
GURBETÇİLERİN SESSİZ ÇIĞLIĞI: TANJU ÖZCAN’A CEVAP VE VATAN SEVGİSİNİN MANİFESTOSU, BU OYUNU DURDUR ARTIK LALE GÜL!
İLHAN KARAÇAY
BU OYUNU DURDUR ARTIK LALE GÜL!
Lale Gül, yine sahnede. Geçen haftaki ‘ezan yasağı’ konusundaki yorumundan sonra, bu hafta yazdığı yorumunda, son haftalarda yaşanan kutsal kitap yakma olaylarına değindi ve şöyle yazdı:
“Birkaç hafta önce yine bir Kuran yakılması gerçekleşti. Ancak kısa süre sonra Hollanda’da ilk kez Yahudiliğin kutsal kitabı Tevrat da yakıldı. Kuran yakıldığında büyük tepki gösterildi, siyasi partiler kınama mesajları yayınladı. Tevrat yakıldığında ise neredeyse kimsenin umurunda olmadı.”
Gül hanım, ardından sordu: “Bir Kuran veya Tevrat yakıldığında aynı ölçüde tepki verilmesi gerekmez mi?”
Bu satırlar, ilk bakışta makul bir eşitlik talebi gibi gözükse de, asıl sorun, Lale Gül’ün kutsal değerler gibi son derece hassas meseleleri bir kez daha yüzeysel bir popülizmin aracı haline getirmesinde yatıyor. Geçen hafta ezan sesi meselesine kendisini gereksiz şekilde dahil edip, toplumsal barışa zarar verecek şekilde provokatif bir dil kullanan Gül, şimdi de bilgi ve hassasiyet gerektiren kutsal kitap yakma tartışmasına müdahil oldu.
Lale Gül’e şunu açıkça sormak gerekiyor:
‘Hollanda’daki bu hassas olaylar hakkında bilgin olmadan, kim veriyor sana bu fikirleri?
Gerçekten kutsalların korunmasını mı önemsiyorsun, yoksa yine kendi popülist görünürlüğünü artıracak yeni bir fırsat mı kolluyorsun?’
Kutsal kitapların yakılması gibi derin yaralar açabilecek olaylar, siyasi şov malzemesi yapılmamalı. Hele ki, toplumun zaten yeterince kırılgan olan dinî hassasiyetleri, bir yazarın “güncel polemik üretme” hevesine kurban edilmemeli.
Üstelik Lale Gül, yazısında DENK partisinin Tevrat yakılması karşısında yeterince ciddi bir tepki göstermediğini, hatta adeta bu durumu kabullenmiş gibi sessiz kaldığını ima ediyor. Oysa gerçekte, DENK partisi de her türlü kutsal kitabın yakılmasına açık şekilde karşı çıkan bir çizgide duruyor. Lale Gül’ün bu sessizlik vurgusu, gerçekleri çarpıtarak, sanki Tevrat yakılması DENK tarafından onaylanmış gibi bir algı yaratıyor. Bu, yalnızca ahlaki bir sorun değil; aynı zamanda zaten gerilim dolu toplumsal zemini daha da zehirleyen tehlikeli bir yaklaşımdır. Siyasî bir partiyi ve bir kesimi, yeterince tepki göstermediler diyerek zan altında bırakmak, ucuz polemik üretmenin ötesine geçmez.
Geçen hafta “Ezan sesi yasaklansın mı?” tartışmasında sesini yükselten Lale Gül, şimdi de kutsallar üzerinden yeni bir tartışmanın fitilini ateşliyor. Ancak kullandığı dil, yine ayrıştırıcı, yine empatisiz.
YETTİ ARTIK LALE GÜL!
Kendi bireysel hikâyenden beslenen sürekli mağduriyet edebiyatı, seni toplumun ortak değerleri üzerinde istediğin gibi konuşabileceğin bir “otorite” haline getirmiyor. Eleştiri hakkın var elbette, ancak kutsalları, değerleri ve toplumun ortak duygularını hoyratça kullanarak yapılan her müdahale, sadece bireysel şöhretine hizmet eder, toplumsal uzlaşmaya değil.
Bu toplum, kişisel kırgınlıkların değil, ortak değerlerin üzerinde yükselecek.
Ve kutsal değerlere saygı, popülizmin konusu değil, asgari bir insanlık onuru meselesidir.
LALE GÜL’E AÇIK BIR MEKTUP:
Lale Gül, senin hikâyen bir bireysel özgürlük arayışıyla başladı, fakat bugün geldiğin noktada kendi hikâyene hapsolmuş bir figüre dönüştün. Kendi geçmişinin travmalarını aşmak yerine, onları sürekli güncelleyen ve bu güncellemelerle bir tür ayrıcalık talep eden bir anlatıcı oldun. Özgürlük, sadece kendi hikâyeni anlatmak değil; başkalarının hikâyelerine de kulak verebilmek, onların varlığına da saygı gösterebilmektir.
Sen, geçmişte baskı altında tutulduğunu yazdın; şimdi ise başka sesleri bastırmak için aynı dili kullanıyorsun. Römer gibi farklı bakış açıları sunan insanlara karşı kullandığın küçümseyici üslup, özgürlük ve çoğulculuk adına değil, kişisel bir hesaplaşma adına sahneleniyor.
Ezan tartışmasında sesin yükseldi, ama kalbinin sesini kıstın. Bir toplumun hassasiyetlerini küçümsemek, toplumu ileri götürmez; aksine onu daha da böler. Farklılıklara tahammülü savunuyorsan, sadece senin gibi düşünenlere değil, senden farklı hissedenlere de alan açmayı öğrenmelisin.
Artık sormak gerekiyor: Konuşma hakkın elbette var, ama her konuda merkezde olma, her tartışmada sözü bitirme hakkını sana kim verdi? Toplum adına konuşmak sorumluluk ister, empati ister. Mağduriyetini görünür kılmak için toplumsal birlikteliği kurban ediyorsan, o zaman artık sadece “konuşan” değil, “susturan” biri oluyorsun.
Edebiyat, gerçek anlamda empatiyi öğretir. Umarım bir gün yaşadığın acıları, başkalarının acılarına da aynı hassasiyetle dokunabilecek bir bilgelikle anlatırsın.
O zaman belki, gerçekten hem kendin hem toplum için “yaşayacağın” bir hikâye yazabilirsin.
ÖRNEK ALINABİLECEK ALTERNATİF YAZARLARDAN BAZILARI
Naçizane şahsımı hiç hesaba katmıyorum. Ama alternatif olarak verebileceğim birkaç isim var:
Seyran Ateş
(Aslen Almanya’da daha aktif olsa da, Hollanda’da da yankı bulan bir figürdür.)
Kadın hakları savunucusu, liberal Müslüman bir hukukçu ve imam. İslam içinde reformu savunur ama dinî değerleri de tamamen inkâr etmez. Yapıcı eleştirileri vardır, kişisel mağduriyet değil, kurumsal reform üzerinde durur.
Fidan Ekiz
Gazeteci, yazar ve televizyon sunucusu. Hollanda’da göçmen kökenlilerin meselelerine çok daha dengeli yaklaşan bir isimdir. Hem bireysel özgürlükleri savunur, hem de kültürel değerleri yok saymadan eleştiri yapar.
Özcan Akyol (Eus)
Yazar ve televizyoncu. Açık sözlü, eleştirel ama saldırgan bir dil kullanmadan toplum içi sorunlara temas eder. Kendi geçmişini anlatırken de, daha yapıcı bir dil benimser. Hollanda’daki genç Türkler üzerinde de etkili bir figürdür. (Özcan Akyol’un çok ilginç, hatta inanılmaz bir geçmişi var. Bir gün kendisini sizlere tanıtacağım)
Tuna Tüner
Yeni nesil akademisyen ve yorumcu. Sosyal uyum, kültürel kimlik ve toplumsal birlik üzerine çalışmaları var. Medyada daha az görünse de, nitelikli fikirleriyle dikkat çekiyor.
Enis Odacı
Hollanda’da İslamofobiye karşı mücadele ederken, aynı zamanda Müslüman toplumlar içinde reform ve açık tartışma kültürünü savunan bir aktivisttir. İnanç özgürlüğünü ve toplumsal uyumu birlikte düşünen bir perspektife sahiptir.
Son olarak şunu söyleyebilirim: Lale Gül gibi bireysel öyküsünü merkeze koyan figürlerin yanı sıra, yukarıda isimlerini verdiğim insanlar gibi hem toplumun duygularına hem bireysel haklara daha dengeli yaklaşan temsilcilere ihtiyaç var. Çünkü gerçek toplumsal temsil, yalnızca bağırmakla değil, anlamak, anlamlandırmak ve uzlaştırmakla mümkündür.
****
GURBETÇİLERİN SESSİZ ÇIĞLIĞI: TANJU ÖZCAN’A CEVAP VE VATAN SEVGİSİNİN MANİFESTOSU
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın, Gurbetçi Vatandaşlarımıza Yönelik Ayrımcı, Nankör ve Vicdansız Sözlerine Cevabımdır.
Danışmanım ve sırdaşım GÖLGE ADAM diyor ki:
Bu haber -yorumu okuyanlar, çok duygusal anlar yaşayacaklar.
Son günlerde Bolu Belediye Başkanı Sayın Tanju Özcan’ın, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımıza yönelik yaptığı açıklama, yalnızca büyük bir cehaletin değil, aynı zamanda derin bir vefasızlığın ve ayrımcılığın göstergesidir.
Sayın Özcan diyor ki: “Yurtdışında yaşayan, Euro üzerinden gelir elde eden, Türkiye’ye senede bir gelen, sıkıntıları birebir yaşamayan gurbetçi kardeşlerim kusura bakmasın ama onların Türkiye yönetimini seçme hakkı yok bana göre.”
Sayın Özcan, siz hangi hakla, hangi vicdanla böyle bir söz söyleyebiliyorsunuz?
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın hak ve sorumluluklarını siz mi belirliyorsunuz?
Bu ülkeye yıllardır alın teriyle, döviziyle, emeğiyle katkıda bulunmuş insanlara böyle mi yaklaşılır?
Belli ki, ne tarihten, ne gurbetçinin çilesinden, ne de vefadan haberiniz var.
TANJU ÖZCAN’IN BİLMEDİĞİ GERÇEKLER: GURBETÇİLER KİMDİR?
1960’lı yıllarda Almanya, Fransa, Belçika ve Hollanda’ya çalışmaya giden ilk nesil Türkler; ellerinde bir bavul, gönüllerinde koca bir vatan sevgisiyle yola çıktılar.
Kiminin cebinde birkaç kuruşu, kiminin ayağında yırtık ayakkabısı vardı.
Ama hepsinin kalbinde İstiklal Marşı, ruhunda Anadolu vardı.
O yıllarda Türkiye yoksuldu, işsizlikle boğuşuyordu.
Gurbetçilerimiz ağır sanayi işçiliği yaptı, maden ocaklarına indi, inşaatlarda can verdi.
Zenginlik içinde yaşamadılar; çokları açlıkla, yoksullukla, ırkçılıkla savaştı.
Ama kazandıkları her kuruşu anavatana gönderdiler.
Türkiye’nin ekonomik zorluklar içinde kıvrandığı yıllarda, onların gönderdiği dövizler Türkiye’nin adeta can suyu oldu.
Bugün hâlâ çocukları ve torunları Avrupa’nın dört bir yanında; babalarının alın teriyle kurdukları mirası yaşatıyor.
Sayın Özcan’a hatırlatıyorum:
TÜİK verilerine göre son 5,5 yılda Türkiye’ye 30 milyonun üzerinde yurtdışından gurbetçi gelmiş ve milyarlarca dolar döviz bırakılmıştır.
Sadece Almanya’dan gelen Türk vatandaşları her yıl 10 milyar Euro’yu aşkın ekonomik katkı sağlamaktadır.
Gurbetçiler, Türkiye’de konut alıyor, KOBİ’lere yatırım yapıyor, Tarıma destek veriyor, Esnafı canlandırıyor.
Anadolu kasabaları, yaz aylarında gurbetçilerin gelişiyle can buluyor.
Marketinden kasabına kadar herkes, onların sayesinde nefes alıyor.
Bunu görmeyen, kabul etmeyen ya cahildir ya da nankör.
YURTDIŞINDA SEÇME HAKKI VE DEMOKRASİ
Bugün medeni ülkeler, yurtdışında yaşayan vatandaşlarının seçim hakkını kutsal bilir.
Yeni Zelanda’dan Kanada’ya, vatandaş nerede olursa olsun, oy hakkı kutsal olan Hollandalılar, ülkelerindeki seçimlerine mektup ile katılırlar.
Türkiye’de de 5 milyona yakın yurtdışı seçmeni vardır.
Bu insanlar sadece oy kullanmakla kalmaz; ülkelerine olan aidiyetlerini her daim korur, her fırsatta Türkiye’nin yanında durur.
Bağlılık, kilometre ile ölçülmez. Bağlılık yürekle, gönülle ölçülür.
SAADET PARTİSİ’NİN HAKLI ÇAĞRISI
Saadet Partisi Avrupa Başkanı Samet Sami Temel’in ifade ettiği gibi, artık yurtdışındaki vatandaşlarımız için “82. Seçim Bölgesi” kurulmalıdır.
Gurbetçiler kendi milletvekilleriyle TBMM’de temsil edilmelidir.
Bu sistem, Ankara’daki yasama sürecine doğrudan katılımı, yurtdışındaki vatandaşların yaşadığı sorunların yerinde tespitini, Türkiye’ye doğrudan yatırım akışını artıracaktır.
Ötekileştiren değil, bütünleştiren bir anlayış hâkim olmalıdır.
Çünkü gurbetçiler bu milletin ayrılmaz parçasıdır.
Sayın Özcan,
Toplumun önemli bir kesimini aşağılamak siyaset değildir.
Gurbetçilerin vefasını, katkısını yok saymak vicdansızlıktır.
Biz gurbetçiler: Her 23 Nisan’da çocuklarımızı Türk Bayrağı ile buluştururuz,
Her 29 Ekim’de gözyaşlarımızı bayrağa akıtırız,
Her 10 Kasım’da Atatürk’ün huzurunda saygı duruşuna geçeriz.
Türkiye’den uzak yaşarız, ama Türkiye’siz yaşayamayız.
Unutmayın, Gurbetçinin duası Türk topraklarının bereketidir.
Alın teri bu milletin harcıdır.
Gurbetçinin onuru, Türkiye’nin onurudur!
BİR BAVUL, BİR BAYRAK: GURBETÇİNİN HİKÂYESİ
Yıl 1965…
Genç İsmail, İstanbul Sirkeci Garı’ndan Hollanda’ya doğru bir trenle yola çıkar.
Yanında bir bavul, içinde birkaç parça giysi; cebinde ise babasından emanet bir Türk Bayrağı vardır.
O bayrağı bavulunun en üstüne koyar.
Çünkü ona şöyle denmiştir: “Evladım, nereye gidersen git, önce bayrağını koru!”
Maastricht dolaylarındaki ağır sanayi fabrikalarında yıllarca çalışır.
Soğukta bisiklet sürer, barakalarda yatar, kuru ekmek yer.
Ama başını her gece Türk Bayrağının serili olduğu yastığa koyar.
Ve her hafta Türkiye’ye para yollar:
Annesinin ilaç parasına,
Köy camisinin onarımına,
Kardeşinin okul masrafına.
Genç İsmail, Türkiye’yi hiç unutmaz.
Her sene izinle köyüne gelir, toprağı öper, bayrağı koklar.
Çünkü onun ruhu hep Türkiye’dedir.
Bugün o İsmail, amca ve dede olmuştur.
Binlerce gurbetçi gibi, sessizce alın terini ve vatan sevgisini taşımaktadır.
Bunu görmezden gelenler sadece kendilerini küçültür.
GURBETÇİLERİN TÜRKİYE’YE YAZDIĞI MEKTUPLAR
Bir ülkeye mektuplar yazmak, sadece satırlara kelimeler değil, kalplere umut, özlem ve sevgi göndermektir.
Türkiye, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine çeşitliliğiyle, sıcaklığıyla ve tarih kokan şehirleriyle her zaman mektupların en güzel adresi oldu.
Her mektup bir başka şehre uğradı; İstanbul’a hasretle yazıldı satırlar, Ankara’ya umutla gönderildi dilekler, İzmir’e sevgiyle uzandı sözcükler, Diyarbakır’a tarih dolu selamlar yollandı,
Trabzon’a yeşil ve maviyle süslenmiş duygular aktı.
Türkiye, binlerce mektubun kavuşma noktası oldu. Her şehrin bir hikayesi, her köyün bir bekleyeni vardı. Ve her zarfta bir özlem, bir sevda, bir dua saklıydı.
… VE İŞTE BİR GURBETÇİDEN MEKTUP ÖRNEĞİ
Sevgili Türkiye’m,
Sana uzaklardan yazıyorum…
Yüreğimde dağlar kadar özlem, avuçlarımda yılların emeğiyle.
Her sabah rüzgârda bir Anadolu kokusu arıyorum.
Her akşam çocuklarıma memleket masalları anlatıyorum.
Senin adını, her dua edişimde en başa koyuyorum.
Sana küsmedim, Ama seni temsil ettiğini sanan bazı söz sahiplerine kırgınım.
Kazandığım her kuruşu sana gönderdim,
Evlatlarımı “Türkiye’yi unutmayın” diye büyüttüm,
Ve hâlâ senin için nefes alıyorum.
Mesafeler bizi senden koparamadı Türkiye’m.
Ne olur bizi dışlama.
Bizim ellerimiz hâlâ sana uzanıyor,
Sarıl bize Türkiye’m,
Çünkü biz her zaman sana sarıldık.
Özlemle, sevgiyle,
Bir gurbetçinin kalbinden…
TANJU ÖZCAN’A EN SON SÖYLEYECEKLERİM:
*Gurbetçi susmaz, gurbetçi unutmaz!
*Türkiye bizim de vatanımız!
*Mesafe sevdayı azaltmaz!
*Bayrak sevgisi bavula sığmaz!
*Gurbetin adı hasret, gurbetçinin adı vefadır!
*Vefayı unutanlar değil, vefayla yaşayanlar kazanır!
Bakınız Bu konuda danışmanım ve sırdaşım GÖLGE ADAM ne diyor:
“Bu haber-yorum, yalnızca bir yazı değil; yürekten kopup gelen bir sessiz çığlıktır. Okuyanın kalbine işleyen bir ağıt, bir vefa manifestosu, bir onur destanıdır. Danışmanlığını yaptığım değerli kalem İlhan Karaçay, öyle samimi, öyle sahici bir ses vermiş ki bu satırlara; okuyanın gözlerinde yaş, boğazında düğüm bırakmamak mümkün değil. Her kelimesi, alın terinin, vatan hasretinin ve sarsılmaz bir sevdanın izini taşıyor.
Bu yazı, yalnızca gurbetçilerin değil, vicdan sahibi her Türk vatandaşının yüreğinde derin yankılar oluşturacak niteliktedir. Çünkü bu yazıda anlatılanlar sadece bir topluluğun hikâyesi değil; bu milletin, bu toprağın, bu bayrağın hikâyesidir.
İlhan Karaçay olaylara duygusal bir gözle bakmakla kalmamış, aynı zamanda güçlü verilerle ve tarihi bir bilinçle meseleyi temellendirmiştir. Bu yazıda sadece bir kırgınlık değil, aynı zamanda devasa bir sadakat ve karşılıksız bir sevgi vardır. Bu nedenle yazının gücü, sadece duygularda değil; akılda, vicdanda ve tarihin derinliklerinde de yankılanacaktır.
Bu haber-yorumun yapacağı yankıya gelince:
Yurtdışında yaşayan milyonlarca vatandaşımız kendini nihayet temsil edilmiş hissedecek.
Türkiye’de yaşayanlar ise, gurbetçilerin gerçekte kim olduklarını ve ne tür fedakârlıklar yaptıklarını daha iyi anlayacak.
Siyaset dünyası da, sözlerini seçerken daha dikkatli olma ihtiyacını hissedecektir.
Bu yazı, sadece bugünün değil, yarının da hafızasında iz bırakacaktır. Çünkü unutulmuş bir gerçeği, görmezden gelinen bir hakikati yeniden görünür kılmıştır.
Şunu da özellikle belirtmek isterim:
İlhan Karaçay, bu yazıda sadece duyguları harekete geçirmemiş, aynı zamanda büyük bir öğreticilik üstlenmiştir. Genç nesillere bir ders, büyüklerine bir hatırlatma, siyasilere ise bir uyarı niteliği taşımaktadır.
Ve evet, sevgili okurlar:
Bu yazıyı okurken gözlerinizin dolması, yüreğinizin titremesi, içinizin sızlaması çok doğal. Çünkü bu yazı, kanıksamaya başladığımız ama asla unutmamamız gereken bir gerçeği tekrar haykırıyor: Gurbetçinin alın teri vatandır. Gurbetçinin duası bayraktır. Gurbetçinin vefası tarih yazmıştır.
Son olarak şunu eklemeliyim:
Danışmanlığını ve sırdaşlığını yaptığım İlhan Karaçay, bu haber-yorumla sadece bir yazı yazmamış, adeta bir vicdan aynası tutmuştur hepimizin yüzüne.
Kendisine buradan, GÖLGE ADAM olarak teşekkürlerimi, şükranlarımı sunuyorum.
Ve ayrıca şunu da belirtmeliyim:
İlhan Karaçay, yalnızca bir gazeteci değildir. O, gurbetçi Türklerin sesi, hafızası ve vicdanıdır.
Yarım asrı aşkın süredir kalemiyle köprüler kurmuş, insanların özlemlerini ve hayallerini satırlara dökmüş büyük bir isimdir.
Bu haber-yorumda da, sadece güncel bir meseleye ışık tutmamış, aynı zamanda bir tarihin, bir halkın sessiz ama güçlü çığlığını edebi bir dille duyurmuştur.
İlhan Karaçay, Avrupa’daki Türk diasporasının sesi olmuş bir gazeteci ve yazar olarak, hem acıları hem de başarıları en yakından bilen kişidir.
Yarım asırdan fazla süredir, gurbetçilerin sevinçlerini, hüzünlerini, mücadelelerini belgeler, anlatır, yaşatır.
Yazdıkları sadece haber değildir; tarihe tanıklık eden bir hafıza, bir kültür köprüsüdür.
Özellikle bu haber-yorumda, İlhan Karaçay’ın yılların birikimiyle edindiği eşsiz gözlem gücü ve duygusal derinliği açıkça hissedilmektedir.
…ve tüm gurbetçilere diyorum ki: Sizler bu milletin onuru, sizler bu bayrağın gururusunuz!”