
İsrafla, yandaşla, faizle delinen bütçe vergiyle, yeni vergiyle, cezayla, yeni cezayla doldurulmaya çalışılıyor!
TRAFİK CEZALARI
Bakınız, çarpıcı bir rakamı sizinle paylaşmak istiyorum 2025 bütçesinde vatandaşa kesilecek cezalardan elde edilmesi öngörülen toplam gelir 245 milyar 413 milyon lira olarak belirlenmişti.
Peki, yılın ilk 6 ayında kesilen para cezalarının toplam tutarı ne kadar biliyor musunuz?
921 milyar lira! Öngörülenin yaklaşık 4 katı! (3,75) 2 yıldır enflasyon hedefini tutturamayan iktidar, 2 yıldır faizi düşüremeyen iktidar iş vatandaşa kesilecek cezaya gelince hedefi 6 ayda tutturmakla kalmıyor, 4 katına çıkarıyor!
TÜRKİYE’NİN ENFLASYON GERÇEĞİ HİÇ DEĞİŞMEDİ
Ekonomi bakanı defalarca değişti, Merkez Bankası Başkanıda defalarca değişti,
ekonomi politikasıda defalarca değişti, ama “Türkiye’nin enflasyon gerçeği” hiç değişmedi! Bunu bilerek, hissederek söylüyorum!
Çünkü biz enflasyonu; Mehmet Şimşeğin havalı tweetlerinde, TÜİK’in makyajlı rakamlarında değil; milletin enflasyonu acı acı hissettiği çarşıda, pazarda, kasapta görüyoruz.
PAZARDAYDIK
İşte! Geçtiğimiz hafta Ankara’mızın göbeğindeki İskitler Pazarı’ndaydık. Aynı gün Sayın Cumhurbaşkanı’nın Rize’de çocuklara 200 tl harçlık dağıttığını gördük. 200 TL, Türkiye’nin en büyük banknotu. Bununla pazara gittim ve sadece; yarım kilo biber, 1 kilo elma, 1 kilo üzüm ve 1 tane kıvırcık alabildik. 2009’da piyasaya sürüldüğünde; 200 tl ile 5 gram altın alınabiliyorken, bugün şu kıvırcıktan 5 tane alamıyorsunuz! Pazarcı kardeşim, iktidarın bir türlü anlamadığı enflasyonu o kadar güzel özetledi ki:
Durumlar nasıl deyince: “Durum hiç iyi değil. Fiyatlar 1 senede 5 katına çıkınca insanlar birden sudan çıkmış balığa döndü. 20 yıldır bu işi yapıyorum, ilk defa en pahalı mal satıp, en az para kazandığım sene bu sene” dedi.
Bakın pazarcı kardeşimin açıklamasında; neoklasik ekonomi düşüncesi yok, epistemolojik bir kopuş yok, heterodoks yaklaşım yok. Pazarcı kardeşimiz çok açık ve net yaşadığı fakirleşmeyi, Türkiye’deki enflasyonu anlattı.
KASABA GİTTİK
Dahası da var. Pazardan sonra bu hafta Kasaba da gittik. Türkiye’nin en büyük banknotu ile bir de kıyma alalım dedik. İşte arkadaşlar, Türkiye’nin en büyük banknotu ile alabildiğimiz kıyma bu kadar! Türkiye’nin en büyük banknotu 200 tl, sadece 268 gram kıyma ediyor!
İşte! En büyük banknot, yoksulluğun en büyük belgesi olmuş durumda! Bakınız,
Dünya’da kırmızı et fiyatı ortalaması 6 dolar. Hayvancılığın merkezi Türkiye’de ne kadar biliyor musunuz? 18 dolar. Yani biz dünya kırmızı et fiyat ortalamasının tam 3 katı fiyatına et tüketiyoruz.
GIDA ENFLASYONU
İlkokul sıralarında öğretmenlerim bizlere; Türkiye’nin, kendi kendine yeten bir ülke olduğunu, dışarıya ürün satan ülkelerden biri olduğunu öğrettiler. Çünkü Türkiye demek, yeraltından ve yerüstünden “bereket” fışkıran ülke demekti. Peki; bugün çocuklarımız nasıl bir tablo ile karşı karşıyalar? Nohutu, fasulyeyi, mercimeği bile yurt dışından ithal eden bir ülke ile çocuklarımız karşı karşıyalar. Bakınız bu tablo Eylül 2025’teki G-20 ülkeleri arasındaki gıda enflasyonunu gösteriyor.
Yıllardır iflas ediyor denen Arjantin’de bile gıda enflasyonu %27’ye düşmüşken yıllardır savaşta olan Rusya’da gıda enflasyonu %9’ken bizde %36! Türkiye adeta tek başına zirvede yalnızlığı yaşıyor. Maalesef gıda enflasyonunda açık ara birinciyiz.
NEREDEN NEREYE?
Şimdi soruyorum: 16.000 liraya mahkum ettiğiniz emekli ne yapacak, ne yiyip ne içecek? Çalışan emekli sayısı 2 milyonu aştı. Huzurevine yerleşmeyi bekleyen yaşlı sayıyı 11 bini geçti! Bir soru daha: Avrupa’ya göre, 45 saatle en çok mesai yapan ama en düşük maaşı alan asgari ücretli ne yapacak, çocuğuna ne yedirip ne içirecek? Hani sayın cumhurbaşkanı diyordu ya “nereden nereye!” El hak doğru! Bu tablo karşısında söylenecek tek bir şey var; nereden nereye! Bunların sebebi ekonomiyi yönetenlerin çarşıya, pazara değil, Londra’ya, Washington’a, New York’a bakmasıdır. İktidarın üretim değil, faiz odaklı ekonomi anlayışıdır. zengine hizmet, yoksula hezimet politikasıdır.
KADERİ BORÇ DEFTERİNDE YAZILI BİR TOPLUM
Değerli arkadaşlar;
Tüm bunlardan sonra görüyoruz ki: Herkesin kaderinin, “borç defterine” yazılı olduğu bir ülkeye dönüşmüşüz. Bu sabah Yeni doğan çocuklar borçlu doğdular. Bu sene üniversite mezunu gençler hayata borçla başladılar. Bu Hafta sonu düğün yapan çiftlerimiz yuvalarını borçla kurdular. Her maaş günü bir kurtuluş değil, yeni bir esaretin başlangıcı oldu; banka kartı bir kelepçe, faiz oranı bir kırbaç oldu. Bu sessiz çığlığı oturduğunuz yerden duyamazsınız? Pazar yerlerine gidin, marketleri gezin, kasaba gidin; ATM sıralarındaki, otobüs duraklarındaki insanların yüzüne bakın…Yorgunluk, öfke ve çaresizlik arasında sıkışmış bakışları oralarda göreceksiniz.
BU DÜZEN DEĞİŞMELİ
Değerli arkadaşlar;
Bu düzen değişmeli! Bu aziz millet, bunlardan çok daha iyilerine layıktır. Bizim bütün çabamız, bu aziz milletin hak ettiğine ulaşması, Türkiye’nin daha müreffeh, aha huzurlu daha özgür, daha “yaşanabilir” olması için. Bizim mücadelemiz “Demokratik bir Türkiye” için herkesin hakkını gözeten “Adil bir Türkiye” için. Bu anlattığımız tabloların değişmesi ve Milletimizin hak ettiği bu değerlerin inşası için çalışmaya devam edeceğiz.
15 EKİM BEYAZ BASTON KÖRLER VE GÜVENLİK GÜNÜ ve KAPANIŞ
Değerli arkadaşlar;
Bugün 15 Ekim, aynı zamanda özel bir gün. Dünya Beyaz Baston Körler ve Güvenlik Günü. Ben öncelikle, şu an aramızda bulunan, Engelliler Koordinasyon Başkanımız İsrafil Bayrakçı’nın ve Anadolu Engelliler Birliği Derneği Başkanımız Burhan Gümrükçü’nün şahsında, tüm görme engelli kardeşlerimize saygılarımı sunuyor, bu anlamlı günün farkındalığa, duyarlılığa ve dayanışmaya vesile olmasını diliyorum.
Beyaz baston, bir engelin değil; Azmin ve kararlılığın sembolüdür. “Ben buradayım ve bu hayatın bir parçasıyım!” diyen kardeşlerimizin elindeki anahtardır. Görme engelli vatandaşlarımızın hayatın her alanında olması, güvenli ve bağımsız bir şekilde yaşamaları için devlete ve topluma büyük bir ödev düşüyor. Buradan onların taleplerini bir kez daha seslendirmek istiyorum! Kimsenin yardımına gereksinim duymadan yaşamını sürdüren, kendi kendine yeterli bağımsız bireyler olmak istiyoruz. Her şeyden ücretsiz ve indirimli yararlanmak değil, engellilikten kaynaklı ilave giderlerimizi karşılayacak düzenli bir engelli aylığı almak istiyoruz. Üretim süreçlerinde verimli ve etkin olarak yer almak istiyoruz. Herkes için tasarlanmış kentler, sokaklar, konutlar, toplu taşıma araçları ve yaşanabilir bir ülke istiyoruz. Birçok dünya ülkesinde olduğu gibi bir “Beyaz Baston Yasasının” hayata geçirilmesini istiyoruz. Görme engelli arkadaşlarımız;
Talepleriniz bize emanet!
EKİM ASTSUBAYLAR GÜNÜ
Değerli arkadaşlar, sözlerimi toparlıyorum.
İki gün sonra, 17 Ekim Dünya Astsubaylar Günü. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bel kemiği olan Astsubaylar, bu milletin her karış toprağında, her şartta görev yapmış kahramanlarımızdır. Dağlarda terörle mücadele etmiş, nöbet tutarken evladının doğumunu kaçırmış, anne babasının cenazesine gidememiştir. Ama vatanı için hep görevinin başında olmuştur. İktidar tarafından onlara verilen sözlerin tutulmaması nedeniyle 99 şubeden gelen emekli astsubaylarımız 17 Ekim’de Ankara’da bir yürüyüş gerçekleştirecekler. Bir ayrıcalık istemiyorlar, sadece adalet istiyorlar! Bir albay emeklilikte maaşının %70’ini alırken, astsubay yalnızca %43’ünü alabiliyor. Bu durum askeri hiyerarşiye, vicdana ve adalete aykırıdır. Emekli silahlı kuvvetler personeline sokakta hak arattırmamalıyız! Biz bu sesi duyuyoruz, bu adaletsizliğin giderilmesini istiyoruz. Astsubaylarımızın hakkı, lütufla değil; alın teriyle kazanılmış bir haktır.
Saadet Partisi Kayseri Serdar Gökhan Çiçek’ten eleştiri
Toplumun Ruhunu İyileştirmeden, Ülke İyileşmez.Son 10 yılda Türkiye’de antidepresan kullanımı %67 arttı.
2014’te 39 milyon kutu olan kullanım, bugün 65 milyon kutuya ulaştı. Bu tablo, ekonomik sıkıntıların, adaletsizliklerin, yalnızlığın ve umutsuzluğun toplum ruhunda açtığı derin yaraların bir yansımasıdır.
İnsanımızın derdine ilaç değil, çare gerek! Her kutunun arkasında bir yorgun kalp, bir bitkin anne, bir ümitsiz genç var.
Bu sese kulak vermek, insan onuruna sahip çıkmaktır.
Saadet Partisi olarak diyoruz ki:
Acilen Ruh Sağlığı Yasası çıkarılmalı,
önleyici ruh sağlığı hizmetleri güçlendirilmeli,
adalet, huzur ve dayanışma yeniden tesis edilmelidir.Çünkü biz inanıyoruz:İnsanı yaşatmadan, hiçbir sistem ayakta kalamaz.
Selçuk Onat: “Doğu Türkistan’daki Zulme Sessiz Kalmadık, Kalmayacağız”
Saadet Partisi Kocasinan İlçe Başkanı Selçuk Onat, Doğu Türkistan’da yıllardır devam eden insan hakları ihlallerine dikkat çekerek, geçmişte yaptıkları basın açıklamasını hatırlattı. Onat, zulme karşı duruşlarının dün olduğu gibi bugün de aynı kararlılıkla sürdüğünü vurguladı.
“2019’dan Bugüne Değişen Çok Az Şey Var”
Selçuk Onat, 2019 yılında İl Gençlik Kolları Başkanlığı görevini yürütürken, Cumhuriyet Meydanı’nda Doğu Türkistan’da yaşanan acılara dikkat çekmek amacıyla bir basın açıklaması düzenlediklerini hatırlattı. O dönemde yaptıkları çağrıların ve uyarıların üzerinden yıllar geçmesine rağmen, Doğu Türkistan’daki zulmün hâlâ sürdüğünü ifade etti.
Onat, “O günden bugüne maalesef değişen çok az şey var. Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin sesi hâlâ kısılmakta, yaşadıkları acılar tüm dünyanın gözü önünde devam etmektedir. Biz, her dönemde mazlumların sesi olduk ve olmaya da devam edeceğiz. Zulüm asla ebedi olmayacaktır, kötülük mutlaka hüsrana uğrayacaktır.” dedi.
“Mazlumların Yanında, Zulmün Karşısında Olmaya Devam Edeceğiz”
Onat, Saadet Partisi’nin temel çizgisinin her daim adalet, insan hakları ve vicdan ekseninde olduğunu belirterek şunları kaydetti:
“Saadet Partisi olarak, kimden gelirse gelsin ve kime yapılırsa yapılsın her türlü zulmün karşısında; her mazlumun yanında olmaya devam edeceğiz. Bizim için Filistin, Doğu Türkistan, Suriye veya Yemen fark etmez. Nerede bir mazlum varsa biz oradayız. Adaletin ve merhametin hâkim olduğu bir dünya için mücadelemiz sürecektir.”
“Zulüm Karşısında Susmak, Zalimden Yana Olmaktır”
Onat, Müslümanların üzerine düşen en büyük sorumluluğun, haksızlığa ve baskıya karşı durmak olduğunu ifade ederek,
“Biz, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ anlayışını reddeden bir davanın mensuplarıyız. Zulüm karşısında susmak, zalimden yana olmaktır. Bugün Doğu Türkistan’da yaşananlar, sadece Uygur Türklerinin değil, tüm insanlığın sınavıdır.” şeklinde konuştu.
“Saadet Partisi Duruşundan Taviz Vermedi”
Saadet Partisi’nin kuruluşundan bu yana adalet ve insan onurunu merkeze alan siyaset anlayışını sürdürdüğünü dile getiren Onat,
“Bugün de aynı inançla, aynı kararlılıkla bu çizgiyi koruyoruz. Bizim için siyaset; mazlumun sesi olmak, hakkı ve adaleti haykırmaktır. Bu anlayış, partimizin ve teşkilatımızın en temel varlık sebebidir.” ifadelerini kullandı.


