Pandemi süreci ve ‘Lebalep sendromu’ (Köşe yazısı)
TARİH VE GÜNÜMÜZ PENCEESİNDEN
“DOST SÖYLER, ACI SÖYLER!… OLUPBİTENLER ACI BİTERSE, TÜRKÜSÜNÜ KÖYÜMÜZDEKİ FADİME BACI ACI SÖYLER!…”
ÇOK GENİŞ BİR TARİH BAKIŞ AÇISINDAN
“PANDEMİ SÜRECİ” VE “LEBALEP SENDROMU”
Süleyman KOCABAŞ
Tarihçi Yazar
kocabassuleyman@gmail.com
Aziz dostalar, bugünkü köşe yazımızda sizlere hem “Tarih Penceresi” ve hem de “Günümüz Penceresi” nden bakarak sesleneceğiz.
Yazı konumuz çok uzun!… Yazarsak ciltleri doldurur. Fazla vaktinizi almamak için yalnızca, kamuoyu ve siyasi çevreler –kulislerde sık sık dile getirilen “AK PARTİYİ YIKARSA LEBALEP SENDROMU MU YIKACATIR?” konusunu tek başına ele alarak işleyeceğiz.
OSMANLIYI YIKAN SÜREÇ NASIL BAŞLAMIŞTI?
Şöyle bir giriş yapalım: “Tarihte, tarihinin en güçlü ve büyük devlet adamları ve devletleri, en büyük hatalarını bu en güçlü zamanlarında yaparlar. Bu onların sürecinin çan eğrisinin dönüm veya kırılma noktasıdır. Yapılmaya başlanan hatalarla her şey yok olup gider” derler. Bu aynı zamanda “Tarihin Bir Kanunu” olup çok doğrudur.
Buna Osmanlı Devletinden örnek verelim: 623 yıllık (1299-1922) Osmanlı Devletinin hayatında çan eğrisinin “kırılma” veya “dönüm” noktası adı geçen devletin “en güçlü ve zirvede olduğu dönem” denilen Kanunu Sultan Süleyman dönemidir (1520 -1566). İşte, tarihin her süper gücü gibi Osmanlı’nın da “EN BÜYÜK HATASI” , “Cihan Sultanı” sıfatıyla da anılan onun zamanında yapmıştır. Başlıca iki büyük hatası şunlardır:
1-Oğlu Veliaht Mustafa’yı devşirme ve Yahudi dönmesi eşi Hürrem Sultan’ın da etkisiyle ayrı anneden doğan bu veliahtı çadırında boğdurarak öldürmek suretiyle yerine babadan kardeş Selim’i veliaht yaparak kendisi 1566’da öldükten sonra Osmanlı tahtına çıkarması olmuştu.
Veliaht Mustafa, Selim’in yerine padişah olsa idi neler olurdu? Babası zaten imparatorluğu “Cihan İmparatorluğu” yapıştı. Kendisi de çok ehliyetli ve liyakatli bir Sultan olacağından, bu “Üzerinde Güneş Batmayan İngiliz İmparatorluğu” benzer yeni fetihleriyle “Üzerinde Güneş Batmayan Osmanlı İmparatorluğu” yapabilirdi.
Benzi sarı olduğu için “Sarı” lakaplı “Sarı Selim” adıyla anılan Sultan Sarı Selim II, neler yapmıştı da İmparatorluk batmaya başlamıştı. Osmanlı tarihi geleneğinde bütün seferlerin başında mutlaka Padişahlar bulunur, zaferler kazanarak İstanbul’a dönerlerdi. Osmanlı tarihinde ilk defa Padişahların “Seferlerin başında olmamak” yaygın geleneğinin başını, ehliyetsizlik ve liyakatsiz Padişah olması sebebiyle II. Selem çekmişti. Bütün günlerini, Harem’de karılar, kızlarla bir arada olmak ve bol bol içki içerek kafayı çekmekle geçirmişti.
1.Selim zamanında ilk sefer olarak 1569’da “Astırhan Seferi” ne çıkılacaktı. Sebebi neydi? “Ebedi d6üşmanımız” dediğimiz Ruslar, 1480’de kurdukları “Bağımsız Büyük Rusya Devleti” ni daha da büyütüp “imparatorluk” haline getirmek için hep Doğu’ya doğru seferler düzenlemişler, bu seferler sırasında Hazar Denizi’nin kuzeyindeki Volga Nehri’nin ağzında bulanan küçük “Astırhan Adası” nı işgal ederek, buraya “kartal yuvası gibi” denilen “Astırhan Kalesi” ni yapmak ve burada bir “askeri üs” oluşturmak suretiyle, artık bundan böyle Avrupa’nın sınırı Ural Dağları’nın Doğusuna da geçerek burada bulunun Türk Hanlıkları Kazan, Özbek, Buhara, Kızgır, Tacik Hanlıklarını da 5 Altın Ordu Hanlığı gibi yutma çalışmasına başlamışlardı. Tam bu sırada adı geçen Hanlıklar elçileri İstanbul’ a gelerek “Rus saldırıları” nın durdurulması için yardım istemişler ve işte “Astırhan Seferi” bunun için düzenlenmişti.
Artık bundan böyle saferlerin başında Padişahlar değil Osmanlı Devleti’nin “İkinci Adamları” denilen sadrazamları vardı. Sultan II. Selim, Başkomutan olarak kendisine vekaleten Kasım Paşa’yı görevlendirdi. 30 bin kişilik Osmanlı ordusu, 40 bin Kırım Askeri ile birlikte Eylül 1569’ da Astırhan Rus üssü önlerine geldiği halde, Kasım Paşa’nın elinin ağır olması, korkaklık, ürkeklik, karasızlık ve Kırım Hanı’nı da kendisini “kandırması” sonucu Rusların kartal yuvasını alamadı. Paşa orduya “İstanbul’a geri dön” emrini verildi. Eğer seferin başında öldürülen Veliaht Mustafa Padişah olarak bulunsa idi, çok büyük ihtimalle burası alınır, artık bundan böyle Rusların Ural Dağları’nın doğusuna geçmesi önlenerek bir “Avrupa İmparatorluğu” olarak bırakılmaları sağlanırdı.
Başarısız Astırhan Seferinin ardından 1570’de açılan “Kıbrıs Seferi” nin başında da Sultan II. Sarı Selim yoktu. Başkomutan olarak “esmer yüzlü” Sadrazamı Lala Mustafa Paşa’yı atamıştı. Donanmasıyla Kıbrıs açıklarına gelen Paşa, burasını düşmandan almak için zorlu bir mücadeleye girişti. Beş yıl gecikme ile ancak 1575’de alabildi. Üstelik de Ada’da yaşayan Ortodoks Rumların yardımlarıyla. Şimdilerde Kıbrıs’ta kanlı bıçaklı olduğumuz Hristiyan Ortodoks Rumlar tâ o yıllarda biz Müslüman Sünni Türlere niçin yardım etmişlerdi? Çünkü Ada’yı Rumlardan değil de Hristiyan Katolik Venedik Cumhuriyeti’nin elinden almaya çalışıyorduk. Katolik Venedikliler Kıbrıs’ta tebaaları olan Ortodoks Rumlara 3 asırdan beri Katolik olmaları için zulüm yapıyorlardı. Üstelik de Rum ahaliyi çiftlikleri haline getirdikleri topraklarında köleleri gibi karın topluğuna çalıştırıyorlardı. Halbuki Osmanlı Devletinin tebaası i Ortodoks Rumlar iyi Osmanlı yönetimi sayesinde huzur ve refah içinde yaşıyorlar, Venedik’in zulüm idaresinde yaşayan Ada’lı Ortodoks Rumlar da Osmanlı idaresinde yaşayan Ortodoks mezheptaşlarına imreniyorlar ve Kıbrıs’a sefer yapışımızın bir sebeplerinden birisi de işte bu idi. Hatta, Rumlar kendi aralarından seçtikleri bir elçiyi İstanbul’a göndererek “Kıbrıs’a gelin bizi de kurtarın” diye yalvarmışlardı. (F. Fikret Alasya, Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs’ta Türk Eserleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1984, s. 51) Kıbrıs’ın başkenti Lefkoşe Venediklilerden alınırken yönetimin merkez binası Venedik Sarayı’ndaki Venedik bayrağını indirerek yerine Osmanlı bayrağını çeken bir Rum olmuştu. (Harry Luke, Cyprus (Kıbrıs tarihini anlatan kitap) , George G. Harrap Company Ltd., London, 1957. S.74). Yine İngiliz tarihçi Luke’nin yazdıklarını göre Osmanlı yönetiminin adalı Rumlara getirdiği iyi yönetimin tasviri şöyle idi: “ Türk yönetimi, Kıbrıs’a iki iyi düzen getirdi: Bizans devrinde bile var olan ve Venedik idaresinde şiddetlenen feodalizme (toprağa bağlı kölelik) son verdiler. Ayrıca, üç asırdan beri Katolik baskısı altında bulunan Rumların dini müesseslerini ihya ettiler. Bizans ve Venedik idaresinde toprağa bağlı köleler olarak çalışan Rumlar, az bir ücretle, işlettikleri toprağın sahibi oldular. Türk fethini sevinçle karşılayan Rumlar, böylece o zaman kadar görülmemiş bir hürriyeti kavuştular” (Luke, adı geçen kitabı, s. 73). Bir başka yabancı kaynaktan: “Türk yönetimi, buradaki kölelik düzenini kaldırarak hürriyeti getirdi. Ada halkı, mal, mülk sahibi olarak varlıklarını devam ettirdiler.” ( Philip Newman, A Short History of Cyprus, Green and Co., London, 1953, s. 220)
Kıbrıs iki yıllık bir kuşatmadan sonra 1571’de düştü. 75 bin şehit ve bir bu kadar da yaralı verdik. Eğer bu seferin başında dirayetli sultan olarak Sultan Mustafa olsa idi, belki de burasını daha kısa zamanda içinde alabilir, 75 bin değil daha az şehit verirdik.
2-Kanunu Sultan Süleyman’ın “Gözde Sadrazamı” denilen Rüstem Paşa, onun kızı Mihrimah Sultan’ı (Hürrem’den doğma) eş edindiği halde Sultan’ın damadı idi. “Rüşvet alıp vermek devletlerin başına gelecek en büyük beladır” derler. Çok doğrudur. Osmanlı Devleti tarihinde bürokratik gelenekten olarak devlet ve millet hayatına “Rüşvet belası” nı ilk sokan Damat Rüstem Paşa olmuştur. Yine ilk defa eyaletlere beylerbeyiler, vilayetlere valiler ve sancaklara sancak beyleri (kaymakam) olacaklardan rüşvet almak suretiyle atayan başlayan ilk sadrazam da kendisi olmuştur. Bu sayede milyonları biriktirerek “Osmanlı Devletinin en zengini devlet adamı” ve hatta “Dünyada en zengin devlet adamı” sıfatını almıştır. Almıştır ama, “Dünyanın en büyüğü ve zengini” denilen Osmanlının da artık bundan böyle canını okumaya başlamıştır.
Kanunu Sultan Süleyman, damadının birçok rezaletlerini bildiği halde sırf akrabalık ilişkileri sebebiyle onu darıltmamak için neredeyse yaptığı her şeye göz yumup geçmiştir. Peygamberimizin, “Kızım Fatma, bana babam diye güvenme ve öğünme, en küçük bir adaletsizliğin zamanında bile Peygamber olarak seni ben de kurtaramam, cezanı mutlaka veririm” hadisi bile bir an olsun Kanuni’nin aklına gelmemiştir; gelse bile “iş işten geçtiği” için yapılacak bir iş kalmamıştır.
Kâtipleri, Sadrazam Rüstem Paşa’nın çiftlikleri vb. bütün mal varlığı ve servetinin sırf isimlerini yazarak ancak iki- üç ciltlik defterlere sığdırabilmişlerdir. Eyyy Rüstem Paşa!… Bir gün öleceğini hiç mi düşünmedin? Mideni, karnını hep “haram kazançlar” la doldurdun, şişirdin!… Senin de en sonun da gözünü “bir avuç toprak” doldurmadı mı?… Şimdi bunların cezasını çekiyor olarak acaba cehennemde misin? Mektup yazıp gönderemezsin!… Hiç olmazsa rüyalarımıza gir de durumunu öğrenelim!…
İşte Osmanlıyı yıkan süreç böyle başlamıştır.
GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİNİN OSMANLI İLE KIYASI
“Osmanlının çöküşü Kanunu Sultan Süleyman’la başladı” demiştik. Osmanlı tarihinde en uzun Padişahlık süresini 46 yılık süre ile bunun rekorunu kıran Kanuni Sultan Süleyman olmuştu. Türkiye Cumhuriyeti Devletine kıyasla günümüzde bu Sultan’ın karşılığı bizde halihazır Devlet Başkanımız (Bazı kimselerin “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” sayesinde “Tek Adam” statüsünde “Padişah oldu” dediği halde de) Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. 19 yıldan beri (2021 – 2002) tek başına iktidar, “iktidar tahtı” ndadır. 98 yıllık Cumhuriyet tarihimizde onun kadar “tahtta kalma” rekoru kıran bir başbakan –cumhurbaşkanı yoktur.
Günümüze baktığımızda da Sayın Erdoğan’ın çan eğrisinin tepe noktasına yakın sayılırız. Kanunu Sultan Süleyman benzeri son birkaç yıldan beri yapmaya başladığı “büyük hatalar” ıyla kendi döneminin çan eğrisini kendi eli ile eğritmek rolü onuyor sanki…Siz nasıl düşünüyorsunuz, bilmiyorum ama, ben böyle düşünüyorum!…
PARDEMİ SÜRECİ İLE GELEN “LEBABEP SENDROMU” AK PARTİYE BÜYÜK ZARAR VEREBİLİR Mİ?
Yine siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama, ben kişisel olarak “güme gidebilecekleri” zan ve kanaatindeyim. Zaten bu yazımı da Sayın Erdoğan’ın ve partisinin gelecekte “acı haller” yaşamaması için samimi bir eleştiri ve uyarı yazısı olarak yazıyorum. İktidarda hangi parti ve lideri olursa olsun bu eleştiri ve uyarılarımı onun için de yapardım. Partizan değilim. Takım tutar gibi ölene kadar aynı partiyi tutmam. Marksist partiler ve “Apo’nun heykelini dikeceğiz” diyen partiler hariç her partiye oy vermişimdir.
20’inci yüzyılın başlangıcından günümüze dünyamız “üzerinde güneş batmayan iki imparatorluk” hayatını yaşadı. Bunlar şunlardır:
1-“Üzerinde Güneş Bakmayan İngiliz İmparatorluğu”: Uzatmayalım, hemen söyleyelim ki, I. Dünya Harbi yıllarında bizim “Cihan İmparatorluğumuz” Osmanlı İmparatorluğunu lebalep adı geçen imparatorluk yıkmış, bizi, 780 bin kilometrekare toprakta yaşamaya mahkum bırakmıştır.
2- Günümüzdeki “baş düşmanımız” ise, kuruluşu itibariyle daha bir yılını doldurmuş olan, adı geçen İngiliz imparatorluğundan, içine Antartika kıtasını da aldığı halde “Üzerinde Güneş Batmayan Korona Virüs İmparatorluğu” dur. İngiliz İmparatorluğu, bütün dünyayı ateş ve demir kullanarak yani silahla teslim almıştı. Ama, Korona Virüs İmparatorluğu bütün dünyamız yanında Türkiyemizi de bugün havadan virüs yaymasıyla “topsuz –silahsız” teslim almış bulunuyor.
Gerekli etkili tedbirleri alamazsak, Osmanlı’yı nasıl ki İngiliz İmparatorluğu yıkmışsa günümüzün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ ni de Korona Virüs İmparatorluğu yıkacağa benzemektedir. Zaten, bu imparatorluk Çin’de 17 Kasım 2019’da Vuhan şehrinde kurulduğu günden beri r dünyanın her yerinde hep şu konuşulmaktadır: “Dünyamız artık eskisi gibi olmayacak, yeni bir dünya düzeni kurulacaktır.”
Son yüz yılımızda zaten “Yeni Dünya Düzeni” kurucusu “Haydut Devletler” pek çoktur. Bunların beli başlılarından olarak önce İngiltere (1. Dünya Harbinden sonra kendi hâkimiyetinde “Yeni Dünya Düzeni” ni kurmuştu ve Osmanlı’yı zaten bu düzen yıkmıştı) ve ardından ABD ise II. Dünya Savaşı’ndan sonra kendi “Yeni Dünya Düzeni” ni kurdu (Türkiye’yi Osmanlı misali yıkmadı ama “yarı canlı” teslim aldı). 1990’da Komünist Rusya çökünce, yeni bir ikinci “Yeni Dünya Düzeni” ni 1990’dan sonra kurudu ve bu düzen çatırdasa da hâlâ devam ediyor. Bunun karşılaştığı “sendromlar” ı aşmak için olacak ki, dile getirilen “senaryolar” veya “komplo teorileri” ne göre Korona Virüs’ün Amerika’da bir laboratuvarda “suni” olarak yaratılıp, Çin’in Vuhan şehrinden dünyaya salıverildiği ve bütün dünyaya buradan yayılarak her yeri teslim aldığı ve bu sayede Amerika’nın yepyeni “Yeni Dünya Düzeni” ni adı geçen virüs üzerinden kuracağı her yerde dillere destan söyleniyor, yazılıyor. Gerçi, bu virüsün “zararları” nın Amerika’ya da dokunacağı biliniyor ama, bundan sağlanacak “yararlar” daha fazla olduğu için bunda karar kılınmış bulunuluyor.
Tabii ki Virüs İmparatoru’nun “zararları” ndan Türkiye’de nasibini alacağa benziyor. Benzemedi mi?… Alıyor bile!… Zaten, Amerika’nın şu an başımızda bulunan AK Parti hükümeti ve onun başı Devlet Başkamızı Sayın Erdoğan’la arası iyi değil. Şimdiye kadar bu ikiliyi harcamak için, birçok silahları denediği halde “daha etkili silahlar” bulamadığı için, bunları yıkmak uğrunda “Virüs Silahı” Amerika için “son şans” ını deneyeceği “son silahı” olacaktır.
İşte bu yazımızı yazmamızın sebeplerinden birisi de Sayın Erdoğan ve bütün Türkiye’yi uyarmak içindir. Topyekun sloganımız şu olmalıdır: “Aman aman hem iktidar partisi, hem de muhalefet partileri ve hem de topyekun milletimiz olarak çok dikkatli olalım, hükümetimizce belirlenmiş kurallara harfiyen uyarak bu süreçte fazla hasar verilmeden selamete çıkalım.”
AK Parti iktidarının virüsle “canhıraş mücadele” de aldığı birçok tedbirler doğrudur ve iyi sonuçlar vermiştir. Tabii ki doğru olmayanları da çoktur. Banlardan birisi de kendisini kendi eli ile “Lebalep Sendromu” na sokması olmuştur.
Zaten dünyada ve bizde Virüs İmparatorluğu ile mücadelenin ana sloganı: “Ey Vatandaş, Korona Virüs’den korunmak için Maske Tak, 2-3 Metrelik Sosyal Mesafeyi Koru ve El Temizliğini İhmal Etme!…” dir.
Milletimiz, “Virüs Savaşı” nda da Başkomutanımız Sayın Erdoğan ve yardımcısı Sağlık Bakanımız Sayın Doktor Fahrettin Koca’nın “Maske Tak, Sosyal Mesafeyi Koru, Elini Sabunla 20 Saniye Yıka” emrine uymaya azami dikkat gösteriyor ama, AK Partinin il kongreleri bahis mevzuu oldu mu, bunu kendilerinin ihlal ettikleri televizyon kanalları ve gazete manşetlerinden apaçık görülüyor. Sanki tam bir “çifte standart” sergileniyor. Muhalefet partileri de “mal bulmuş Mağribi” gibi bu “altın fırsat” a sarılarak AK Parti ve Genel Başkanı – Devlet Reisi Erdoğan’ı “sandığa gömmek” için kullanıyorlar. Sayın Erdoğan’ın salonlarda canlı olarak yaptığı konuşmalarda “Pandemiye rağmen salonu lebalep (bütünüyle, tam kapasite) doldurduğunuz için teşekkür ederim, birbirinize yaklaşınız, eller havaya, seslerinizin daha iyi çıkması için maskelerinizi çıkararak yüksek sesle partimizin Rabia yeminini (Tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek vatan) yapacağız” söylemleri, hükümet tarafından konulan yasak kuralarını ihlal ettiği için işin esasını bakılırsa normal vatandaşlarımız tarafından da hoş karşılanmıyor, sürekli homurdanmalara sebep oluyor. Sayın Sağlık Bakanımız da aynı “çifte standardı” kendisi de gösteriyordu. “Cenazeler ve taziyelere 30 kişiden fazla katılım olmamalıdır” diye söylemlerde bulunuyor, tvittirler atıyordu ama, kendisi 21 Şubat 2021 tarihinde 1000 kişilik cenaze namazına İstanbul Fatih camiinde katılıyordu. Sayın Koca, daha sonra, yaptığı bu “yanlış davranış” tan özür diledi. Bu cümleden olarak Kanal 7’nin 25 Şubat 2021 tarihli akşam haber bültenine canlı çıkarak şunları söyledi: “Ben cenazede o tarz mesafeyi öngörmedim. Bu benim kusurumdur. Vatandaşlarımdan özür diliyorum. Veremeyeceğim hesabım yoktur.” Sayın Koca’ya bu “özür” açıklamasından dolayı teşekkür ederim.
Esnaf haklı olarak homurdanıyor: “AK Partinin kongre salonları lebalep dolu, hatta bunlarla da övünüyorlar, ama, biz zaten Pandemi tedbirleri yüzünden yalnızca evlere paket servisi ile çalışabilen lokantamızda, kazaen de olsa bir masaya bir müşteri oturtup, yemek yedirmemizi gören polis burasını hemen basıyor ve müşteriye de bize de tedbirleri ihlal den 3200 lira para cezası yazıyor. Müşterinin yediği yemek zaten fakir olduğu için 10 – 15 liralık yemek, kendisine yazılan 3200’lira cezayı nasıl ödeyecek? Şimdi bu oldu mu?” sızlanmaları da bir gerçek vb…
İşte AK Parti ve Sayın Erdoğan’ı art niyetsiz ve samimi olarak bütün eleştirilerimiz ve uyarılarımız bu “çifte standart” ın sergilenmemesi için olacaktır. Aksi takdirde bütün bu olup bitenler 2023 seçimlerinde AK Partiyi sandığa gömebilir. O günlerde, “Keşke kongre salonlarımızı lebalep doldurmasak ve hatta bununla övünmesek, kongrelerimizi vicahen (yüz yüze) değil de gıyaben (video konferans ile uzaktan) yapsaydık” sızlanmalarına meydan vermemek için şimdiden bir tarihçi yazar olarak onları uyarmak istiyorum. Tutarlar mı tutmazlar mı bilemem. Geçmiş geçmiştir, artık hiç olmazsa, eğer büyük bir fedakarlık ve sabır göstererek, beni de küçümsemeden bu yazımı okuduktan sonra, yaptıkları “çifte standart” tan hemen vazgeçerlerse hem kendileri ve hem de ülkemiz için çok iyi olur düşüncesindeyim. Zaten kendileri de az –çok bildikleri halde, “tekrarda fayda vardır” dan olarak benden de bir dost olarak hatırlatması!…. Vesselam. 26 Şubat 2021