
“UMARIZ ÖCALAN KOMİSYONUNDA TERÖRİSTLERİN DARP ETTİĞİ TÜRK GENÇLERİ DE DİNLENİR”
Gençlik Kolları Sözcüsü Şeymanur Aklan, Türk gençliğinin gündemine ilişkin haftalık basın toplantısında konuştu.
Şeymanur Aklan: “Bugün 30 Eylül 2025 Salı. Türk gençliğinin sorunlarını ele alacağımız bir başka toplantıda daha birlikteyiz. Üniversitelerin açılmasıyla birlikte tahrik unsuru şovenistler de ortaya çıktı. Bu hafta Orta Doğu Teknik Üniversitesi başta olmak üzere bazı üniversitelerimizde bölücüler ortamı terörize etmeye çalıştı. Öğrenciler ve hatta güvenlik görevlileri darp edildi. Öğrenci görünümlü terör sempatizanları sözde terörsüz Türkiye sürecinden almış oldukları cesaretle Türk gençlerini hedef göstermeye devam ediyor. Türk gençliği bölücülere dün nasıl geçit vermediyse bugün de aynı kararlılıktadır ve geçit vermeyecektir. Biz bu filmi daha önce izledik ve gerekli derslerimizi aldık. Şehit Fırat Yılmaz Çakıroğlu Ege Üniversitesi’nde, kampüsünde bölücü terör örgütü mensupları tarafından şehit edilmişti. Bizim üniversitelerimizde verecek bir Fırat’ımız daha yok. Yetkili makamları güvenli kampüsler için her türlü tedbiri almaya ve bu şiddet failleri hakkında gerekli yaptırımı uygulamaya davet ediyoruz. Şiddete uğrayan arkadaşlarımıza da büyük geçmiş olsun.
Zafer Partisi Gençlik Kolları olarak Türk gençliğinin dün ve bugün olduğu gibi daima yanında olacağız. Üniversite birimlerimizdeki arkadaşlarımıza oryantasyon günleri süresince sizlere destek olmaları için çağrıda bulunduk. Bu vesileyle üniversitelerdeki arkadaşlarımıza da bir çağrıda bulunmak istiyoruz. Sizi kavganın içine, şiddetin gölgesine sürüklemek isteyenlere karşı lütfen temkinli olun. Bu kişi ve grupların sizleri bu tuzağa düşürmesine müsaade etmeyin. Sizleri şiddetin figüranı olamayacak kadar değerli ve bilge görüyoruz biz. Lütfen provokasyona geçit vermeyin. Bir noktaya daha değinmek istiyorum. Bazı üniversiteler Türkçü öğrencilerin stantlarını güvenlik gerekçelerini bahane göstererek kaldırdı. Sizin bu yaptığınız bu sorunun çözümü değil. Sizlere düşen o öğrenciler oradayken, o stant oradayken gençlerin güvenliğini sağlamaktır. Üniversite yönetimlerinin bu konudaki kararlarını da dikkatle takip ediyoruz ve edeceğiz. Komisyon süreci bölücü terör örgütü sempatizanlarına anlaşılan o ki cesaret vermiştir ve aldıkları bu cesaretle üniversite kampüslerinde asayişi bozmaya çalışıyorlar. Devletimiz sokaklarda olduğu gibi üniversitelerimizde de güvenliği sağlayacak önlemleri almalıdır. Öcalan Komisyonu’nda önümüzdeki haftalarda gençlik örgütlerinin dinleneceği söyleniyor. Umuyoruz ki terör sempatizanlarının darp etmiş olduğu bu öğrencileri de dinleyeceklerdir.
İstanbul Bahçelievler Halil Bekmezci Anadolu Lisesi’nde öğrencisine şiddet uygularken görüntüleri çıkan sözde bir öğretmenin daha sonra sahip olduğu korkunç zihniyetle karşılaşmıştık. Şahsın gönderisini affınıza sığınarak paylaşıyorum: ‘Mini etekli kız öğrencilerimi görünce bir gün kendimi tutamayacağım diye korkuyorum. Biz de erkeğiz yani’. Böyle utanmazca bir paylaşımı bir eğitimcinin yaptığı bir ülkeden söz siz bırakın eğitimci olmayı, erkek olmayı, siz insan değilsiniz. Siz iğrençsiniz, siz korkunçsunuz. Nitekim bu olaylar üzerine görevden alındığı söylenmişti ama devam ettiği ortaya çıktı. Bu zihniyetten eğitimci olmaz, bu sapkın zihniyete çocuklarımız emanet edilemez. Öğrenci arkadaşlar ‘okulumuzda tacizci ve şiddet uygulayan öğretmen istemiyoruz’ diyerek kararlı bir duruş sergilediler. Genç arkadaşları bu duruşlarından ötürü kutluyoruz. Hep söylediğimiz gibi ‘Türk gençliği aldatılamaz.’
Şimdi bahsedeceğim konuyu ise siyasi bir meseleden ziyade geleceğimiz açısından dile getirilmesi şart olan bir sorumluluk olarak görüyorum. Gençlerimizin yaşadıklarının psikolojik sağlığına olan etkisi ve topluma yansıması. Israrlı bir şekilde genç arkadaşların umutsuz hissettiğini anlatmaya çalışıyorum çünkü biliyorum ki umudunu kaybedenler yalnızca bugününü değil yarınını da kaybederler. Oysa bizim milletimizin istikbalini yine gençlerimize bırakacağız. Zafer Partisi Gençlik Kolları olarak Türk gencinin yarınını kaybetmesine müsaade etmemek konusunda çok kararlıyız. Evet, ne yazık ki ülkemizde içimizi açan güzel haberlerle çok sık karşılaşamıyoruz ama istiyorum ki bu umutsuzluğun içine bizi bilinçli şekilde çektiklerinin farkına varalım. Size ‘Başaramazsınız, bu ülkede bir geleceğiniz yok’ diyorlar. Siz maddi sıkıntılarla boğuşurken umursamıyorlar. Sizin hakkınızı gasp ederek atamanızın gerçekleşebileceği alanlara yakınlarını atıyorlar. Kullandığımız internetin bile kalitesizini bize reva gören bu hükümet bizi karamsarlığa terk ediyor aslında. Öyle bir hale getirdiler ki bu gençliği, psikolojik sağlığımızı korumak da lüks olur oldu. Antidepresan kullanım oranlarının son 10 yılda yüzde 70’e yakın bir artış gösterdiği söyleniyor. Gençlerin yaşadıklarını basite indirgenmemelidir. Gençlerin yaşadığı bu sorunlar yalnızlaşmaya, güvensizliğe, aile sorunlarına, verimlilik kaybına, depresyona ve hatta tükenmişlik sendromuna bile sebep olabilmektedir. Bu gençlik krizi toplum sağlığı açısından hassasiyetle takip edilmeli ve ele alınmalıdır.
Özetle sokakların güvenliğini savunduğumuz gibi üniversitelerimiz içerisinde de güvenliği savunuyoruz. Çocuklarımızın, gençlerimizin psikolojisini etkileyen zor günlerden geçiyoruz. Bu ülkenin aydınlık evlatları güzel bir geleceği, aydınlık bir geleceği hak ediyor. Mattia Ahmet Minguzzi de bunlardan biriydi, güzel bir geleceği hak ediyordu ama evladımız sokak çeteleri tarafından elimizden alındı. Mattia Ahmet Minguzzi’nin 2 Ekim 2025’te 5. Davası görülecek. Ahmet’in davasını bizler de Genel Başkanımız Prof. Dr. Ümit Özdağ ile birlikte takip ediyor olacağız.
Başarılı sporcularımız sayesinde toplantıyı güzel haberlerle bitirebilmek de gelenek haline geldi. Bu kez de para-yüzücümüz Defne Kurt adeta tarih yazdı. Singapur’da düzenlenen Dünya Para Yüzme Şampiyonası’ndan bir haftada kazanmış olduğu beş altın madalya ile göğsümüzü kabartan Defne’yi yürekten tebrik ediyoruz.
Sevgili genç arkadaşlarım aynı şeyi tekrar tekrar söylüyorum. Lütfen umutsuzluğa kapılmayın, hayallerinizden vazgeçmeyin. Bize Atamız tarafından verilmiş olan görev açıktır: ‘İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen Türk istiklal ve Cumhuriyeti’ni kurtarmaktır’. Ülkemizin geleceğini kendine dert edinen her genç arkadaşımızı Atatürk’ün askeri olmaya, Zafer Partisi’ne davet ediyorum. Sizler bu ülkenin yükü değil, gücüsünüz. Şartlar ne olursa olsun oyumuzla, kararlı duruşumuzla ülkemizi ve umutlarımızı geri alacağız ve o gün geleceğe yeniden ümitle bakacağız.”
29 Eylül 2025 tarihinde Zafer Partisi Ekonomi Konseyi’nde ele alınan ve üzerinde mutabık kalınan konular aşağıda kamuoyunun bilgisine sunulur;
1. Hazine ve Maliye Bakanlığınca rayiç bedellerinin fahiş oranda artırılması ile planlanan emlak vergilerinin zaten zor durumda olan dar ve sabit gelirli vatandaşlarımızın daha da yoksullaştırıcı gerçeğinden hareketle bu yanlıştan dönülmesi gerektiği tespiti yapılmıştır.
2. Son yıllarda hukuk düzeninin askıya alınması ve her konuda tek adamın karar mercii olması hukuk ve ekonomi bağının ortadan kalkmasına ve uygulanan ekonomik programın başarısız olmasına; milli ve uluslararası yatırımcıları caydırıcı etki yarattığı tespiti yapılmıştır.
3. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Amerika Birleşik Devletleri seyahatine çıkmadan belirlenen ve adeta 102 yıl önce Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün kaldırdığı kapitülasyonları hatırlatan ABD menşeli bazı ürünlere olağanüstü avantaj sağlayacak şekilde gümrük vergilerinin büyük ölçüde indirilmesi zaten zor durumda olan Türk çiftçi ve sanayicisinin daha da zor durumda kalmasına yol açacağı değerlendirilmiştir.
4. Kamuoyunda açıklandığı gibi, geçmişte uçak kırım kazaları ile gündeme gelen Boeing 737-9 Max uçaklarının Türk Hava Yolları filosuna katılmasının büyük ölçüde risk taşıdığı ve kurumu daha da borç yüküne sokacağının değerlendirilmesi yapılmıştır.
“ÜMİT ÖZDAĞ, TRUMP-ERDOĞAN GÖRÜŞMESİNİ DEĞERLENDİRDİ”
Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, Osmaniye İl Başkanlığımıza gerçekleştirdiği ziyaret esnasında Basın Mensuplarına açıklamalarda bulundu.
Prof. Dr. Ümit Özdağ: “Biliyorsunuz, dün Amerika Birleşik Devletleri’nin başkenti Washington’da Amerikan Başkanı Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında önemli bir görüşme gerçekleşti. Bu görüşmenin içeriğiyle ilgili olarak henüz kamuoyuyla bütün bilgilerin paylaşıldığını söylemek mümkün değil. Gerek Trump’ın gerek Erdoğan’ın görüşme öncesi yapmış oldukları açıklamalar ve görüşmelerden sonra bazı Türk ve Amerikan yetkililerinin yapmış olduğu parçasal açıklamalar bir araya getirildiğinde, bugün için görülen manzarayı Zafer Partisi Genel Başkanı olarak sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bazı basın ve yayın organlarında görüşmelerin mükemmel geçtiğine dair açıklamaları okuyoruz. Yine Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye Büyükelçisi’nin yapmış olduğu açıklamadan da bu görüşmenin mükemmel sonuçlar verdiği ifade ediliyor. Tabi bu mükemmel durumun kimin için olduğunu önümüzdeki süreç bize daha açık gösterecek. Ama görüşmenin hemen başlangıcında Amerikan Başkanı’nın dünya kamuoyu önünde ‘Hileli seçimleri herkesten daha iyi biliyor’ diyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı göstererek konuşmaya başlamış olmasının bir tesadüf olmadığını, bütün dünya gibi biz de biliyoruz.
Cumhurbaşkanı’na kim meşruluk verebilir?
Trump’ın yapmış olduğu açıklama, önümüzdeki süreçte hem uluslararası planda hem de Türkiye’de birçok tartışmayı beraberinde getirecektir. Yine Trump’ın bu ifadesinden hemen önce Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçisi’nin ‘Trump’ın Erdoğan’a meşruluk kazandırmak, meşruluk vermek’ şeklinde bir açıklama yaptığını biliyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a meşruluk verebilecek tek kaynak vardır, o da Türk milletidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’na hiçbir ülkenin başkanı, kongresi, senatosu, hatta Birleşmiş Milletler’in, büyük ülkelerin tamamı meşruluk veremez. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’na meşruluk verecek, meşruluk kaynağı olabilecek bir tek şey vardır, o da egemen Türk milletidir ve Türk devletidir. Bu açıklamayı kabul etmiyoruz. Bunu Türk milletine bir hakaret kabul ediyoruz. Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yapılmış da bir hakaret kabul ediyoruz.
Ayrıca Trump’ın hemen konuşmanın başında yine gündeme Rahip Brunson meselesini getirmiş olmasını diplomatik nezaketsizliğin bir örneği olarak görüyoruz. Çünkü Rahip Brunson meselesi, yine Erdoğan’a hakaret içeren bir mektupla hafızalara geldiğini Türk kamuoyu da, dünya kamuoyu da biliyor. Bu hususları tespit ettikten sonra şimdi Trump’ın gündeme getirdiği ve Türkiye’den Amerika Birleşik Devletleri’nin talepleri olarak ortaya konulan hususlara gelelim.
Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılırsa ne olur?
Trump, Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı olarak Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını istedi. Biliyorsunuz Erdoğan, Trump görüşmesinde çok kısa bir süre önce Fener Rum Patriği bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak Beyaz Saraya gitti ve Türkiye’yi Amerika Birleşik Devletleri Başkanına şikâyet etti. Bu şikâyetten hemen sonra Trump, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılmasını talep etti. Erdoğan da vermiş olduğu cevapta ‘Üzerimize düşeni yapacağız’ dedi.
Eğer şimdi Heybeliada Ruhban Okulu, Patrikhane’nin şikâyeti ve Trump’ın isteği üzerine bundan sonra açılır ise ve bu açılacak ruhban okulu yüksek öğretim kurumuna bağlı olmaz ise, Türkiye’nin bütün devlet saygınlığı ağır bir tahribata maruz kalacağı gibi, bundan sonra hiçbir Rum Fener Patriği üzerinde Türkiye devletinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin en ufak bir otoritesi kalmaz. Böyle bir baskı karşısında, Lozan’a aykırı olarak Fener Rum Patriği’nin taleplerinin kabul edilmesi, Türkiye’yi 19’uncu yüzyılda kapitülasyonlar sonucunda siyasi ve iktisadi kapitülasyonlar sonucunda hasta adama dönüşmüş Osmanlı’yla aynı noktaya iter. Buna asla izin verilmemelidir. Bu mesele küçük bir mesele değildir. Bu mesele Türk milletinin egemenliğiyle ilgilidir. Bu mesele Türkiye Cumhuriyeti’nin istiklaliyle ilgilidir.
Türkiye neden komşusu Rusya’dan petrol almasın?
İkinci husus, Trump’ın Erdoğan’dan Rusya’yla ticareti nasıl yapmamız gerektiğiyle ilgili talepleridir. Doğalgaz almayın, petrol almayın. Bu talepleri Erdoğan’ın nasıl karşılayacağını çok merak ediyoruz. Türkiye’nin Rusya’yla yapılmış doğalgaz anlaşmaları var. Ve bu doğalgaz anlaşmaları devletler arasında yapılmış anlaşmalar. Nasıl olacak? Bu Trump’ın isteğiyle sona erdirilecek? Çok mümkün olmadığını düşünüyorum.
Öte yandan Rusya’dan aldığımız petrol, dünya piyasalarında varili 70 dolarken, biz 35’e alıyoruz. Sonra arada bazı komisyoncular giriyor, Türkiye Cumhuriyeti’ne bir şekilde yine yetmiş dolara getiriliyor. Ama neden Türkiye hemen komşusu olan Rusya’dan petrol almasın? Buna karşın Amerika Birleşik Devletleri’yle yapılan anlaşma çerçevesinde 2045 yılına kadar 7 milyar dolar tutarında sıvılaştırılmış doğalgaz alınması karara bağlanmış. Bu, Rus doğalgazından yüzde 30 daha pahalı. Bu yüzde 30 daha pahalı olması demek, eğer fabrikalarda kullanırsanız ürünlere yüzde 30 yansıması demek. Evde kullanırsanız evinizin ısınma giderlerinin yüzde 30 artması demek. Neden biz Amerika Birleşik Devletleri’ne böyle bir iyilik yapıyoruz? Ne karşılığında yapılıyor? Türk kamuoyu bunu önümüzdeki günlerde daha fazla soracaktır.
Sivil nükleer işbirliği
Öte yandan, bir de ilk adımda olumlu görülen bir anlaşmanın imzalandığını görüyoruz: sivil nükleer işbirliği konusu. Türkiye’nin tek yanlı olarak, üstelik çok pahalı olan Rus nükleer santral teknolojisine bağlı olması kabul edilebilir ve sürdürülebilir bir durum değildir. Bu anlamda Amerika Birleşik Devletleri’yle yapılan sivil nükleer işbirliği anlaşmasının, eğer bir tek Amerikalılar ve Çinlilerde olan küçük santral teknolojisinin de kullanılması durumunda yararlı olabileceğine dair değerlendirmeleri saygıyla karşılıyoruz.
Türkiye’nin 200’den fazla Boeing uçağı almayı taahhüt etmesi
Bir başka konunun Halkbank konusu olduğunu, Halkbank’a Amerika Birleşik Devletleri tarafından dayatılan cezanın tekrar gündeme geldiği ve Erdoğan’ın bunun için bir sene süre istediğini duyduk. Bunu da önümüzdeki süreçte göreceğiz. Türkiye’nin 200 veya 200’den fazla Boeing uçağı almayı taahhüt ettiği ifade ediliyor. Bu, Türk Hava Yolları’nın bir seneden beri zaten talep etmekte olduğu bir husus şeklinde görüşüldü. Arkadaşlarımız da bu konuda çalışıyorlar. Ve bu konudaki görüşümüzü de önümüzdeki günlerde Türk kamuoyuyla paylaşacağız.
S-400’lerin akıbeti ne olacak?
Bunlara karşı ABD Başkanı Trump söz konusu F-35 uçakları olunca, ‘Erdoğan’ın yapması gereken şeyler var’ dedi. Bunların dışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Amerikalıların neleri talep ettiğini de merakla bekliyoruz. Türkiye’ye konulan Katz cezaları kaldırılması için çalışılacakmış. Bunun karşılığında Türkiye’den ne isteniyor? Onun açık olmadığını görüyoruz. S-400’lerin geleceğinin, akıbetinin ne olacağının bugüne kadar kamuoyuyla yansıyan bilgiler çerçevesinde açık olmadığını görüyoruz.
Amerika Birleşik Devletleri Kongresi bazı hususları kabul etmezse ne olacak?
Bazı hususların kongreye aktarıldığını, kongreyle yönetim arasındaki görüşmeler sonrasında netleşeceğini ifade ettiler. Türkiye doğrudan taahhütlerini ortaya koyar, imzaları atarken Amerikan tarafı bazı hususları ancak kongre kabul ederse yürürlüğe sokacak. Peki, kongre kabul etmezse ne olacak? Mesela, biz kongre kabul etmezse Amerikan tarım ürünlerine neden kaldırıldığı belli olmayan gümrükleri tekrar koyacak mıyız? Bu gümrüklerin kaldırılmasının Türk çiftçisi üzerinde yıkıcı etkilerini önümüzdeki günlerde, haftalarda, aylarda ve yıllarda gördüğümüz zaman, nasıl bir düzenleme yapmayı düşünüyor Erdoğan? Onları da önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Suriye’ye ne olacak?
Bu arada, Suriye’de PKK-YPG bölgesine yapılan Amerikan yardımının durdurulması konusunun gündeme gelip gelmediği açık değil. Suriye’nin geleceğinin merkeziyetçi bir Suriye, üniter bir Suriye mi olacak? Yoksa adem-i merkeziyetçi bir Suriye ve bir PKK bölgesinin Türkiye’ye dayatılması şeklinde mi manzara ortaya çıkacak? Görüşmelerden şimdiye kadar sızan bilgilerden, bu konuda da ortada somut bir bilginin olmadığı gözüküyor.
Son olarak, Türkiye’nin Hamas’la olan ilişkilerinin Gazze’ye nasıl yansıyacağı konusunda bazı konuların bu görüşmelerde ele alındığı anlaşılıyor. Ve Türkiye’nin de Hamas’a telkinleriyle kaçırılan bazı İsraillilerin cesetlerinin ve sağ olan rehinelerin İsrail’e teslim edilmesi konusunda bazı görüşmelerin yapıldığı anlaşılıyor. Bu konunun da önümüzdeki günlerde daha netleşeceğini düşünüyoruz, takip ediyoruz ve netleştikçe de Türk kamuoyuyla Zafer Partisi’nin bu konudaki görüşlerini de paylaşacağız.”
Zafer Partili Aslan, Reşit Kibar duruşmasını Artvin’de takip etti: ‘Azmettiriciler yargılanmalı’
Artvin Cankurtaran’da doğa ve yaşam alanlarını savunurken öldürülen Reşit Kibar’ın cinayetine ilişkin davanın 3. duruşması görülmeye başlandı. Duruşmayı Artvin’den takip eden Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Esmaül Hüsna Aslan, “Cinayetin arkasındaki azmettiriciler adalet önünde hesap verene dek mücadelemiz sürecek. Doğa katillerinin, rant çetelerinin ve onların siyasi destekçilerinin karşısında dimdik durmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
Artvin Cankurtaran’da ağaç kesimini engellemeye çalışırken hayatını kaybeden çevre savunucusu Reşit Kibar’ın ölümüne ilişkin davada, biri tutuklu iki sanığın yargılandığı üçüncü duruşma görülmeye başlandı. Reşit Kibar ailesinin avukatı Haktan Özkan, duruşmada, soruşturma savcısının yedi ay boyunca tespit edemediği olay yeri tanıklarının bir kısmının dinleneceğini ve kendilerinin de taleplerde bulunacağını açıkladı. Söz konusu duruşmayı takip etmek için Artvin’e giden Zafer Partisi Çevre, Şehir ve Kültür Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Esmaül Hüsna Aslan, “Reşit Kibar çevre mücadelesinin simge isimlerindendi. Doğasına, köyüne sahip çıktığı için katledildi” diye konuştu.
“Gözlerini rant hırsı bürümüş”
Yalnız tetikçinin değil, azmettiricilerin de yargılanması gerektiğini belirten Zafer Partili Aslan, adliye önünde yaptığı basın açıklamasında şunları kaydetti:
“Bölgeye kan bulaştıktan sonra projeden çekilen Yapı-Soy şirketinin sahibine ise hesap sorulmadı. Şirketin sahibi Yunus Merttürk’ün, geçmişte ruhsatsız beton santrali işlettiği ve Kocaeli’deki taş ocağı için arazi bedeli ödemediği de ortaya çıkmıştı. Mertürk’ün Kocaeli’deki taş ocağının ise 12 Aralık 2022’de Adil Altınkaya isimli bir işçinin ölmesinden sonra mühürlendiğini biliyoruz. Tüm bunlar bize ne gösteriyor? Açıklayayım. Bir şirket peydah oluyor, ülkemin doğasına gözünü dikiyor. Kural bilmiyor, hukuk tanımıyor. Himayesinde bulunan taş ocağında işçimiz ölüyor. Taş ocağı mühürleniyor. Ancak şirket durur mu? Durmuyor. Gözünü bir de Artvin’e çeviriyor. İş makineleriyle ormanlık alana giriyor. Köylü isyan ediyor. İsyan eden köylünün üzerine ateş açılıyor ve Reşit Kibar kardeşimiz hayatını kaybediyor. Doğa için mücadele eden köylünün üzerine kim, neden ateş açsın? Gözü dönmüş bir rant hırsı, yandaş şirketlerin pervasızlığı, denetimsizlik ve cezasızlık… İşte Reşit Kibar’ın katilinin arkasındaki asıl güç budur!
“Kanı yerde kalmayacak”
Tablo böyleyken gerçek katilin sadece tetikçi olduğunu söyleyebilir miyiz? Biz Reşit Kibar için adalet istiyoruz. Yalnız tetikçiden değil, azmettiricilerden de hesap sorulmalı. Zafer Partisi olarak ilk günden bu yana davanın takipçisiyiz. Sözümüz söz, Reşit Kibar’ın kanı yerde kalmayacak. Bu cinayetin arkasındaki tüm güçler, azmettiriciler ve bu düzeni kuranlar, adalet önünde hesap verecek. Doğa katillerinin, rant çetelerinin ve onların siyasi destekçilerinin karşısında dimdik duracağız.
“Şehirlerimiz maden sahasına çevrildi”
Bizler Reşit Kibar’ın mücadelesini yaşatmak mecburiyetindeyiz. Çünkü ülkemizde, özellikle Artvin’imizde vahşi madencilik gittikçe tırmanıyor. Bugün Gümüşhane’nin yüzde 93’ü, Kütahya’nın yüzde 92’si, Artvin’in yüzde 71’i madencilik ruhsatlarıyla kaplanmış durumda. Şehirlerimiz adeta bir maden sahasına çevrildi. Yalnız geçtiğimiz iki ayda 104 maden arama izni verildi. Utanmadan, sıkılmadan sermayeye ruhsat dağıtmaya devam ediyorlar. Reşit Kibar, işte bu kirli düzene karşı şehit olmuştur ve bizler onun kanını yerde bırakmamak için elimizden geleni yapacağız. Biz dağlarımızın, ormanlarımızın, su kaynaklarımızın hoyratça yok edilmesine sessiz kalmayacağız. Reşit Kibar için adalet, hemen şimdi!”

