İspanya’daki Endülüs Müslümanları camilerini geri istiyor (Köşe yazısı)
İlhan KARAÇAY yazdı:
İspanya’daki Endülüs müslümanları camilerini geri istiyor
*1492’de el konulan ve katedral yapılan Kurtuba Ulu Camii’nin geri
verilmesi için Papa’ya, İspanya Kardinalı’na ve Cordoba Piskoposu’na
mektup yazdılar.
*711 yılında İspanya sahillerine gemileri ile yanaşan Tarık bin Ziyad’ın
başlattığı fetih sonrasında kurulan Müslüman Emevi Devleti, 800 yıl
içinde yer yer meydana gelen ayaklanma ve savaşlar sonrasında 1492
yılında sona ermişti.
*En son teslim olan Kurtuba’daki Ulu Cami katedral yapılmış ve Müslümanlara en büyük zulüm başlatılmıştı.
*800 Yıl hükmettikleri topraklarda şimdi camileri yok.
İspanya’da ‘Andalusya’ (Endülüs) olarak bilinen bölgede yer alan Kurtuba (Cordoba) kentinde yaşayan Müslümanlar, Papa Franciscus, Cordoba Piskoposu ve İspanya Kardinalline önceki gün birer mektup göndererek, 1492’de el konulup katedral yapılan Ulu Cami’nin kendilerine verilmesini talep ettiler.
Mektupta, Andalusya’nın en önemli camilerinden biri olan ve daha sonra katedral yapılan yeri, yeniden camiye dönüştürülerek ve büyük bir açılış yaparak namaz kılmak istediklerini belirttiler. Müslümanlar şöyle devam ettiler: ‘İspanya topraklarında, Müslümanlar ile Katolikler arasında asırlarca süren amansız savaşlar, her iki tarafta nefret oluşturmuştur. Ama, Müslümanlar, Yahudiler ve Katolikler arasında sıcak ilişkiler de yaşanmış ve akl-ı selim davranışlar ile olumlu kararlar alınmıştır. Asırlar sonra, Ulu Cami’nin bize verilmesi sayesinde, iki toplum arasındaki ilişki dostluğa dönüşecektir.’
711 yılında, şahane mimarisi ile tanınan kilisenin yarısını Katoliklerden satın alan Müslümanlar, burası küçük gelince diğer yarısını da satın almışlardı.
İspanyolcada ‘Mezquita’ olarak anılan Ulu Cami, 20 bin kişilik kapasitesi ile Avrupa’nın en büyük camisiydi.
Cordoba’daki Müslümanlar, göndermiş oldukları mektuba verilecek olan cevabı merakla bekliyorlar.
ANDALUSYA-ENDÜLÜS
Cordoba, Sevilla, Zaragoza, Toledo ve Granada (Gırnata)’yı içine alan Endülüs’e 5 yıl önce TRT ekibi ile gitmiş ve uzun röportajlar yapmıştık.
Müslümanlar’ın şimdi Papa’dan istedikleri Ulu Cami’yi, tabii ki katedral olarak inceledik.
Üç dinin birleştiği kentlerden biridir Cordoba.
Bu çeşitlilik, kente mistik bir hava katıyor.
‘Görülmesi Allah’ın emri’ iddiası ile Cami-Katedral’i, Roma lahit ve mozaiklerinin sergilendiği Alkazar Müzesi, Elhamra Sarayı’nı andıran muhteşem bahçeleri, şadırvanları, fıskiyeleri ve birbirinden güzel binaları ile Cordoba, göz kamaştırıyordu.
SEVİLLA
Geçmişin zenginliği, bugünün şıklığıyla harmanlanmış zarif bir şehirdir Sevilla. Güzelliği ile pek çok sanatçıya ilham kaynağı olan Sevilla’da, Cervantes Don Kişot kitabını yazmıştır.
İspanya’nın Endülüs özerk bölgesinin başkenti olan Sevilla, en çok nufusa da sahiptir. Sevilla, finansal ve kültürel açıdan da Güney İspanya’daki en önemli kenttir.
Sevilla, Avrupa’nın sur içi bölgesi en geniş olan şehirlerinden biridir.
GRANADA
Nevada dağlarının eteğinde kurulmuş olan Granada, 1492’ye kadar, yani İspanyollar’ın Emevi Devleti’ni teslim almasına kadar, tüccarların, sanatçıların ve bilim adamlarının rağbet ettikleri muhteşem bir yerdir.
Buradaki Elhamra Sarayı, İspanya’ya gelen turistler tarafından en çok ziyaret edilen yeridir.
Geniş bulvarları, Katedralı ve çok iyi korudukları Müslüman dönemine ait eserleriyle, ziyaret edilmesi gereken bir şehirdir Granada.
TOLEDO
Kastilya La Mancha bölgesinin merkezi olan Toledo, Madrid’e 80 kilometre mesafede.
Toledo denince akla ilk gelen şey, bir orta çağ kenti ve demir atölyeleridir.
Şehrin tüm tarihini gözler önüne seren tepelerden, Avrupa’nın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Toledo’nun büyüleyici manzarasını seyredersiniz.Toledo’nun ünlü meydanı olan, Plaza de Zocodover, turistler tarafından sıkça ziyaret ediliyor.Buraya giden dik yokuşu daha zahmetsiz çıkabilmek için yürüyen merdivenler yapılmış.
PAPA VE AYASOFYA
Papa Franciscus, İstanbul’da Ayasofya’nın birkısmının ibadete açılmasından sonra yaptığı açıklamada, “Aklım İstanbul’da. Ben Azize Sophia’yı düşünüyorum ve çok acı çekiyorum” demişti. Şimdi aynı Papa’nın, Avrupa’nın göbeğinde sayılan katedralin camiye dönüşmesine ne diyeceği şimdiden belli gibi.
Şimdi katedral olarak kullanılan Ulu Cami’yi ziyaretimiz sırasında, önümüzdeki kadın istavroz çıkarırken, kim bilir belki de bugünleri düşünerek ben de fatiha okuyordum
“KURTUBA’NIN KALBİNE KATEDRAL DİKTİLER”
Andalusya’da yaşananlar hakkında açıklamada bulunan İslam Tarihçisi
Prof. Dr. Mehmet Özdemir şöyle diyor:
“Hıristiyan orduları Endülüs’te fethettikleri her yerde ulu camileri katedrale çeviriyorlardı. Başlarda Müslümanlar’ın kaldığı yerlerdeki bazı küçük mescitleri bırakıyorlardı. 1502’den sonra küçük mescitler de kiliseye çevrildi. Kurtuba Ulu Camii’ni de aynı şekilde katedrale çevirdiler. Çok büyük ayin ve törenlerle bunu yaptılar. Müslümanların girişine asla izin verilmedi. 1500’lerde caminin kalbinde bir katedral daha inşa ettiler. Caminin orijinal yapısını bozdular. Papaların da bilgisi dahilinde yapıldı bunlar. Papa’nın tutarlı olabilmesi için Endülüs’te ve diğer başka diyarlarda kilise veya katedrale çevrilen mescit ve camilere de üzülüyor olması gerekir.”
“IZDIRABIN İZLERİ TARİHİ METİNLERDE”
İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Dr. Ersin Adıgüzel şunları söyledi:
“756’da kuruluşundan itibaren Kurtuba şehri Endülüs’ün başkentiydi. Kurtuba Ulu Camii de bu şehirde inşa edilen en büyük camiydi. 1236 yılında Müslümanlar bu şehri kaybettikten sonra cami katedrale çevrildi. Granada‘da, Valencia‘da, Toledo’da, Malaga‘da ve diğer Endülüs şehirlerindeki ulu camiler yıkıldı ve yerine katedral yapıldı. Kurtuba Ulu Camii ise yıkılmadan katedrale çevrildi. Müslümanlar o günlerde yazdıkları şiirlerde bu durumdan duydukları derin kederi dile getiriyorlardı. Onlarca, yüzlerce cami ve mescit vasfını kaybetmişti. Sadece Endülüs’tekiler değil bütün Müslümanlar bu ızdırabı duyuyorlardı. Tarihi ve edebi metinlerde bu ızdırabın izlerini kolayca görebilirsiniz.”
CORDOBA 1236’DA KİLİSE YAPILDI
Eski Ulu Cami, şimdi ise Cordoba Katedral’ı olarak anılan yere, dünyanın dört bir yanından olduğu gibi, Türkiye’den de ziyaretçi akını var. Fotoğrafta Türk mihmandar ziyaretçilere bilgi verirken.
Günümüzde ‘Córdoba Katedrali’ olarak adlandırılan Kurtuba Ulu Camii (el-Mescidü’l-kebîr, el-Mescidü’l-câmi) Endülüs dinî mimarisinin en tanınmış ve en büyük binası. Yapımını 786’da I. Abdurrahman başlattı. Endülüs’ün 1236’da Katolik Hristiyanların eline geçmesinden sonra kiliseye çevrildi. Minareleri yıkılarak çan kulesi yapıldı. Orta bölümüne 1500’lerde bir katedral eklendi. 1984‘te UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alındı. Müslümanlar katedralin bir bölümünün ibadete tahsisi için UNESCO nezdinde de birçok girişimde bulundu ama netice alınamadı. Şu an hem kilise olarak hizmet veriyor hem de turistik olarak gezilebiliyor.
Endülüs Devleti’nin tarihini bir habere sığdırmak tabii ki imkânsız. Bu konuda Google’de araştırma yapıldığı zaman pek çok ilginç konuya rastlayabilirsiniz.
Ama isterseniz size, TRT için yaptığımız programlardan birini sunabilirim.
Aşağıdaki linke tıklayınız ve izleyiniz.
Programdaki konular:
-İtalya’da Lucera-Sicilya Müslümanları
-Endülüs Emevi devleti. İspanya’da 800 yıl hüküm süren Müslüman devleti.
-Lale’yi Hollanda’ya gönderen Busbecque’nin yaşamı. Busbecq’in mektuplarını Veyis
Güngör anlatıyor.
– Leiden’de lalenin ilk ekildiği Botanik Bahçesi
Endülüs’ü işlediğimiz bir başkaprogram:
– Etrüskler -Batı Anadolu’dan veya Karadeniz’den İtalya’ya göç ettiler,
Roma medeniyetini başlattılar.
– Endülüs-Sevilla. İspanya’da 800 yıl hüküm süren Müslüman devleti.Altın Kule.
– Almanya- Kültürümüze uygun yapılar.(Scwetsingen)
– Postdamdaki su deposu.
– Lale devri. Van Moer. Amsterdam Rijksmuseum. Alexander de Groot
Bu da İspanya’dan bir başka ilginç program:
https://belgeselx.com/belgesel/bolum-1-uzaktaki-dostlar
Her yıl kutlanan Los Turkos Festivali
İlhan KARAÇAY şeffaflığı yazdı:
KİTABIM, HOLLANDA PARLAMENTOSU KAYITLARINA ‘HEDİYE’ DİYE KAYDEDİLMİŞ.
*Türk parlamenterlere verilen hediyeler kayıt ediliyor mu?
*Hollandalı parlamentere verdiğim kitap kayıt edilmiş.
*Şeffaflık medeniyetin ve demokrasinin olmazsa olmazıdır.
‘Şeffaflık’, devleti ve kurumlarını hesap vermeye zorlayan en önemli mekanizma olarak anılır. Şeffaflığın olmazsa olmaz şartı, kamuoyuna doğru, açık ve güvenilir bilgileri sunmaktır.
Şeffaflığın karşıtı olan, ‘gizlilik ve kapalılık’ ise, bilgi ve belgelerin açıklanmaması veya kasıtlı olarak yanlış ve eksik izah edilmeye çalışılması ve de taleplere duyarsız kalınmasıdır.
Şeffaflığın ‘şart ve kutsal oluşunu’, gizliliğin de ‘Devlet sırrı’ diye savunulmasını anlatacak bir yığın siyasi söylem kullanabilirim ama, polemiklerden uzak durma aczine düşerek, Hollanda’daki şeffaflığa değinmekle yetiniyorum.
Geçtiğimiz günlerde, Hollanda parlamentosunda nelerin konuşulduğu hakkında arama yaparken, print edildiği zaman kilometrelerce uzun bir listede, benim adıma rastladım. Hoş, mecliste benim hakkımda çok şeyler konuşuldu ve önergeler verildi ama, bu gördüğüm bambaşka bir şeydi.
Gördüğüm, parlamenterlere hediye etmiş olduğum kitabımın kaydıydı.
2012 yılında Türkçe ve Hollandaca olarak yayınlamış olduğum,
‘Türkiye-Hollanda Arasındaki 400 Yıllık Resmi İlişkiler ve Hollanda’ya Türk Göçü’nün 50’nci Yılı’ adlı kitabımı, Hollandalı parlamenterlere de hediye etmiştim.
İşte o parlamenterler, benden hediye olarak almış oldukları bu kitabı, meclisin tutanaklarına kayıt ettirme şartını yerine getirmişlerdir.
Üstteki belgede, parlamenter Bayan M.L.Thieme’nin bildirimi görülüyor. Koyulaştırdığım satırlarda şunlar yazılı: ‘İlhan Karaçay tarafından düzenlenen ve yazılan, değeri 29.50 Euro olan, ‘Türkiye-Hollanda Arasındaki 400 Yıllık Resmi İlişkiler ve Hollanda’ya Türk Göçü’nün 50’nci Yılı’ kitabı alınmıştır.’
Bu kayıtı görünce aklımdan şunlar geçti: ‘Acaba bizim parlamentoda da böyle bir şeffaflık listesi var mı?’
En iyisi Google amcaya (!) sormaktı. Sordum ve bakın neler buldum:
Bir zamanlar Başbakanlık yapmış bir siyasetçinin, şeffaflık konusundaki haberinde bakın neler yazılı:
‘Başbakanlığı döneminde verilen tüm hediyelerin kaydını tutturmuş. Görevi devrederken bunların yine kayıtlı-belgeli bir biçimde devlete bırakılmasına karar vermiş. Yani yapılması gerekeni yapmış.
Başbakan’a, “Sizden önceki başbakanlar da bunu yapmışlar mı?” diye sordum.
“Çok zor bir soru sordunuz. Söylemek istemezdim ama…” dedi ve o zor bulduğu soruyu cevaplandırırken önemli bir konuya da ışık tutacaktı. İşte anlattıkları:
“Bize verilen hediyeleri aile olarak hep arşivde tutar, orada muhafaza ederdik. Sergilenecek olanlar sergilenirdi. Çankaya’da tam da ayrılacağımız günlerde görsel özelliğe sahip olanları sergilemiştik. Mücevher gibi bir takım şeyler ise kasada tutulurdu. Gerekli açıklamaları yaptıktan sonra Başbakanlık makamına geldim. İlk yaptığım iş müsteşar Kemal Maden’i çağırdım, ‘Bunları devlete iade edeceğiz, işlemleri yapın’ dedim. ‘Olur’ dedi ve 1936 yılında çıkarılan kanunu getirdi. Buna göre defterdar, bilirkişi ve bir Başbakanlık yetkilisi oturup bunları kıymetlendirecek, değerlendirecek, tutanak düzenleyecek, sonunda ben de imzalayacağım, gelecek başbakana onu teslim edeceğim.
Kemal Bey, ön çalışmayı yaptıktan sonra bana, ‘Efendim bir mesele var. Şu ana kadar bu işlemin yapıldığına dair hiçbir devlet belgesi yok’ dedi. Şimdi kimsenin günahına girmek istemem. Geçmiş başbakanlardan yaşayan, yaşamayan hepsi hürmete layıktır. Belki bir yerlerde arşivde vardır onu bilemem. Yani nasıl yapılacağını kanuna bakarak çıkardı. Benim görevim vatandaş olarak kanuna uymak.
Yanlış anlaşılmasın ben bunları ahlaklılık olarak söylemiyorum. Kanuna uymak ahlak değil. Bir otomobil sürücüsü kırmızı ışıkta durdu diye ahlaklı olmaz. Kırmızı ışıkta durmak ahlak değil görevdir. Hediye Kanunu’nu uygulamak ahlak değil, görevdir. Ben görevimi yaptım.
Bunu niye söylüyorum? Hediye kavramı Doğu’da rüşvetle bir şekilde özleştiyse, bir Ortadoğu ülkesine gittiğinizde, ‘hediye’ başka anlam taşır. Devlet adamı hediye almaz. Hediye Doğu’da yaygın, Batı’da değil. Başkasını bilmem ben hediye aldım, ayrılırken de hepsini kayıtlı olarak devletimize bıraktım.
Bir devlet adamı, evinde otururken almayacağı şeyi, eğer devlet adamı olarak alıyorsa çok net söylüyorum o hediye değildir. Bugün bana biri hediye verirse, bir gücüm yoksa o hediyedir. Avrupa’da ve Amerika’da, ülkelerine göre değişir ama 100 doları, 200 doları, 300 doları aşan hediye kabul edilmez.
Kibir vardı, şatafat vardı onlara savaş açtım. Devlet adamı hediye alamaz diye genelge yayınladım ben. Hediye alanlar rahatsız oldular. Başbakanlığı bıraktığım gün aldığım bütün hediyeyi, milyonlarca lira tutan hediyeyi 1936 yılında çıkan kanun gereği neyse Hazineye bıraktığım için bile problem oldu. Devlet adamı hediye almaz alınan hediyelerin de hepsinin geri verilmesi lazım.
Bir gün iktidar olursam, yarım bıraktığım işi tamamlayacağım. Yolsuzluklara savaş açacağım. Bir tek devlet yetkilisi yurtdışından hediye almayacak. Benim dönemim bir daha tekrar nasip olursa en küçük memurdan cumhurbaşkanlığına kadar bir tek devlet memuru hediye alamayacak, hediye görüntüsü altında rüşvet alamayacak.”
Değerli okurlarım, şeffaflık gerçekten medeniyetin en önemli şartlarından biridir. Bakınız şeffaflık nasıl tarif ediliyor:
‘Şeffaflık, saydamlık, hesapverebilirlik, demokrasiyle, demokratik işleyişle ilgilidir. Halkın ve yöneticilerin demokrasiyi hazmettiği, anladığı toplumlarda görülür. Demokratik anlayışın olmadığı ortamlarda şeffaflık, hesap verebilirlik olmaz. Otoriter yönetimlere hesap sorulmaz; aksine yönetim hesap sorar. Şeffaflık olmaz; onlar neyi ne kadar istiyorsa o kadar gösterir.
Şeffaflık özünde kamusal bir konudur. Daha ziyade devletin, kamu yönetiminin işleyişiyle ilgilidir. Ancak şeffaflık paydaşların/destekçilerin bağış ve destek verdiği STK’lar için çok daha hayatidir.’