
İSRAİL TERÖR DEVLETİDİR II
Hilmi ÖZDEN
Özet
İsrail haber alma Teşkilatı MOSSAD başta olmak üzere Ortadoğu coğrafyasında CIA, MI-6 ve birçok Avrupa ülkesinin istihbarat ajanları yerel işbirlikçilerle katliamlar yapmakta ve huzursuzluk çıkarmaktadır. Özellikle 2015 yılından beri İslam dünyasını tedirgin eden IŞİD ve türevlerinin de MOSSAD tarafından kurulmuş olduğu ifade edilmektedir. IŞİD öncesi de benzeri örgütlerin din adına kendi dindaşlarını öldürdüğü bilinmektedir. IŞİD ve benzerleri bu örgütler İslam’a hizmet değil tam tersine İsrail’in yaşamasına gerekçe oluşturmaktadır. Yaptıkları katliamlarla İsrail katliamlarını aklamaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla bir terör örgütünün önce kime faydası olduğuna bakılmalı ondan sonra onu kurduran istihbarat örgütleri tespit edilmelidir. Bu çalışmada IŞİD ve türevlerinin İsrail ve diğer Batı ülkeleri ile ilişkilerine dikkat çekilmiştir.
Anahtar kelimeler: İsrail, MOSSAD, Ortadoğu, Barzani, Bernard-Henry Levy, IŞİD ve Türevleri
Giriş
Fransız düşünür Roger Garaudy, İsrail Mitler ve Terör isimli eserinde Haham Cohen’den şu alıntıyı paylaşmaktadır: “ Dünya insanları, İsrail ve bir bütün olarak ele alınan diğer Milletler olarak ikiye ayrılabilir. İsrail Seçkin millettir. Bu, Temel dogmadır”. Dünya milletlerine bu gözle bakan İsrail’in Orta Doğu coğrafyasına bakışı bundan bin kat daha aşırıdır. Orta Doğu coğrafyasını dinî mitolojik uydurmalarla insanla meskûn bile görmemektedir. Bu mitolojik hatırlatmadan sonra bugün mevcut olan İsrail’in jeopolitik hedefleri gerçekleştirmesinin analizini Suat PARLAR’ın Ortadoğu Vaat edilmiş Topraklar isimli önemli araştırmasından takip ettiğimizde önemli tespitler şunlardır: İsrail’in Orta Doğu’da yayılmacı bir güç olarak sivrilmesinin en önemli araçlarından biri böl yönet siyasetidir. Güçlü bir istihbarat ağına dayanan Siyonist rejim, bölgedeki etnik, dini topluluklar ile hizipleri birbirine karşı kışkırtmaktadır. Bu açıdan İsrail açısından en değerli model Lübnan’dır. Lübnan’ın bölünmesi fikri 1919’da ortaya atılmış, 1936′ da planlanmış, 1954′ de fiilen başlatılmış, 1982’de tam anlamıyla uygulanmıştır. Lübnan’ın beş bölgeye bölünmesi Mısır, Suriye, Irak ve Arap Yarımadası dâhil tüm Arap ülkeleri için bir örnek sayılmaktadır. Suriye ve Irak’ın da Lübnan’da olduğu gibi etnik ve dini bakımlardan ayrı ayrı bölgelere ayrılması uzun vadede İsrail’in “Doğu Cephesi”indeki ilk hedefidir. Ancak bir “Şii İmparatorluğu”ndan duyulan korku neticesinde Irak’ın bölünmesine yönelik girişimler yavaşlatılmış olup İsrail’in bölgedeki stratejik ortağı Türkiye’nin güvenlik kuşağı projesi devreye sokulmuştur. Kısa vadeli İsrail hedefi ise bu devletlerin askeri gücünün dağıtılmasıdır. İsrail’in bölgedeki Arap devletlerinin parçalanmasına yönelik ciddi planları vardır. Örneğin, Suriye etnik ve dini yapısına uygun olarak, Lübnan’da olduğu gibi çeşitli devletçiklere ayrılacaktır. Buna göre kıyıda bir Şii Alevi devleti, Halep bölgesinde Sünni devleti, Şam’da da buna düşman başka bir Sünni devleti ve Kuzey Ürdün ve Golan’da bir Dürzi devletidir. İsrail’de, bu hedeflerin gerçekleşmesi halinde parçalanmış Suriye’nin uzun vadede bölgede “barış ve güvenliğin” sağlanması açısından güvence olduğu görüşü hâkimdir. Bu görüşler, İsrail’de gerek ordu, gerek istihbarat örgütünün üst düzey kademelerinde egemen olan düşünce yapısını sergilemektedir. İlk kez 1982′ de Dünya Siyonist Örgütüne bağlı Enformasyon Dairesi’nin yayın organı Kivunim’de (Yönler) dile getirilen ve eski Dışişleri Bakanlığı görevlilerinden Oded Yinon’un imzasını taşıyan açıklamalarda İsrail’in yayılmacılığı ile desteklenen böl-yönet politikalarına ışık tutmaktadır. Bu görüşler çerçevesinde ordusunda dini azınlık bulunan her ülkede parçalanma dinamikleri mevcuttur. Yapılan tespitlerde Suriye Ordusu’nun büyük bölümünün Sünni olduğu ancak başlarında Alevi subaylar bulunduğu vurgulanır. Irak ordusunun ise Şii, subaylarının Sünni olduğu belirtilir ve uzun vadede bu orduların sadakatinin çözüleceği üzerinde durulur. Yinon’un çözümlemelerinde iktidardaki güçlü askeri rejim dışında Suriye’nin, Lübnan’dan farklı olmadığı ve iktidardaki Alevi azınlık ile Sünni çoğunluk arasında bir iç savaşın kaçınılmazlığına gönderme yapılır. Bütün bölgede Şii Müslümanların en yoksul kesimlerinin örgütlenmesi ve İran’ın bunlara desteği ABD ve İsrail’in korkulu rüyasıdır (Parlar, 2002: 421-422). Bu amaçla, 1980-1988 yılları arası İran’daki azınlıkların da kışkırtılması gündeme gelmiştir. Irak’ın, İran’ın petrol üretimi ve rafinerilerinin bulunduğu güney bölgesi Kuzistan’ a yaptığı saldırı ABD’de de memnuniyetle karşılanmıştır. İran’ın petrolce zengin olan bu bölgesinde Arap azınlığın yaşıyor olması buranın İran’dan koparılması açısından değerlendirilmiştir. İran’da birçok etnik grup bulunmaktadır. Yaklaşık 15 milyon Farisi, 12 milyon Güney Azerbaycan Türkü, 6 milyon Arap, 3 milyon Kürt, Beluciler ve Türkmenler İran’ın etnik unsurlarıdır. İran’ın bu yapısı yanında Yinon bölgesinde, bölge halklarının geleceğine yönelik planları önceleyen rakamlar vardır. Buna göre, İran’da nüfusun yarısının “Türk” olduğu, Türkiye nüfusunun çoğunluğunun ve Sünni Müslüman “çoğunluk”tan oluştuğu ayrıca 12 milyon Şii Alevi ile 6 milyon Sünni Kürt bulunduğu, Afganistan’da Şiilerin nüfusun üçte birini kapsadığı, Sünni Pakistan’daki 15 milyon Şii’nin bu devletin “varlığı için büyük bir tehdit unsuru” olduğu vurgulanmıştır. ABD ve İsrail her iki tarafı silahlandırıp Irak-İran savaşında (1980 ve 1988 yıllarını kapsayan 8 yıllık bir savaştır. Aynı zamanda Birinci Körfez Savaşı olarak da bilinir) çarpışmaları uzatmış ve İran’ın olası bir zaferini engellemişlerdir. ABD, Irak’ı silahlandırırken İsrail de İran’ a silah satmıştır. Kısa vadede İsrail, Irak’ın askeri gücünü tehlike olarak değerlendirmiş ve Irak’ın bölünmesinin uzun vadede en az Suriye’nin bölünmesi kadar önemli olduğunu tespit etmiştir. Irak’ta çoğunluğun Şii, yönetici azınlığın ise Sünni olması yanında Kürtlerin konumu, rejimin katılımı kısıtlaması uzun vadeli Irak planlarının unsurları arasında sayılmıştır. İsrail daha 1982′ de Irak’ın parçalanması durumunda kurulacak uydu devletlerin nerelere kurulacaklarını ve kimlerin egemenliğinde olacağını kararlaştırmıştır. Buna göre, Osmanlılar zamanındaki Suriye gibi Irak da, etnik ve dini farklılıklara göre bölgelere ayrılacaktır. Böylece üç büyük kent Basra, Bağdat ve Musul çevresinde üç veya daha fazla devlet oluşacak, güneydeki Şii bölgeleri kuzeydeki Sünnilerden ve Kürtlerden ayrılacaktır. İsrail, bölgedeki yoksulluğun yarattığı etkilerden, halka yabancılaşmış rejimlerin yaratığı istikrarsızlıktan azami yarar sağlamaya çalışmaktadır (Parlar, 2002: 422-423). Günümüzde İran’ın parçalanması için her türlü çareye başvuran ABD ve İsrail İran rejimin yapısını da aleyhine kullanmaktadır. İran yakın tarihine baktığımızda İran Şah’ı ülkesini ABD emperyalizmine terk etmişti. Fakat 1978 yılında İran şahı ayaklanmalar sonunda ülkeyi terk etmesi zorunlu kaldı. Önce Mısır ve Panama’ya sığındı sonra da öldü. Kermit Roosevelt’e(Theodore Roosevelt’in oğlu, iş adamı ve asker) (1889-1943), “şeytanın elçisi” diyen ve Washington’u İran halkına ve insanlığa karşı suç işlemekle itham eden mollalar ABD emperyalizmine karşı ayaklandılar. Taraftarları Tahran’daki ABD elçiliğini basıp 52 Amerikalıyı 444 gün gibi uzun bir süre rehin tuttular. Birçok Amerikan şirketi 30 yıl boyunca İran’a giremedi( Perkins, 2016: 60). Kermit Roosevelt’e olan düşmanlık 1953 yılında başbakan Musaddık’ın devrilme günlerine dayanmaktadır. Musaddık İran petrollerini yaşadıkları sefaletin düzeltilmesi için kullanmak istiyordu. Muhtemel bir demokratikleşme sürecine saygı gösteriyor sünniler ile şiiler arasında anlaşmazlıkları çözümlemeye çalışıyordu. CIA ve İngiliz istihbaratı ise Musaddık’a karşı bir darbe hazırlamış ve o günden sonra İran’ın çalkantılı dönemi başlamıştır. “Uluslararası şirketlerin ve Washington lobicilerinin ise demokrasi ile herhangi bir ilgileri olmadığı onların sadece kendi menfaatlerine düşen şirketokrasileri söz konusu olduğu ortadaydı. Şirketokrasinin elindeki en etkin siyasi silahlardan biri olan lobiciler için şunlar söylenebilir: Bunlar politikacıların şirketlerin çıkarlarını koruyan yasalar çıkarmalarını garanti ederler. Hatta bu yasalar kampanyada verilen sözlere tamamen ters düşüp kamuoyunu hiçe sayıyor olsa bile ( Perkins, 2016: 64). İbrahim Okur Hem Kundakçı Hem itfaiyeci adlı kitabının ikinci bölümünde 1953 yılında halkının neredeyse hepsinin oyunu alarak iktidara gelen Musaddık’a karşı nasıl ve neden darbe yapıldığını ve yerine petrol sözleşmelerini ABD şirketleri ile yapmayı kabul eden Rıza Pehlevi’nin tahta oturtulmasını ve sonuçlarını anlatmaktadır. Bugünde ABD ve İsrail Şah Rıza Pehlevi’nin oğlu’nu dünya kamuoyuna pazarlamakta ve İran’ın başına getirmek istemektedir. Bu araştırmada İsrail’in IŞİD-türevleri gibi terör örgütlerinin de kurucu ve destekçisi olduğu aydınlatılmaya çalışılacaktır.
İsrail, IŞİD (DAEŞ) ve Türevleri
Burada IŞİD (DAEŞ) terör örgütünün arka planının, istihbarat örgütleri ile ilişkisi okuyucuya şaşırtıcı gelebilir. IŞİD’in İsrail ve BARZANİ ile direk bağlantısını anlayabilmek için “Abdullah AĞAR”ın IŞİD ve Irak isimli araştırmasından önemli bilgileri sizlerle paylaşılcaktır. Aksi halde hiçbir zaman terör örgütlerinin arkasındaki karanlık güçleri fark edilmemektedir. Yoksa nasıl olurda, İslâm’la terör bir araya gelir mi diye tartışılır durulur. Küresel veya karanlık odaklar “önce terör örgütleri” kurmaya karar verirler. Sonra istedikleri sonuçlara ulaşmak için; ona bir isim ve görev vereceklerdir. Üstelik bir taşla bin bir kuş vuracaklardır. İşte DAEŞ böyle bir terör örgütüdür. İslam ümmetine zarar vermiş, Ortadoğu coğrafyasını kan gölüne döndürmüş, Müslümanlara karşı dünyada ön yargı oluşturmuştur. IŞİD sürekli hunharca müslüman öldürmüş ve müslüman olduğunu iddia etmiştir. “IŞİD’İ KİM KURDU” sorusu ile Abdullah Ağar buna cevap aramakta ve önemli ipuçlarına ulaşmaktadır:
IŞİD ve türevleri üzerinden bölgedeki kırılgan ittifaklarla nikâhlar tazelendi. Bu ittifaklara kimlerin dâhil edileceği ve kimlere karşı tavır alınacağı tespit edilmiş oldu. IŞİD ve türevleri sayesinde, Arap Baharı’nın asıl kaybedenleri yeni egemenlere dönüştü. Savaşların, işgal ve istilaların, hava saldırılarının, asimetrik mudahalelerin bahanesi olarak “toprak kazanımlı” IŞİD, “toprak kazanımsız” El-Kaide’nin yerini aldı. IŞİD’ın kaptığı ve IŞİD sayesinde kapılan (!) topraklara, artık yeni bir dizayn gerekiyordu! Barzani başta olmak üzere, inisiyatif üretme sevdasında olan yerel aktörlere iyi bir ayar verildi. Barzani’ye “devletin öyle kurulamayacağı, böyle kurulacağı” gösterildi. Bağımsız Kürt devletinin kurulmasının altyapısı oluşmuyordu, artık oluştu. Başta Kerkük olmak üzere, pek çok stratejik bölge; tapu dairesi, nüfus dairesi ve siyasî oyunlarla Kürtlerin üstünlüğüne geçti. Tartışmalı bölgelerin büyük bir çoğunluğu “tartışmasız bölgeler”e dönüştü. IKBY (Irak Kürdistan Bölgesel Yönetim) bölgesine gönderilen taktik zırhlı araçlar, silahlar ve sistemler, normal koşullarda verilemezdi. Peşmergeye başta ABD ve Batı Avrupa olmak üzere, dünyanın pek çok yerinden silah yağdı ve yağacak. Bu kadarıyla bile, IKBY hiç de fena olmayan bir yığınak ve caydırıcılık üretmeye başladı. Peşmergenin elinde artık, Türkiye’nin ve merkezi Irak hükümetin elinde bile olmayan silahlar, zırhlı araçlar, hatta Chinook tipi yüksek yük ve personel taşıma kabiliyetli helikopterler var. Kerkük’ün neredeyse tamamının ve Ninova’nın (Musul) önemli bir kısmının iki Kürt oyuncu arasında pay edilmesi öngörülüyor. KDP (Kürdistan Demokrat Partisi ) Kerkük’e hevesli, KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) de Musul’a… Irak ve Suriye ortak paydasında Kerkük-Musul-Kuzey Suriye ekseninden Kürtlerin, petrolün, doğal gazın ve madenlerin Akdeniz’e çıkışıyla, hatta Hayfa ile temasın sağlanmasıyla ilgili çok önemli bir adım atıldı. Türkmen nüfusun homojen olduğu ve Büyük Kürdistan’ın böğrüne saplanmış hançer konumundaki Telafer kaosa sürüklendi, büyük bir demografik akış oldu. Telafer’de kalan ve IŞİD’e biat etmek zorunda kalan Sünni Türkmenler için çok zor günler yaşandı. Kürtlerden ısrarla uzak duran Türkmenler, Kürtlere yakınlaşmaya başladı. Türkmenler artık ya IŞİD’in, ya Kürtlerin, ya da İran’ın (Şii orijinli siyasi ve askeri güçlerin) tarafına geçmek gibi, 40 satır mı, 40 katır mı, gibi bir çaresizliğin içine sürüklendi… Irak’taki Sünni inisiyatif güç ve haklılık yerle bir oldu. IŞİD bölgesel savaş kışkırtıcılarının her türlü vahşet için bir gerekçe oldu (Ağar, 2015: 419-421.). Ağır aksak yürüyen dönüşümler, savaş sayesinde büyük bir ivme kazandı. Göçler, baskı, ayrıştırma, yönetme ve yönlendirme, yeni yeni asimilasyon metotları başladı. Yeni yeni düşmanlıklar, ayrılıklar, kırılma ve yarılmalar da öyle… Uluslararası hukuk ve ülkelerin kendi iç hukukları bir köşeye çekilirken, intikam saldırıları Irak’ın ve Ortadoğu’nun yeni gerçeği oldu. Güdümlü ya da güdümsüz rejimler, bölgede kullanılan aparat güçler ve taşeronlar, geniş kapsamlı baskı ve cinayetlerini açıklamak için terör tehdidini kullandı. Amerikan Merkez Bankası’nda (FED) biriken Irak’ın parasını artık daha uslu kişiler harcamaktadır (Ağar, 2015: 421). İran’la her zaman sorunlar yaşayan İsrail, IŞİD ve türevleri vasıtasıyla Ortadoğu ve diğer İslam dünyası haritasını yeniden şekillendirmeye devam etmektedir.
İsrail’in Artık Büyük Bir Güvenlik Sorunu Yok
İsrail, dünyada peydah oluveren (!) IŞİD korkusunu Gazze Şeridi’ne saldırmak, daha fazla Filistin toprağını ele geçirmek ve “yaşama hakkı” başta olmak üzere Filistinlilerin temel haklarını yok saymak için kullandı. ABD başta Batı dünyası, Rusya ile girdikleri nüfuz mücadelesinde, petrol fiyatları üzerinden Rusya’yı alt ettiler. Rusya’nın şu ana kadarki zararı yaklaşık 300 milyar dolar. ABD’nin ve Batı Avrupa’nın depolarındaki miadı dolmuş ya da dolmak üzere olan silah ve mühimmat stokları erimeye başladı. Yeni silah sistemlerinin, gerçek muharebe ortamlarında denenme imkânları üredi. ABD silah sanayi, başta Körfez ülkeleri olmak üzere bazı ülkelerle cömert ihaleler imzaladı. Bölgenin petrolüyle ilgili daha şimdiden onlarca yıllık ihaleler, anlaşmalar yapıldı. Irak ordusunun yeniden yapılanması için harcanması öngörülen 75 milyar doların kimin cebine gireceğini anlamak için çok akıllı olmak gerekmiyor. Birbirinden uzak duran ve aralarında pek çok sorun üreten Kürtler, birbirlerine yakınlaştırıldı. KDP ve KYB terör listelerinden çıkarıldı. PKK ve PYD’ye büyük sempati ve meşruiyet kazandırıldı. PKK ve PYD’nin elinde artık zırhlı ve tırtıllı silah sistemleri bile var. Hatta son dönemde yeni nesil güdümlü tanksavar ve uçaksavar füze sistemlerine eriştiği söyleniyor. Artık bunları da kimseye karşı kullanmaz! PKK’lılar sokak çatışması ve meskûn mahallerde muharebe konularında artık hiç de fena değiller… Canım ülkem bir şey avuçladı, ama daha ne avuçladığından haberi bile yok (Ağar, 2015: 423).
DAEŞ-IŞİD’i Kimin Kurduğuna Dair Görüşler:
Görüşlere bakılırsa, IŞİD’in arkasında olmayan devlet, IŞİD’i kurmayan istihbarat servisi yok gibi! Görüşlerin bir kısmını sıralayalım: Gizli belgeleri sızdırdığı için Rusya’ya sığınan CIA ve NSA eski çalışanı Edward Snowden, “IŞİD’in ajan devlet olduğunu; arkasında ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratlarının bulunduğunu; Ortadoğu’da denge ve tehdit unsuru olarak ABD, İngiltere ve İsrail’e hizmet etmesinin planlandığını” ileri sürüyor. Snowden’e göre: “ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratları, dünyadaki bütün terörü “eşek arısı yuvası’ adlı bir stratejiyle bir araya getirmeye çalışıyor. Bu üç ülke böylelikle dünyanın herhangi bir noktasında ajanları tarafından yönetilen bir terör örgütü sayesinde hem enerji kaynaklarına ulaşmayı, hem de bölgelerdeki siyasî boşlukları doldurmayı hedefliyor. Maksat, karışıklık çıkarmak ve İsrail’i korumak… İsrail’e karşı olan gruplar kendi içlerinde savaştırılıyor.” İran’ın ilk kadın Cumhurbaşkanı Yardımcısı Masume Ebtekar, “ABD ve CIA’yı, IŞİD’i ortaya çıkaran güç olmak”la suçluyor. Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El Beşir, Euronews’e Şubat 2015’te verdiği bir demeçte, “IŞİD ve Boko Haram’ın arkasında CIA ve MOSSAD’ın olduğunu… Bu tür vahşetleri bir Müslüman’ın işleyemeyeceğini…” söylüyor. Fidel Castro da benzer görüşte… “IŞİD’in arkasında İsrail ve bazı Amerikan unsurlarının olduğunu” düşünüyor. İran’ın istihbarat eski bakanı Haydar Müslihi ise yelpazeyi biraz daha genişletiyor. Ona göre: “IŞİD’i, CIA ile birlikte MOSSAD ve MI-6 kurdu.” Diğer bir görüşe bakarsak; “IŞİD, ABD başta olmak üzere Batı’nın Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek amacıyla kurduğu bir terör örgütü… IŞİD’i yönlendirerek, manivela olarak kullanarak, bahane ederek, Ortadoğu’daki ülkeleri parçalamaya ve başta Büyük Kürdistan olmak üzere, güdümlü yeni devletler kurmaya çalışıyor. Amerikalı emekli General Wesley Clark, durumu sürmekte olan stratejik bir çatışmanın parçası olarak görüyor: “Müttefiklerimiz Hizbullah’ı yok etmek için IŞİD’i destekliyor Cihat’ın Dönüşü: IŞİD ve Yeni Sünni Ayaklanması (The jihadis Return: ISIS and the New Sunni Uprising) kitabının yazarı ve deneyimli gazeteci Patrick Cockburn, “Suudi Arabistan’ın Kuzey Irak’ı kontrolüne alması için IŞİD’e yardım ettiğini” iddia ediyor. Cockburn iddiasına, İngiliz istihbarat kaynaklarını referans gösteriyor ve Suudi planının on yıl öncesine dayandığını söylüyor (Ağar, 2015: 424).
Maliki de benzer görüşte… Irak Başbakanı iken verdiği bir demeçte, “Suudilerin IŞİD’i desteklediğini ve soykırım işlediklerini…” söylüyordu. Obama ise IŞİD’in yükselişiyle ilgili, “Diktatörlük, mezhepçilik, Arap ve Müslümanların yabancılaştırılması ve marjinalleştirilmesi…” fikrini üretiyor. İsrailli Bir Haham; “IŞİD’in, İsrail’in Muhaliflerini Yok Etmesi İçin Gönderilen İlahi Bir Hediye…” olduğunu vurguluyor.
İsrail’in IŞİD ve türevlerini kurduğuna dair “Sırrı Şahsi – Şahsa Özel Çok Gizli” ibaresi taşıyan bir belgenin, aslında insanların gözleri önünde durduğu görülmektedir. Bu belge, taş madendeki koca taşlar arasına sıkışmış küçük bir taş gibi, gözlerden uzak bir forumda (Belgenin orijinal linki için: http://beforeitsnews.com/war-and-conflict/2013/05/ leaked-document-terrorist-organization-linked-to-al-qaeda-2446798.html) internette yayınlanmıştır. Belge Arapça, forum İngilizceydi. Bu belge Saddam dönemine ait… IŞİD-DAEŞ adında bir örgütün esamesi bile ortada yokken Saddam dönemi istihbarat örgütü, IŞİD’in kimler tarafından kurulmasına karar verildiğini yakalamış, bunu da başkanlık makamına raporlandırmıştır (Ağar,2015: 430).
Belgeyi daha iyi anlamak için IŞlD’in geçtigi süreçleri ve isim değişikliklerini hatırlatmakta fayda var. İlk kurulduğu ve eylem yapmaya başladığı 2001-2003 yıllarında ismi Cemaat el-Tevhid vel-Cihad… Ekim 2004’te Mezopotamya El-Kaidesi ya da Irak El-Kaidesi… Ocak 2006’da birkaç küçük grupla birleşerek Mücahidin Şûra Konseyi… Ekim 2006’da Irak İslam Devleti… Nisan 2013’te Irak ve Şam İslam Devleti… 2012’nin ortalarından itibaren özellikle bağlıları ve sempatizanları arasında El-Devle… Suriye’de ve Irak’taki toprak kazanımlarıyla birlikte bağlıları ve sempatizanları arasındaki son adı ise İslamî Devlet… Belge 2001 yılına ait… Unutmadan…Bu belgenin sahte olma olasılığı var mı? Elbette vardır. Asimetrik savaşın tam gaz gittiği Irak gibi bir ülkede, bu tür belgelerin ortaya çıkması gayet normal… Ancak, böyle bir belgenin “çakma” olarak hazırlanabilmesi için Saddam dönemi resmi ve askeri yazışma kuralları ile tarz ve karakterin iyi bilinmesi gerekiyor. Bu dönemde görev almış, askeri ve resmi yazışmaları bilen kişilerle belge üzerinde yapılan tartışma ve incelemeler sonucunda ortaya çıkan ortak kanaat, “belgenin gerçek olduğu” doğrultusundadır.Belgenin işgal sonrası ortalığa dökülen Saddam döneminin gizli arşivlerinden çıktığı tahmin ediliyor (Ağar, 2015: 431).
Belge: Siyonist Yahudi “Bernard-Henry Levy” ile “Mesud Barzani”nin mutabakatı ile Dinî görünümlü Terör örgütünün kurulduğunu belgeleyen Irak Cumhuriyeti Başkanlık Sekreterliği Sayı: K/7582 Tarih 18/9/2001’li İstihbarat Raporu (Ağar, 2015: 432.)
Bismillahirrahmanirrahim “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla”
Irak Cumhuriyeti
Başkanlık Sekreterliği
Sayı: K/7582
Tarih Hicri: 1/4/1422
Miladi: 18/9/2001
Amblem “Irak Kartalı”
Gizlilik Derecesi “Sırrı Şahsi”
“Şahsa Özel Çok Gizli”
(“Sırrı Şahsi” gizlilik derecesi, Saddam döneminde “Sırrı lil Gaye” ile en yüksek iki gizlilik derecesinden biri…)
Selam…
İstihbarat servisimizin unsurları, (bulunduğu toprakları) gaspçı Siyonist rejimin başbakan adayı Yahudi “Bernard-Henry Levy” ile “Mesud Barzani’nin aralarında yaptıkları bir görüşmeyi izleme ve takip etme başarısı göstermiştir. Bu görüşmede adı “El Tevhid vel Cihad” olacak, El-Kaide’ye bağlı bir örgütün Irak’ta kurulmasına ve bu örgütün Irak içinde terör eylemleri yapmasına dair karar alınmıştır.
Bilgilerinize Saygılarımızla
İmza mühür (1) “Gördüm onayladım” ibaresi
İmza (2)
“Gördüm onayladım” ibaresi
ONAY
“Rütbe-İsim-İmza-Mühür-Tarih”
El Ferik
Abid Himut El Mahmut (Abdülhamit el Mahmut)
Başkanlık Özel Sekreteri
18/9/2001
(Saddam Irakı’nda “dönemin” en etkili adamlarından biri olduğu ifade ediliyor. Maliki Hükümeti döneminde 2013’te idam edildi.)
Dağıtım: Muhaberat Özel Ofisi
Takdir Ediyorum(Ağar, 2015: 433).
11 Eylül 2001 tarihinde New York’taki ikiz kulelere ve Pentagon’a yaptığı saldırılarla ABD’nin intikam duygularını galeyana getiren, öfke, kin ve acımasızlığını tetikleyen, küresel terörle mücadele konseptini hayata geçiren, Irak ve Afganistan işgallerine yol açan, BOP ve Arap baharıyla filin zücaciye dükkânına daldığı gibi ABD’nin Ortadoğu’ya dalmasına neden olan El-Kaide’nin arkasında da, kimlerin olduğuna dair bazı emareler var. Yoksa adı geçen şahıslar, hangi yetki ve cüretle, Irak’ta El-Kaide’ye bağlı bir örgütün kurulmasına karar vermeye kalksınlar? Belgenin üzerindeki tarih ise belgenin en ilginç taraflarından birisi, 18 Eylül 2001… Yani 11 Eylül saldırısından tam bir hafta sonra. Saddam muhaberatı, tarihin en büyük kırılmalarından birine neden olacak WTC (Dünya Ticaret Merkezi) ve Pentagon saldırılarından hemen sonra bir istihbarat raporu yazıyor ve Saddam’ın önüne koyuyor. Bize de “ilginç, hem de çok ilginç!” demekten başka bir şey kalmıyor. Zaman içerisinde isim değişiklikleri ile günümüze ulaşan DAEŞ-IŞİD’in nasıl ve kimler tarafından kurulduğuna dair pek çok yorum yapılmış ve yapılacak olsa da… Sahte ya da gerçek pek çok bilgi ve belge ortaya dökülmüş ve dökülecek olsa da… Her şeye rağmen bu örgütün kimler tarafından kurulduğu ve kimlerin hedef ve menfaatlerine hizmet ettiği belki çok anlaşılmayacak. Yalanlar gerçek, gerçekler yalan olsun istenecek… Çatışmalarla birlikte, “tam gaz” asimetrik bir psikolojik harekât, kamu diplomasisi, kültür mühendisliği ve algı operasyonları yaşanacak. Gri, kara ve beyaz propagandalar havalarda uçuşacak. Artık bundan sonra IŞİD’in neden olduğu toz bulutu dağıldığında ve kan denizi durulduğunda kim ne kazanmış, kimin elinde ne kalmış, ona bakılacak. Ancak bugün bu bile bir ölçü değil… Çünkü kontrollü kaosla kontrolsüz kaos arasındaki ince çizginin iyice belirsizleşeceği DAEŞ-İŞİD döneminde, kazananlarla kaybedenler arasındaki çizginin de iyice belirsizleşeceği anlaşılıyor(Ağar, 2015: 434).Çünkü ortada dizayn etme ve aparat kullanma konusunda uzman olduğunu zannedenlere dair de büyük bir çuvallama durumu var. “Pardon…” deyip duruyorlar. Ancak ürettikleri inisiyatif, pardonların ve çuvallamaların izini silme gücüne de sahip… IŞİD’in neden olduğu kaos artık ülkelerin millî güç unsurlarını kendi bekaları adına nasıl kullanacaklarının maharet testine dönüşmüş durumda… Kendi bekama hizmet edeyim derken, IŞİD ya da bir başka mezhepsel ya da etnik gücün, devlet ve devletler grubunun menfaatlerine, teolojik paydalara ve beka çıkarlarının özdeşliklerine hizmetler üretilecek. Bundan bölgedeki yerel oyuncular ve aparatlar da fazlasıyla payını ve dersini alacak. Bedeller ödenecek! Ancak ister IŞİD bitsin, ister bitmesin, bölgedeki kaos bölgenin ve insanlığın hayrını düşünen bir iradenin, iradesini ortaya koyuncaya kadar kesinlikle bitmeyecek (Ağar, 2015: 435). Abdullah Ağar’ın 2015 yılında yaptığı tespitlerden bugünlere yani 2025 yılına tarihsel bir projeksiyon yaptığımızda IŞİD (DAEŞ) sadece emperyalizm ve İsrail’in işine yaramıştır. Büyük oranda çeşitli terör örgütleri ile ilişkisi ispatlanabilecek İsrail artık kendini gizlemek ihtiyacı bile duymamakta açıkça dünyayı III. Dünya savaşına sürüklemekten de çekinmemektedir. MOSSAD ajanları Ortadoğu’da cirit atıp bağlantılar kurmakta ve işbirlikçilerini artırmaktadır. Her devlet bu işbirlikçilere karşı tedbirlerini gözden geçirmelidir. Aksi halde her devlet İran üst düzey yöneticiler ve askeri komuta heyetinin düştüğü tuzağa düşebilecektir. Bir devlet dışarıdan topla tüfekle yıkılmaz ancak iç cepheyi zayıflatan; emperyalistlerle şahsi menfaatlerini önceleyen iş-birlikçiler yüzünden yıkılır. Tarih bu iş-birlikçilerin örnekleri ve yol açtığı felaketlerle doludur.
Oyun Kurucu İstihbarat Örgütleri; MI-6, CIA, MOSSAD vb.
İbrahim Okur Terörün Patronları isimli eserinde şu tespitlerde bulunmaktadır: Büyük Güçler, daha önce savaş yoluyla elde etmek istedikleri sonuçları, savaşmadan sağlamak üzere üç kavram ortaya atarak, bunların ışığında yeniden örgütlenmeye gitmişlerdir. Bu kavramların birincisi, kontrollü bunalım stratejisi; ikincisi, provokatif (kışkırtıcı) ajanlık; üçüncüsü ise, etki ajanlığıdır. Bu işler için kurulan örgütlerin başlıcaları şunlardır: İngiltere’deMI-6, ABD’de CIA, İsrail’de MOSSAD, Sovyetler Birliği’nde KGB, Fransa’ da SDECE, Çin’de Çin Gizli Servisi, Şah dönemi İran’da SAVAK(Okur, 2016: 138-139).
Tevrat’ta bile yer alması dolayısıyla, Yahudiler arasında, casusluk en saygın mesleklerin başında gelmektedir. Hititlerin de bir casusluk şebekesi olduğu bazı tabletlerde yer alan raporlardan anlaşılmaktadır (MÖ 15. yüzyıl). Herhalde tarih boyunca kurulmuş bütün devletlerin az çok bir casusluk örgütü vardır. İkinci Dünya Savaşı bittiğinde en tecrübeli ve yaygın istihbarat örgütü İngilizlerin MI-6 örgütü idi. ABD’de ilk örgütlü istihbarat, 1942’de kurulan OSS adı verilen bir örgüttü. Bundan öncesinde, ABD yönetimi, istihbarat işinin diktatörlük rejimlerinin işi olduğunu söyler ve örgütlü istihbarat şebekeleri olmadığı için övünürlerdi. (Gerçekte misyonerlerin ve arkeologların ağır bastığı bir örgütleri vardı.) OSS, İkinci Dünya Savaşı’nda hiçbir başarı elde edemedi. Birçok yerde komik durumlara da düştü. Yönetim, durumun farkındaydı ve bu yüzden savaş biter bitmez örgütü ortadan kaldırdı. Onun yerine İngilizlerin desteğinde ve eğitmenliğinde CIA’yi kurdular (1947). CIA’nin Yahudilerin de geniş desteğini aldığını düşünmek gerekir. İsrail devleti henüz kurulmazdan önce dört ayrı dalda faaliyet gösteren dört ayrı istihbarat örgütüne sahipti. Bu dört örgüt, hep birlikte beşinci bir örgüt olarak MOSSAD’ı kurdular ve kendileri iyice perde arkasına çekildi (1951). Sektördeki gelişmeleri izleyen Sovyetler Birliği, Bolşevik İhtilali’nden beri var olan örgütünü günün şartlarına göre yeniden düzenleyerek KGB’yi kurdu (1954). Daha sonra, CIA ve MOSSAD’ın ortak çalışması ile İran şahının finanse ettiği SAVAK kuruldu (1956). Soğuk Savaş döneminde yeryüzünü işte bu örgütler yönlendirdi. Bunun yanında, söz konusu örgütlere eşlik eden birçok yan kuruluşun, kulüp, vakıf ve derneğin de ortaya çıktığını ve dünya çapında işbirlikçi tedarikinde kullanıldığını da eklemek gerekir(Okur, 2016: 139-140). Bütün bu örgütler, Soğuk Savaş hiç bitmeyecekmiş gibi gayretkeş bir tutum içindeydiler. Hiçbir ahlak yasasını hiçbir zaman tanımadılar. Akla hayale gelmedik ne kadar insanlık suçu varsa hepsini işlediler. Bütün bu etkinliklerin, ortada adı dolaşan gizli örgütlerin hepsi tarafından ayrı ayrı yürütüldüğünü düşünecek olursak, sürdürülen gizli savaşın yol açtığı, kültürel, toplumsal, siyasî, ahlakî, askerî ve ekonomik kirliliğin boyutlarını da kestirmek mümkün olur. Nitekim bir süre sonra bu örgütlerin işlerini taşeron olarak üstlenen yan kuruluşlar ortaya çıktı. Dünyanın her yanındaki etnik sorunların üzerine gidildi, yetersiz etnik sorunlar kaşındı, tırmandırıldı ve etkin yarar sağlayacak biçimlere sokuldu. Siyaseti etnisite kavramları üzerine oturtmuş olan siyasi partiler geniş desteğe mazhar oldular(Okur, 2016: 142). Geniş imkanlara kavuşturulmuş, devasa yeraltı örgütleri yeni şartlar karşısında rolsüz kaldılar. Taşeronlar, varlığını sürdürmek için önlerine yeni hedefler koydu. Yeni şartlara resmiyet kazandıran 11 Eylül 2001’de New York’a yapılan intihar saldırısı oldu. El Kaide yakın zamanlara kadar adı en çok duyulan terör örgütüydü. 2016 yıllarında IŞİD ya da diğer adıyla DAEŞ öne çıktı. Batı dünyası ve Rusya bu örgütlerinin hepsini terör örgütü olarak niteliyor ama bunların ikmalini kimlerin yaptığı sorusuna cevap aramaya hiçbiri yanaşmıyor (Okur, 2016: 143). Siyonist Yahudi “Bernard-Henry Levy” ile “Mesud Barzani’nin mutabakatı ile Dinî görünümlü Terör örgütünün kurulduğunu belgeleyen Irak Cumhuriyeti Başkanlık Sekreterliği Sayı: K/7582 Tarih 18/9/2001’li İstihabarat Raporu yukarda anlatılmıştı. Burada Saddam muhaberatının izlediği görüşmede adı geçen Bernard-Henry Levy’nin kim olduğuna bakmakta fayda vardır. Levy, 5 Kasım 1948’de doğmuş. Cezayirli Yahudi bir ailenin çocuğu… Ailesi, doğumundan sonra Paris’e taşınmış, babası kereste ticareti yaparak milyarder olmuş. Levy, İslam ve terörizm üzerine çalışmalarıyla tanınıyor. 2010 yılında The Jerusalem Post/İsrail tarafından dünyanın en etkili 50 Yahudisi listesinde 45. sırada yer almış… Fransız yazar ve entelektüeli. Fransa’da 1976’da başlayan yeni filozoflar akımının liderlerinden… İyi okullarda okuyan Levy, dönemin ünlü Fransız entelektüel ve filozofları olan Jacques Derrida ve Louis Althusser den ders almış. Gazeteciliğe Combat gazetesinde muhabir olarak başlamış… Bu dönemde Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’te çalışmış ve 1973’te Bangladeş özgürlük Savaşı adında ilk kitabını yazmış. Paris’e döndükten sonra yeni filozoflar okulunun genç kurucusu olarak tanınmış ve Strasbourg Üniversitesi nde felsefe dersi vermiş. 1977’de yayınladığı Barbarism with a Human Face kitabında Marksizm’in doğası gereği yozlaştığını ifade etmiş… 2010 yılında Tel Aviv’de düzenlenen “Democracy and its Challenges” konferansında, İsrail ordusunun daha önce hiç görmediği kadar demokratik olduğunu söylemiştir. Mart 2011 de Libyalı isyancılarla Bingazi’de görüşmüş ve Ulusal Geçiş Hükümeti nin tanınmasına çalışmış. 2011 yılında Nicolas Sarkozy’nin Libya müdahalesi için ABD’yi ikna çalışmalarım desteklemiş. Mayıs 2011 de Suriye’ye askeri müdahalede bulunulmasını istemiş. 1983 yılından beri Nicolas Sarkozy’nin arkadaşı olan Levy, Yahudilerin toplum ve siyasete benzersiz ahlaki bir destek saklayabileceğini söyleyen bir Yahudi’dir (Ağar, 2015: 435-436.). Kısaca fanatik Yahudilerin ve MOSSAD’ın terörizmle bağlarını göstermesi bakımından bu bilgilerin Türk ve Dünya kamuoyu tarafından bilinmesinin elzem olduğudur. Kısaca ABD ve İsrail, fanatik Siyonistler aracılığı ile terör örgülerini kurmakta, finanse etmekte ve devletlerde iç karışıklıklar çıkarma aparatı olarak kullanmaktadır. Böyle bir devlet anlayışı uluslar arası hukuk ve ahlak açısından insanlık ayıbıdır. Bedelini milyonlarca sivil ödemektedir.
Sonuç
Terör devleti İsrail’in ülkelerin etnik yapılarından dini ve mezhepsel farklılıklarına kadar her konuda terör üretme mekanizmasını kullandığı çok açıktır. kendisinin son derece konsolide bir yapıya sahip olması asırlardır dışa kapalı bir toplum olarak bu günlere gelmesi onu millî devletlerden bile daha dayanışmacı bir yapıya kavuşturmuştur. Fakat bu özelliğini dünya barışı için kullanmamaktadır. Fanatik bir Yahudi inancını benimsemiş olan bugünkü İsrail’in bu şekilde dünya barışına katkısının olması mümkün değildir. Bu anlayış çerçevesinde terör örgütleri kurup veya onlarla işbirliği yaparak hem Yahudileri hem de dünyayı riske atmaktadır. Roger Garaudy, İsrail Siyasetini Oluşturan Efsaneler adlı eserinde, ABD’deki Yahudi Birliği’nin başkanlarından anti-Siyonist olarak bilinen Rabbi Elmer Berger(1908-1996)’in bir konferansında yaptığı açıklamaya yer vermiştir: “İsrail Devleti’nin şu anki oluşumunun bir Kutsal Kitap kehanetinin tamamlanması olduğunu ve sonuç olarak devletlerini kurmak ve onu yaşatmak için İsraillilerce gerçekleştirilmiş olan bütün bu hareketlerin önceden Tanrı tarafından onaylandığını iddia etmek kim için olursa olsun kabul edilemez. İsrail’in bugünkü politikası, İsrail’in ruhani boyutuna zarar vermiş ya da en azından onu karanlığa gömmüştür.”(İsrail doğdu, insanlık öldü. Dustin Hoffman(Okur, 2023: 121)Tahrif edilmiş Tevrat çerçevesinde Yahudi milleti İsrail Devleti tarafından kandırılmaya çalışılmakta ırkçı bir halüsinasyonun ve illüzyonun peşinde uçuruma doğru sürüklenmektedir. Sedat Şenermen’in Akıl, Bilim ve Kur’an Işığında Dinler ve Dünya Egemenliği isimli eserinde ifade ettiği gibi sömürgeci emperyalist batı ülkelerinin İsrail terörünü desteklemelerinin altında da şu nedenler yatmaktadır: l)Din devleti olarak devlet terörü uygulayan İsrail Devleti’ni, stratejik müttefik olarak Ortadoğu’da desteklemektedirler, 2)Kendisini, bulunduğu ortamda kuşatılmış hisseden İsrail’in güvenliği için Büyük Kürdistan adı altında “üç İsrail” projesini gerçekleştirmek istemektedirler, 3)Tevrat’ta belirtilen “Nil’den Fırat’a” Tanrı’nın -Yahova’nın- tek hukuk, tek devlet krallığının kurulmasını istemektedirler, 4)İsrail’in içme suyu ihtiyacını Fırat ve Dicle ırmaklarından sağlamak üzere ele geçirilmesini istemektedirler, 5)Müslüman ülkelerin zengin yer altı ve yerüstü -petrol, doğal gaz madenler ve su gibi- kaynaklarını ele geçirme stratejisini sürdürmektedirler, 6)İslam’ı bilim ve din açısından anlayıp hakkıyla değerlendirememişlerdir. Bu nedenle Haçlı zihniyetini sürdürmektedirler, 7)İslam ülkelerini sömürge anlayışı ile yönetmek istemektedirler (Şenermen, 2013: 51-52). Kurulduğu günden beri İsrail, Avrupa ve ABD’nin desteği ile Araplara karşı sürekli siyasî üstünlük kazanmıştır. 1982 yılında İsrail, Lübnan’daki Filistinli sığınmacı militanların Lübnan’dan yaptığı saldırıları sebep göstererek Lübnan’ı işgal etti. Fakat 2006 yılında İran’ın desteklediği Lübnan Hizbullahı (12 Temmuz-14 Ağustos 2006 tarihleri arasında ) ile olan savaşı İsrail kaybetti. Bu arada İsrail Arap devletlerinden işbirlikçi kukla yöneticiler vasıtasıyla da yapmış olduğu katliamlara devam etti ve günümüzde de etmektedir. 2024-2025 yılları İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamlarla feryatlar sağır kulaklara çarpıp dönmektedir. İnsanlık tarih önünde bir kez daha sınıfta kalmıştır. Aynı zamanda Lübnan Hizbullah üyelerinin telefon, telsiz gibi elektronik cihazlarına yerleştirdiği uzaktan kumandalı sistemlerle onları şimdilik bertaraf etmiştir. Avrupa’nın ve ABD’nin çifte standardı neticesinde ise her geçen gün İsrail’in teknolojik gelişmesine ve nükleer programının ilerlemesine ses çıkarılmamaktadır. Terör örgütleri vasıtasıyla parçalanan Suriye, Irak, Libya’nın başına gelenler yarın İran’ın yahut Türkiye’nin başına gelmeyeceğini hiç kimse garanti edemez. Bu açıdan Ortadoğu coğrafyasında yapılan ve Türkiye’de de yapılmak istenen toplum mühendisliği, demografik nüfus değişikliği; Türk devletinin yakın mercek altına alması gereken en önemli güvenlik başlıkları arasındadır. Eğer Terör örgütlerini sadece eli silahlı birkaç kandırılmış insan şeklinde görüp arkasındaki finans kaynaklarını, çok uluslu şirketleri ve devletleri hesaba katmadan terörizmle mücadele etmek mümkün değildir. Özellikle CIA, MOSSAD, MI-6 gibi istihbarat örgütlerinin, terör örgütleri ile çok yakın temasta oldukları bilinen bir gerçektir. Çok uluslu şirketlerin de özellikle Ortadoğu coğrafyası ve Türkiye gibi jeo-stratejik önemi yüksek, üç kıta arasında köprü olan, madenler açısından çok zengin ülkelere göz diktikleri de unutulmamalıdır. Bu coğrafyanın tabii kaynaklarını sömürmek için asırlardır emperyalistlerin oynamadıkları oyun neredeyse kalmamış ve hepsi bilinmektedir. Fakat toplumsal hafıza unutkandır. Bunlar hatırlanmamakta her seferinde emperyalistlerin kurduğu tiyatro sahnesi tekrar birinci perdeden başlamakta ve yeniden oynamaktadır. Yüce Türk milleti ve Türk devleti millî hafıza ve tarih şûrunu topyekun bir zihinsel uyanışla yeniden inşa etmelidir. Aksi takdirde Anadolu’yu vatan yapan onu Türkiye adıyla ebedileştiren atalarımızın emanetine sahip çıkmak mümkün olmayacaktır. Millî şairimiz Mehmet Akif ERSOY’UN (1873-1936) söylediği gibi “Sahipsiz olan vatanın batması haktır; Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır”.
Kaynaklar
Abdullah Ağar, IŞİD ve Irak, Remzi Kitapevi, 2015, İstanbul.
İbrahim Okur, Sivillere Saldırmanın Felsefesi, Terörün Patronları (Topyekûn Savaş Fikrinin Tırmanışı), Okursoy Yayınları, 2016, İstanbul.
İbrahim Okur, Küresel Teo-Politik ve Jeo-Teoloji Judeo-Hristiyan Fundamentalizmi, Okursoy Yayınları, 2023, İstanbul.
İbrahim Okur, Banksterler ve Demokratörler Ulus Devletleri Çürütenler, Okursoy Yayınları, 2023, İstanbul.
John Perkins, Bir ekonomik Tetikçinin İtirafları, Kafes, Cilt 4, Türkçesi, Murat Kayı, Aprıl yayınları, 2016, İstanbul.
Roger Garaudy, İsrail Mitler ve Terör, Pınar yayınları Türkçesi Cemal Aydın 1996 İstanbul, Haham Cohen’in Talmud adlı eseri, Ed. Payot, Paris, 1986, s. 104.
Sedat Şenermen, Akıl, Bilim ve Kur’an Işığında Dinler ve Dünya Egemenliği, Togan Yayıncılık, 2013, İstanbul.