HOLLANDA’YI DÜNYAYA REZİL EDEN ROTTERDAM OLAYLARI, 50 YIL ÖNCE BUGÜN BAŞLAMIŞTI

İlhan KARAÇAY’yın haberi:

*Türk evlerine ve işyerlerine bir hafta boyunca saldıran ırkçılar, pek çok yurttaşımızı yaralamıştı.

*Avrupa’daki tüm Türkler’i isyana sevk eden olaylar, 50 yıl sonra Hollanda medyasında geniş bir şekilde yer alıyor.

*Rotterdam’da ırkçılık konusu 50 yıl sonra da gerginlik yaratıyor.

*Bugünkü gençliğin tahayyül edemeyeceği olayları, kırık Hollandacam ile eleştirdiğim televizyon programı, şimdi tüm kanallarda yayınlanıyor.

*Türkiye’de, Suriyeliler’e karşı bir Rotterdam olayı yaşanır mı?

1972 yılının 9 ağustos gecesi saat 01.00’de, Rotterdam’a 70 km. mesafede bulunan Zeist’teki evimin telefonu çalmıştı. “Hayırdır inşallah” diye kaldırdığım ahizeden, “Abi kusura bakma, vakit geç ama burada önemli olaylar var. Acele gelmen lazım” diyen Sinan Bilgin idi.
Sinan Bilgin, Hürriyet Gazetesi tarafından staj için Rotterdam’a gönderilmiş bir öğrenci idi. Yıllar sonra Hürriyet’in Dış Haberler Müdürü olan Sinan Bilgin, o gece telefonda ağlar gibiydi.
Otomobil ile 35 dakikada vardığım Rotterdam’ın Afrikaander mahallesinde saat 02.00 idi. Ortalık tam bir savaş alanı gibiydi. Türk evlerinin ve dükkanlarının camları paramparça edilmiş, Türkler’e ait otomobiller devrilmiş ve bir otomobil de yanar vaziyette idi.
Ortalıkta üç-beş polis ve ağlamaklı yüzlerce Türk vardı.
Ertesi gün, medyanın tüm dünyaya duyurduğu bu olayın devamı yaşandı. Rotterdam’da Türkler’e saldırı yapıldığını duyan ırkçı gençler, Hollanda’nın dört bir yanından Rotterdam’a akın ettiler.
TV kameralarının önünde şov yapmak için iyi bir fırsat bulan ırkçılar, Türk evlerine çıkıyor, eşyaları pencerelerden dışarı atıyor ve sonra da ateşe veriyorlardı.
Olayları önlemek (!) için orada bulunan polisler. Irkçıları önleme yerine, onlara mani olmak isteyen Türkler’i kırbaçlıyordu.
Olaylar üçüncü ve dördüncü günlerde de devam etti. Tüm dünya medyası, Hollanda için bir utanç vesilesi olan bu haberleri veriyordu. Ben Hürriyet’te, Şadi Tatlı Tercüman’da, Kamuran Sümercan da Milliyet’te her gün manşet oluyorduk.

Hürriyet’e geçtiğim haberler o kadar inanılmazdı ki, o zaman genel müdürümüz olan rahmetli Nezih Demirkent, Rotterdam’a yakın Delft kentindeki yeğenine, “Git İlhan’ı bul, bak orada neler oluyor” diyerek, inanılması güç olayların teyidini istiyordu.

Olaylar çığrından çıkmıştı. Medya Türkler’in karşı saldırıya geçeceği iddialarını yayınlıyordu. Hatta, Almanya’dan bir tren dolusu Türk’ün takviye için Rotterdam’a geleceği iddiası bile yayıldı. Polis, Almanya’dan gelen trenleri durdurup kontrol etmeye başladı.

Başkonsolosluğumuz, ‘s-Granvendijkwal caddesi üzerinde idi. Tercüman Gazetesi bürosu da Başkonsolosluğun altındaydı. Haliyle bizim ve yurttaşların karargâhı burası idi.
Hergün yüzlerce yurttaş buraya birikiyor ve saldırılara karşı çareler aranıyordu.
Dördüncü gün galeyana gelen yurttaşlar, “Haydi arkadaşlar, otomobillere binin. İlk hedefiniz Afrikaander mahallesidir” diye bağıran birine uyarak olayların yaşandığı yere aktılar. Daha sonra bizlerin gayreti ile yurttaşlar yumuşatıldı ve karşı bir saldırı önlendi.

Durum çok vahim olduğu halde, Türkiye Dışişleri Bakanı TRT’ye verdiği beyanatında, “Hollanda’da basit bir sokak kavgası yaşanmıştır. Basın olayı abartıyor. Hiçbir yurttaşımız yaralı değildir” diyebiliyordu.
Genel Müdürümüz Nezih Demirkent, bu beyanata çok kızmıştı.
Telefonda konuştuğum rahmetli Demirkent, bana, “Ulan bana yaralı fotoğrafı göndermezsen ceketini alır gidersin Hürriyet’ten” demişti.

Hastanede koma halindeki Ömer Albayrak’ın yanına kimse yanaştırılmıyordu.
Şadi Tatlı bir polis dostunun yardımıyla dahi hastane odasına giremedi. Kamuran Sümercan’ın gayretleri de sonuç getirmemişti.

Artık şans deneme sırası bana gelmişti. Marmara Otel Restaurant’ın sahibi Burhan ile hastaneye gittim. Ben, Türkiye’den gelen ve Hollandaca bilmeyen, Ömer Albayrak’ın akrabası rolüne girdim. Üzerime bolca bir ceket giydim ve fotoğraf makinemi de ceketin içine sakladım. Burhan ile birlikte odaya girmemize izin verdiler. Ömer Albayrak tam bir koma halindeydi. Kapıyı kapadım ve fotoğraf çekmeye başladım.

Dışarı çıktığımız zaman, bir gazetecilik başarısı nedeniyle sevinçliydim. Bu fotoğrafı sadece Hürriyet’e yayınlatmak ile büyük bir “paye” elde edebilirdim. Ama ben bu fotoğrafı hem ANP ajansına, hem Şadi Tatlı’ya ve hem de Kamuran Sümercan’a verdim. Ayın gece o fotoğraf, NOS televizyonunda yayınlandı ve Rotterdam olaylarının ciddiyeti ortaya serildi.

Ben bir de polisler tarafından kıyasıya kırbaçlanan, sırtı kırbaç yarası dolu bir yurttaşımızın fotoğrafını çekmiştim. Bu iki fotoğraf, bizi yalanlamaya çalışan Dışişleri Bakanı’na atfen Hürriyet’te ve diğer gazetelerde büyükçe yayınlandı.

Rotterdam olayları beşinci günden sonra durulmaya başlandı. Hollanda’yı tüm dünyaya rezil eden bu olayların durulduğu sanılırken, ‘Oh’ demiştik ve bu kadarla kurtulmuş olduğumuza sevinmiştik. Ama umduğumuz olmadı. Ertesi günün akşamı yeniden toplanan mahalle gençleri, saldırıları sürdürmüştü. Polis yine vardı ama nafile…
Evlerimiz ve otomobillerimiz yine alevler içindeydi.
İş bununla bitecek diye düşünmüştük ama, maalesef yine olmadı. Bu kez, ülkenin dört bir yanından gençler, örgütlü bir şeklide Rotterdam’a gelmeye başlamışlardı. Her akşam saatlerinde gençler Rotterdam’a geluier ve saldırıları sürdürüyorlardı.
Bu durum tam bir hata böyle sürdü.

Olayların yaşandığı günlerde, Hollanda’nın yaşam boyunca utanacağı olayları yayınlayan Televizer Magazine programının yapımcısı Jaap van Meekren, programa başlarken ‘ Burası Belfast değil, Berlin de değil. Utanılacak bir manzarayla karşı karşıyayız.’ diyordu.
Bu programda benimle de bir söyleşi yapıldı. Gençliğimin baharında, 2 yıllık kırık Hollandaca ile konuşmam yine de etkili olmuştu. Söyleşide, refah içinde ama sevgisiz gelişen Hollanda gençliğinden söz etmiştim.

Programı izlemek için aşağıdaki linke tıklayınız:
https://www.youtube.com/watch?v=KfavYU7PKBo&t=1s

TÜRKİYE’DE BİR ROTTEDAM OLAYI YAŞANIR MI?

‘Hollanda’yı, dünyaya rezil eden Rotterdam olaylarının bir benzeri Türkiye’de yaşanır mı?’ sorusunun cevabını, geçen yıl yayınlamış olduğum aşağıdaki analizden okuyalım:

Türkiye’de gündemde olan ‘Suriyeliler’ konusu, düşüncesiz bir şekilde sarf edilen bazı sözler ve uygulanmaya konulmak istenen bazı kurallar nedeniyle büyük tartışma konusu oluyor.
Bu konuda iktidar ve muhalefet mensuplarının, sonunun nereye varacağını hesap etmeden sarfettikleri sözler, Allah korusun büyük bir felakete yol açacak nitelikte.

Bu konudaki muhtemel bir tehlikeyi, Hollanda’dan örnekler vererek izah etmeye çalışacağım ama, Hollanda’daki Türk toplumu ile Türkiye’deki Suriyeli toplumunun konumu hakkında biraz bilgi vermem gerekecek.

Hollanda’daki Türkler, yapılan ikili anlaşmalar sonrasında Hollanda’ya getirilmişlerdir. Hem de davul zurna eşiliğinde yapılan karşılama törenleriyle…
Anlaşmalar, Türkler’in buradaki geleceğini garanti altına alıyor ve uluslararası hukuk kuralları ile de perçinleniyordu.
Ne var ki, devletin alacağı yanlış kararlara karşı güvencesi olan Türklerin, halk karşısında bir güvencesi yoktu. Nitekim öyle de oldu.

Hollanda’ya gelişleri 10 yıl dolmadan, halkın belli bir kesimi tarafından, ‘İşimizi elimizden aldılar, sokaklarımızı pisletiyorlar ve gürültü yapıyorlar’ diye suçlanmaya başlanan Türk toplumu, bazı siyasetçilerin ve medya organlarının kışkırtmasıyla ağır bir baskı altında yaşamaya başladı.
Münferit olaylardan sonra, 1972 yılında Rotterdam’da ve 1976 yılında da hemen yakındaki Schiedam’da, Türk evlerine ve işyerlerine saldırıların yapıldığı acı olaylar yaşandı.

Sizelere bu olayları gazete kupürleri ile anlatmadan önce, Türkiye’deki Suriyeliler’in konumu hakkında bilgi vermek istiyorum.

Türkiye’deki, sayıları beş milyon olduğu belirtilen Suriyeliler, Türk devleti tarafından getirilmedi ve güvence altına alınmak için de anlaşma yapılmadı. Suriyeliler, ülkelerinde çıkan iç savaş nedeniyle, gümrük kapılarından değil, sınırlardan kaçarak Türkiye’ye sığındılar. Türkiye, ölümden kaçan bu çaresiz insanları, gerek insanlık borcu ve gerekse uluslararası kurallar gereği kabul etti. Türkiye’ye sığınan Suriyeliler, uluslararası bir kuralın gereği olarak kabul edilmeliydi ama, ülkelerinde ortam normale döndüğü zaman da, ülkelerine geri gönderilebilirdi.
Zira, Hollanda’daki Türkler, hakları güvence altına alınmış göçmenlerdi, Suriyeliler ise sadece sığınmacıydı.

Türkiye’deki Suriyelilerin konumu her ne kadar dezavantajlıysa da, bu insanlar için söylenecek sözler rencide edici olmamalıdır. Bu insanlar, güvenceleri olmadığı için ve kendilerine bir söz verilmiş olmadığı için geri gönderilebilir ama, ortamın normale dönüşmesi beklenmelidir. Zira bu konudaki uluslararası kurallar da işlemektedir.

‘Bolu Beyi’ gibi ortaya çıkan Beldiye Başkanı’nın, Suriyeliler’i geri dönüşe zorlamak amacıyla koymak istediği kural, 10 yaşında bir çocuğun dahi yapmayacağı saçma bir kuraldır.
10 yaşında bir çocuğun sahip olduğu zekâya bile sahip olmayan bu Bolu Beyi, yabancılar için elektrik, su ve vergileri tam on misli daha fazla alacağını ilan ederek, tüm dünyada komik duruma düştü.

Ne gariptir ki, bu Bolu Beyi’ni alkışlayanlar oldu.
Suriyeliler’in varlığından rahatsız olan insanlar tabii ki geri gönderilmelerini arzu edebilirler ama, gerek insanlık adına ve gerekse uluslararası kurallar adına sabırlı olmalılar.

Hollanda’da yaşanan her olay sonrasında, inisiyatifi ele alıp, Türkler’i savunmaya soyunan naçizane şahsım, Hollanda parlamentosunda kürsüye çıkarak ve televizyonlarda konuşarak hak aradım. Tabii ki bunu yaparken, gerek Hollanda demokrasisi ve gerekse halkın toleranslı oluşundan yararlandım.

Şimdi sorarım sizlere, Suriyeliler içinden bir İlhan Karaçay çıkarsa, ve Hollanda’da yapılanları Türkiye’de yaparsa ne olur?

Facebook’ta, Türkiye’deki bir Suriyeli’nin görüntüsü yayınlandı. Bu Suriyeli çok bozuk Türkçesi ile, ‘Ne istiyorsunuz bizden kardeşim? Biz burada çalışıyoruz, vergi veriyoruz…’ gibisinden laflar ediyordu ama hiç de sempatik gelmiyordu. Bu adama yapılan reaksiyonları gördünüz mü? Allah korusun, yarın bu laflar sokaklarda söylenmeye başlandığı zaman ne olur biliyor musunuz? Sonuçta, Suriyeliler de kendilerini savunmaya çalışacaklardır.
Suriyeliler’den korktuğumuz için değil, insan haklarına ve uluslararası kurallara saygılı olduğumuz için, rencide edici sözler sarfetmemeliyiz.

Şimdi, Hollanda’da bulunan, hakları güvence altına alınmış göçmen bir Türk toplumu ile, hakları güvence altında olmayan, iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriye toplumu arasındaki farkı anladık değil mi?

Yazar - Davut Güleç

Gazeteci, televizyoncu, Uzman polis-adliye muhabiri, Spor yazarı, TEMA’cı, Kızılay’cı, Dağcı, Trekkingci, Alp disiplini kayak milli hakemi, Herkes İçin Spor Federasyonu Kayseri il temsilcisi, Erciyes Kar Kaplanları Spor Kulübü Basın sözcüsü, Kayseri Spor Adamları Derneği yönetim kurulu üyesi, Kent Güvenlik konseyi üyesi, Halkla İlişkiler Tanıtım, Adalet, Kamu Yönetimi mezunu -----Davut Güleç Kimdir ? -----

İlginizi Çekebilir

TİMEF’TEN ÜNYE’DE “MEDYA’NIN DEPREM VE AFET DİLİ” ÇALIŞTAYI

Tüm İletişim ve Medya Federasyonu (TİMEF) tarafından Ordu’nun Ünye ilçesinde “Medya’nın Deprem ve Afet Dili …