
HOLLANDA’YA GELMİŞ GEÇMİŞ EN BAŞARILI VE SEMPATİK TÜRK KADINI GÜNAY USLU
Neden “Hollanda’ya gelmiş geçmiş en başarılı ve sempatik Türk kadını” Günay Uslu’dur?
Çünkü kariyerindeki her adımı tesadüf değil, bilinçli tercihlerle inşa etti. Kültür tarihçiliğinden akademisyenliğe, girişimcilikten siyasetçiliğe kadar pek çok alanda kalıcı katkılar sundu.
Günay Uslu, her şeyden önce bir kültür köprüsüdür.
Doğu ile Batı arasında, akademiyle halk arasında, tarih ile gelecek arasında…
Hollanda Kültür ve Medya Bakanlığı görevini sadece siyasi bir pozisyon olarak değil, içerik ve vizyon üreten bir platform olarak değerlendirdi.
İlhan KARAÇAY soruyor, Günay USLU yanıtlıyor:
Bir insanın hayat hikâyesi, sadece başarı listeleriyle ölçülmez. O kişinin yürüdüğü yollar, aşındırdığı eşikler, karşılaştığı engeller ve bu engeller karşısında yüzünden eksik etmediği gülümseme çok daha derin bir anlatıdır. Günay Uslu, işte böyle bir anlatının başkahramanıdır.
Hollanda’nın soğuk sabahlarında, göçmen bir ailenin çocuğu olarak başlayan bu hikâye, sıcak bir Anadolu evinin disipliniyle, Batı Avrupa üniversitelerinin entelektüel derinliğiyle ve kıtalar ötesi kültürel etkileşimle örülmüştür.
Günay Uslu, her şeyden önce bir kültür köprüsüdür.
Doğu ile Batı arasında, akademiyle halk arasında, tarih ile gelecek arasında…
Bir yanında Osmanlı arşivlerinden çıkan tozlu belgeler, öte yanında Amsterdam müzelerinde sergilenen çağdaş sanat eserleri.
Bir sabahını radyo mikrofonlarında Mozart’ın “Türk Müziği Sevgisi”ni anlatmakla geçirirken, akşamını Corendon’un otel yatırımlarıyla ilgili toplantılarda tamamlar.
Günay Uslu sadece görev alan değil, görev tanımını yeniden yazan bir lider. Akademi, siyaset, kültür, medya ve iş dünyası… Bu alanların her birinde ayrı ayrı değil, bir bütün olarak var olmayı başarmış bir kadın. Gülümsediğinde yalnızca yüzü değil, tarihi de aydınlatıyor.
NEDEN EN BAŞARILI?
Çünkü kariyerindeki her adımı tesadüf değil, bilinçli tercihlerle inşa etti. Kültür tarihçiliğinden akademisyenliğe, girişimcilikten siyasetçiliğe kadar pek çok alanda kalıcı katkılar sundu. Hollanda Kültür ve Medya Bakanlığı görevini sadece siyasi bir pozisyon olarak değil, içerik ve vizyon üreten bir platform olarak değerlendirdi.
NEDEN EN SEMPATİK?
Günay Uslu, zamanın Başbakanı Rütte ile görüşürken de kahkahasını atıyordu…
Çünkü tüm bu başarılarına rağmen ulaşılmaz bir figür olmadı. Gülümsediğinde samimiyet, konuştuğunda paylaşma arzusu hissedilir. Sert siyaset ortamlarında bile nezaketini koruyan, entelektüel üstünlüğünü kibire dönüştürmeyen, kararlılıkla zarafeti dengeleyen nadir isimlerden biri.
Ata Uslu’nun kızı, Atilay Uslu’nun kardeşi ama her şeyden önce: Günay Uslu’dur.
O, yalnızca Türk toplumunun değil, Hollanda’nın da kıymetli bir yüzüdür.
VE İŞTE BU YÜZDEN, BU RÖPORTAJ…
Karaçay: Sayın Uslu, sizinle bu röportajı yapmayı uzun zamandır istiyordum. Bugüne kısmetmiş. Hollanda’ya gelmiş geçmiş en başarılı ve sempatik Türk kadını olarak sizi bu ünvanla anmak istiyorum. Bunun temelinde sadece siyasi başarınız değil, kültürden sanata, akademiden girişimciliğe uzanan bir hayat hikâyeniz yatıyor.
Önce en baştan başlayalım… İlk işiniz neydi?
Uslu: Çok teşekkür ederim. Benim ilk “gerçek” işim girişimcilikti. 1990’ların sonunda, dijital çağ daha yeni yeni şekillenmeye başlarken, Travel Contact adında kendi seyahat acentemizi kurdum. Bugünkü gençlere anlatınca garip geliyor ama biz o zamanlar televizyonun Teletekst ekranlarından tatil paketi sunuyorduk. Elimde ne bir ekip vardı, ne doğru dürüst deneyim. Sadece bir bilgisayar, bir telefon, bir faks ve sınırsız bir inanç…
Karaçay: Müthiş… Hem okuyor hem iş kuruyorsunuz. Bu süreçte size kimler destek oldu?
Uslu: En büyük destekçilerimden biri, ağabeyim Atilay Uslu oldu. O da girişimci ruhuyla tanınır. Ayrıca Yıldıray Karaer gibi bir yol arkadaşımız var. O’nun katkısı olmasa bu yolculuk olmazdı.
Karaçay: O dönemdeki mücadele size ne öğretti?
Uslu: En büyük dersim şuydu: “Bekleme, harekete geç.” Bazen tek bir adım, önünüzde bambaşka yollar açar. Esnek olmayı, hata yapmaktan korkmamayı ve farklı düşünen insanlarla birlikte çalışmanın zenginliğini öğrendim. Ağabeyim Atilay’la farklı karakterlere sahibiz ama tam da bu nedenle birbirimizi tamamladık.
Karaçay: Sonra akademik bir yolculuğunuz başlıyor. Hem Amsterdam Üniversitesi’nde öğrenci hem de daha sonra akademisyen olarak çok ciddi çalışmalar yürüttünüz. En dikkat çekici nokta Osmanlı tarihiyle olan ilişkiniz. Bu nasıl doğdu?
Uslu: Tarihe ilgim küçüklüğümden beri vardı. Amsterdam Üniversitesi’nde tarih ve hukuk okudum. Ardından kültür bilimi ve Avrupa Kültür Tarihi alanında yüksek lisans yaptım. Doktora konum ise doğrudan Osmanlı İmparatorluğu’yla ilgiliydi. “Osmanlı’da Kültür Politikaları” başlıklı tezimi İngilizce yazdım. Osmanlıca öğrenmek için kendi başıma çalıştım. Çünkü bu topraklara olan bağlılığımı bilimsel olarak da anlatmak istedim.
Karaçay: Ve siyasete adım attınız… Ama öyle klasik bir siyasetçi profili çizmiyorsunuz. Sizi kültür ve medya için göreve gelen biri olarak tanıdık.
Uslu: Siyasetçi olmak gibi bir planım yoktu. D66 Partisi beni kültür ve medya alanındaki çalışmalarım nedeniyle önerdi. Gerçekten de başka hiçbir portföyü kabul etmezdim. Bu alanda bir şeyler yapabileceğime inandım. Çünkü kültür, bir ülkenin aynasıdır. Sadece opera, bale, müze değil; fanfare de, kilise korosu da, karnaval da kültürdür.
Karaçay: Rembrandt’ın ‘De Vaandeldrager’ adlı tablosunun satın alınışı Hollanda
kamuoyunda ciddi tepkilere neden olmuştu. Siz ise bu tabloyu adeta savundunuz. Neden?
Uslu: Çünkü bu tablo sadece bir sanat eseri değil, bir hafıza taşıyıcısıdır. 150 milyon Euro elbette büyük bir meblağ. Ama bu para zaten kültüre değil, genel bütçeye aktarılacaktı. Bu eseri 12 ile taşıyarak halkla buluşturmak, müzeyi ayağa getirmek bence müthiş bir vizyondu. Müze herkesindir. Sadece elitlere değil, tüm halka açılmalı.
Karaçay: Gündeme gelen cinsel taciz vakalarında da net tavrınız dikkat çekti. Derksen’in sözlerine karşı açık bir duruş sergilediniz.
Uslu: Kültürel yapı, toplumun aynasıdır. Mizah adı altında şiddeti, tacizi meşrulaştıramayız. Bu tip konularda duyarlılık göstermek bir lütuf değil, sorumluluktur. Herkese alan tanınmalı ama kimsenin özgürlüğü başkasının onurunu zedelememeli.
Karaçay: Siyasetteki görevinizi bıraktınız ama bir lider olarak algılanıyorsunuz. Bundan sonraki adımda politikaya dönüş var mı?
Uslu: Hayır. Ben kendimi siyasetçi olarak tanımlamıyorum. En azından yakın vadede değil. Kendimi klasik bir siyasetçi olarak hiç tanımlamadım. Politikada görev aldım çünkü katkı sağlayacağım bir alan vardı: Kültür.
Ama şimdi başka katkılar üretme zamanı. Corendon’daki görevim, kültürel projelerim, kitap hazırlığım, gençlerle olan çalışmalarım… Tüm bunlar, benim için siyasetten daha anlamlı.
Girişimciyim, akademisyenim, kültür tarihçisiyim. Siyasete, katkı sunabileceğim sürece varım. Liderlik gibi bir arzum yok. Hatta gelecekte medya ve kültür politikaları üzerine kitap yazmak istiyorum. 1930’ların lider figürleri üzerine bir çalışmam var mesela…
Karaçay: Başarılarınız yalnızca siyasi ya da akademik değil. Aynı zamanda müthiş bir radyo programı yapmaya başladınız. Mozart’tan Osmanlı’ya uzanan bir yolculuk… Nedir bu projenin ruhu?
Uslu: 19 Nisan’daki yayınımızda, Avrupa klasik müziğinde Osmanlı izlerini anlatım. Mehterin Mozart’ı nasıl etkilediğini, Beethoven’ın Türk Marşı’nı nasıl yorumladığını, Kevser Hanım gibi unutulmuş kadın bestecileri gündeme getirdim. Troya’dan Curaçao’ya uzanan bu kültürel izleri anlatmak, kim olduğumuzu daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor.
Karaçay: Akademide de oldukça etkin bir isimsiniz. Sayısız müze, kurul ve vakıfta aktif görevleriniz var. Bunlardan bazılarını bizimle paylaşır mısınız?
Uslu: Elbette. Amsterdam Üniversitesi’nde akademik görev yaptım, Rembrandt Derneği’nin danışma kurulundayım. Eye Film Müzesi Konseyi başkanıyım. Mauritshuis Müzesi, Leiden Üniversitesi Hoşgörü Kürsüsü ve Allard Pierson Müzesi’nde çeşitli danışmanlık görevlerim oldu. Ayrıca NIOD Vakfı’nda yönetim kurulu üyeliği yaptım. Kültürel çeşitliliğin yalnızca temsil edilmesini değil, şekillenmesini de istiyorum.
Karaçay: Peki ya Corendon? Herkesin tanıdığı bir marka… Orada CEO’luk görevinize nasıl geri döndünüz?
Uslu: Corendon benim ailemin bir parçası gibi. Ağabeyim Atilay’ın vizyonu sayesinde kurulan bu yapının içinde uzun yıllar otel geliştirme direktörlüğü yaptım. Şimdi ise CEO olarak yeniden ailemin yanında görev yapıyorum. Kültürle iş dünyası arasındaki çizgi bazen düşündüğünüzden daha yakın.
“GÜNAY USLU: KÜLTÜRÜN TA KENDİSİ”
Karaçay: Sayın Uslu, şimdiye kadar başarılarla dolu yolculuğunuzu konuştuk. Şimdi biraz daha derine inelim istiyorum. 19 Nisan’da Radyo 4’te yayınlanan özel programınız, Mozart’tan Mehter’e, Fazıl Say’dan Osmanlı müziğine uzanan benzersiz bir yolculuktu. Bu yayının fikri nasıl doğdu?
Uslu: Uzun zamandır üzerinde çalıştığım bir temaydı aslında: Avrupa’nın Türk kültürüne olan ilgisi. Osmanlı Mehter müziğinin ritmik yapısı, özellikle 18. ve 19. yüzyıl bestecileri üzerinde ciddi etkiler yaratmış. Mozart’ın “Türk Marşı”, Beethoven’ın mehter ritmini kullanışı, Liszt’in Doğu etkisi… Bunlar sadece müzikal ilginçlikler değil; kültürel etkileşimin, merakın ve hatta hayranlığın izleri. Bu yayını hazırlarken yalnızca bir tarih anlatmak değil, gayem; bir köprüyü yeniden kurmak oldu.
Karaçay: Peki Türkiye ile bu bağınızın temelinde ne var? Doğrudan bir Osmanlı uzmanlığı, Osmanlıca bilgisi… Avrupa kültüründen Osmanlı’ya dönen, sonra tekrar Batı’ya açılan bir bilim insanı gibisiniz.
Uslu: Galiba doğru bir tespit. Kültürel kimliğim iki yönlü. Bir yandan Hollanda’da doğmuş, büyümüş birisi, diğer yandan Emirdağlı Ata Uslu’nun kızıyım. Bu iki dünyayı birleştirme çabam, hayatımın her alanına yayıldı. Osmanlı tarihi özelinde derinleşmek istememin nedeni de buydu. Kendi köklerimi daha yakından tanımak, anlamak ve anlatmaktı. Osmanlıca öğrenmek kolay olmadı, ama asıl zorluk o metinlerin ruhunu çözmekti. Doktora tezimi yazarken senelerce arşiv taradım. 19. yüzyıldaki kültür politikalarının, bugün hâlâ etkisini hissettirdiğini görmek beni etkiledi.
Karaçay: Doktora tezinize biraz daha odaklanalım. “Homer, Troya ve Türkler” temalı çalışmanız hem Avrupa’da hem Türkiye’de dikkat çekti. Bu tezin içeriğini bize biraz anlatır mısınız?
Uslu: Elbette. Tezimin tam başlığı: “Homer, Troya ve Türkler: Geç Osmanlı İmparatorluğu’nda Miras ve Kimlik (1870–1915)”. Heinrich Schliemann’ın Troya kazılarıyla başlayan kültürel etkileşim sürecini, Osmanlı entelijansiyasının buna tepkisini ve bu bağlamda gelişen bir ‘kültürel miras bilinci’ni ele aldım. Yani Batı Troya’yı sahiplenirken, Osmanlı entelektüelleri nasıl bir kimlik refleksi geliştirdi? Bu sorunun cevabı, bugünkü kültür politikalarını da anlamamıza katkı sağlar.
Karaçay: Kültür politikalarından söz etmişken, Amsterdam Üniversitesi’nde sadece ders vermekle kalmadınız; birçok müze, vakıf ve kültürel yapı ile yakın işbirliği içindesiniz. Kültürü teoriden pratiğe taşıyan bir figürsünüz.
Afbeelding met kleding, kunst, Menselijk gezicht, muur Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.
Uslu: Evet, benim için akademi yalnızca teorik bilgi değil, topluma dokunan bir alan. Amsterdam Eye Film Müzesi Konseyi Başkanlığı, Mauritshuis ve Allard Pierson Müzeleri’ndeki danışma görevlerim, NIOD’daki yönetim kurulu üyeliğim… Bunlar yalnızca ünvan değil; sahada olmanın, uygulamanın ta kendisi. Avrupa kültür mirasının korunması, kültürün dijitalleşmesi, göçmen temsili gibi konulara katkı vermek istiyorum.
Karaçay: Şu an Corendon CEO’susunuz. Siyasetten özel sektöre geçmek sizin için nasıl bir geçiş oldu?
Uslu: Çok doğal. Corendon benim ilk göz ağrım. Kuruluşunda bulunduğum bir yapıya geri dönmek, aslında köklerime dönmek gibi. Akademik bilgi, siyaset deneyimi, kültürel birikim çok daha kapsamlı bir liderlik yapabilme şansını yaratıyor. Sadece kâr değil, anlam üretmek önemli olan. Corendon sadece bir seyahat markası değil; aynı zamanda bir kültür taşıyıcısı.
Yeni projelerimizde buna odaklanıyoruz.
Karaçay: Gelecek planlarınızda kitap yazmak var. Bahsettiğiniz liderlik kitabı mı olacak?
Uslu: Evet, uzun süredir taslağını oluşturduğum iki kitap var. Biri 1930’lar Avrupa’sındaki otoriter lider figürleriyle ilgili; diğeri ise günümüz kültür ve medya politikalarına dair bir analiz. Sadece akademik değil; okuyucuyla bağ kuran, eleştirel ama erişilebilir bir metin hazırlamak istiyorum.
KÜLTÜRDEN GEÇEN BİR HAYAT
Karaçay: Sayın Uslu, şimdi sizinle birlikte biraz daha içsel bir yolculuğa çıkalım istiyorum. Hikâyenizi sadece başarılarınızla değil, köklerinizle de tamamlamak gerek. Emirdağlı Ata Ağa’nın kızı olmak nasıl bir çocukluk demektir?
Uslu: (Gülümseyerek) Babamın kızı olmak, sırtınızda görünmeyen ama sağlam bir zırh taşımak gibiydi. Babam güçlü, çalışkan, sözü dinlenen biriydi. Emirdağlılar onu “ağa” diye anardı ama o, her zaman emeğe saygı duyan, adaletli ve bir o kadar da eğlenceli bir insan. Benim içimdeki dayanıklık ve mücadele ruhu galiba babamdan geliyor. Dik durmayı, ama bir yandan da kalpten gelen şefkati onunla öğrendim. Ama annem Fadime de, en az onun kadar güçlü bir karekterdir.
Karaçay: Sizi yakından tanıyanlar “kimliğini asla inkâr etmeyen ama onunla da şov yapmayan bir gurbetçi kızı” olarak tanımlar. Sizce bu nasıl bir denge?
Uslu: Bence çok yerinde bir tanım. Çünkü kültürel kimlik bir bayrak gibi sallanacak bir şey değil; sessiz bir kök gibi sizi ayakta tutan bir şey. Hollanda’da doğdum, burada eğitim aldım, ama ailemde konuşulan her Emirdağ Türkçesi cümle, bananerden geldiğimi hep hatırlattı. Bu Türk kimliğimi ne bir vitrinde tuttum, ne de ondan uzaklaştım. O benim içimde, hareketlerimde, kararlarımda var.
Karaçay: Türkiye ile bağınız sadece ailevi değil, akademik ve kültürel de oldu. Özellikle Osmanlı çalışmaları ve Türk müziği üzerinden bir kültür diplomasisi inşa ettiğinizi söyleyebilir miyiz?
Uslu: Evet, tam da öyle. Kültür diplomasisi benim için lüks bir alan değil, bir zorunluluk. Dünyanın bu kadar kutuplaştığı bir dönemde, insanlar birbirini tanımadan önyargı geliştiriyor. Ama müzik, sanat, tarih; bunlar bir dili paylaşmadan da insanları birleştirebilir. Radyo programında Mozart ve Mehter’i yan yana anlatmak bunun en güzel örneğidir. Batı’nın Türk kültürüne hayranlığı bir sır değil. Yeter ki biz bunu anlatmaktan çekinmeyelim.
Afbeelding met persoon, kleding, Menselijk gezicht, glimlach Door AI gegenereerde inhoud is mogelijk onjuist.Karaçay: Hollanda’daki Türk gençleri için özellikle bir rol model olduğunuzu düşünüyorum.
Size ulaşan, sizin gibi olmak isteyen gençler oluyor mu?
Uslu: Çok sayıda. Hem üniversitede, hem siyasette, hem de özel sektörde karşıma çıkıyorlar. Onlarla konuşmak benim için büyük bir sorumluluk. Gençlere hep aynı şeyi söylüyorum: “Sadece kendin ol.”
Kimliğini bir eksiklik gibi görme. İki kültürlü olmak, çift yönlü düşünme kapasitesi kazandırır. Evet, bazen daha fazla çalışmak, daha çok sabretmek zorunda kalıyoruz. Ama bu da bizi daha güçlü yapıyor. Ve unutmayın: Sadece başarı yetmez, zarafet de şart. Güçlü olmakla nazik olmak aynı anda mümkündür.
Karaçay: Bu söyledikleriniz Hollanda’daki çok kültürlülük tartışmalarına da doğrudan dokunuyor. Kültür Bakanı olarak bu alanda nasıl bir vizyon taşıdınız?
Uslu: Çok kültürlülük, sadece “birlikte yaşamak” değil, “birlikte üretmek” demektir. Müzelerde, galerilerde, arşivlerde sadece Batı Avrupa’nın hikâyesi yer almamalı. Curaçao’dan gelen bir sanatçının sesi de, Erzurumlu bir göçmenin hatırası da aynı çerçevede yer bulmalı. O yüzden benim için kültür politikası sadece bütçe ayırmak değil, temsili adil biçimde yeniden inşa etmektir.
Karaçay: Şimdi biraz daha kişisel bir soruya geçmek isterim. Hep gülümsüyorsunuz. Zor zamanlarda bile… Bu özel bir bilinç mi?
Uslu: Gülümsemek benim direncim. Hayat kolay olmadı. Bir göçmen çocuğu olarak dışlanmak, ötekileştirilmek, yalnız hissetmek… Bunları yaşadım. Ama her zaman bir ışık vardı. Kimi zaman bir kitapta, kimi zaman bir müzede, kimi zaman bir insan bakışında… Neşeyi sadece keyifli anlara ait bir şey olarak görmüyorum. Neşe, en karanlık anda tutunabileceğiniz bir iptir. Bu yüzden gençlere her zaman “gülün” diyorum. Çünkü içten gelen bir kahkaha, dünyayı bir anlığına daha iyi bir yer yapar.
Karaçay: Az önce sözünü ettiğiniz, yeni mezun olacak gençlere bir mesajınız var mı?
Uslu: Her zaman söylüyorum: “Merak edin, yaratıcı kalın, soru sorun, hata yapmaktan korkmayın ve gülmeyi asla ihmal etmeyin. Hayatın karşınıza ne çıkaracağı belli olmaz. Ama siz cesaretle yola çıkarsanız, o yol sizi en güzel yerlere götürebilir.”
Karaçay: Hayal ettiğiniz bir Türkiye var mı? Veya başka bir ifadeyle, kültürel vizyonunuzu Türkiye’ye taşıma hayaliniz var mı?
Uslu: Elbette var. Türkiye, kültürel çeşitliliği ve tarihsel derinliği açısından dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Ama ne yazık ki, bazen bu zenginliği sahiplenmekte zorlanıyoruz. Ben hayal ediyorum ki bir gün, Anadolu’daki her kasabada, yerel bir müze, bir hikâye evi olsun. Osmanlıca bilen genç araştırmacılar, Latin harfli belgeler kadar Arap harfli defterleri de okuyabilsin. Türk müziği evrensel platformlarda daha çok yankı bulsun. İşte o zaman, kültür sadece geçmiş değil, gelecek olur.
Karaçay: Kapanışta size son bir soru sorayım. Günay Uslu’nun bir tanımı yapılacaksa sizce ne yazmalı?
Uslu: Böyle sorular hep zordur ama “Köprü” diyebiliriz.
Kültürler arasında, geçmiş ile gelecek arasında, doğu ile batı arasında… Her zaman bir şeyleri birbirine bağlamaya çalıştım.
Günay Uslu sadece “başarılı bir Türk kadını” değil; o, aynı zamanda kültürü sahiplenen, tarihine saygılı, farklılıkları kucaklayan, gülümsemeyi unutmayan, aklıyla, kalbiyle ve emeğiyle örnek bir dünya vatandaşıdır.
“USLU” BİR YÜREKTEN GELEN SES
Günay Uslu, yalnızca akademik zekâsı ya da yönetici yetenekleriyle değil; sahici, sade, derinlikli varoluşuyla öne çıkan bir figür. Emirdağlı bir babanın kızından Avrupa’da kültürel diplomasi yürüten bir lidere dönüşen bu hikâye, bana şunu hatırlatıyor:
Gerçek güç, kim olduğunu unutmadan, dünyayı değiştirmeye cesaret edebilmekte saklıdır.
Röportajım burada sona eriyor. Ancak bu bir final değil, yeni bir başlangıç. Günay Uslu’nun yapacakları, yazacakları ve anlatacakları daha uzun yıllar boyunca bize ilham vermeye devam edecek.