Gazeteci İlhan Karaçay soruyor: Gazetecilikte ‘yayınlamamak lüksü’ var mı?
Bir bozguncunun yorumunu hasıraltı etmek doğru mu?
Kim bu kötü niyetli ve cahil tarihçi (!) ?
Türkler’in geneli laiklik ile bağdaşmamış mış…
Değerli Okurlarım ve dostlarım,
Beni dört gündür meşgul eden ve uğraştıran bir yorumu analiz etme konusunda bir türlü karar veremiyordum. Bu yorum, Hollanda’nın sosyal demokrat görüşlü etkili bir gazetesinde 14 temmuz günü yayınlandı.
Yorumu yazan bir Türk (kökenli) idi.
Yorum öyle bir kurnazlıkla yazılmış ki, Türk toplumuna yayılması halinde, Atatürkçüler ve Atatürkçü olmayanlar arasında büyük bir mesaj sürtüşmesine neden olacak cinstendi.
Yorumun yayınlandığı gün, hem konu ve hem de yazan hakkında analiz yazıma başlamıştım. Yazarken de ‘Bu adamın yorumunu Türk toplumuna duyurmak ile, ekmeğine yağ sürmüş olur muyum’ diye düşünüyordum.
Bu konuda birkaç akil dostum ile fikir teatisinde bulunurken, sosyal medyada konunun tartışılmaya başlandığını gördüm bile…
Aslında, gazetecilikte, ‘Bu haberi yazarsam sonu şuraya kadar ulaşır, şöyle olur, böyle olur’ diye bir ‘kendini sansür etme’ lüksü yoktur. Gazeteci, olayı veya konuyu okuyucuya mutlaka duyurmalıdır.
Ama benim, bazı çok hassas durumlarda bu lüksü kullanmışlığım olmuştur.
‘Aynı lüksü kullanmam şimdi de doğru olur mu’ diye düşünürken, konunun sosyal medyada tartışılmaya başlandığını gördüm. Tartışmayı ilk başlatan kişiyi tanıyordum.
İlk işim onunla temas kurmak oldu. Aldığım cevabı haberin içinde göreceksiniz.
Sonuçta bu konu Türk toplumu arasında şöyle veya böyle yaygınlaşacak, sosyal medyada yazılı tartışmalar yaşanacaktı.
Ben de analizimi yayınlayarak, yurttaşlarımız arasında yaşanacak olan bu yazılı tartışmaların aşırı olmamasını belki sağlayabilirim.
Şimdi, yayınlayıp yayınlamama üzerinde çok düşündüğüm o konuyu yayınlıyorum.
İlhan KARAÇAY soruyor:
Kim bu kötü niyetli ve cahil tarihçi (!) ?
Türkler’in geneli laiklik ile bağdaşmamış mış…
Hollanda’nın ‘de Volkskrant’ gazetesine bir yorum yazan Nuri Kurnaz isimli bir tarihçi (!), Ayasofya konusunu ele aldığı yazısında, Türkler’in genelinin laiklikle bağdaştıramadığını belirtti.
Google’de arama yaptığım zaman, Amsterdam Üniversite’si VU’de öğrenim yaptığını öğrendiğim bu ‘okumuş’ (!) kara cahil adam, Ayasofya’nın cami olarak da hizmet verecek oluşunu, muhalefetin de desteklediğini ve Türk halkının büyük bir çoğunluğunun da aynı desteği verdiğini ileri sürüyor.
Muhalefet partilerinin, Atatürk’ün imza attığı bir kanunun değiştirilmesinden ötürü küplere bindiğinden habersiz olan veya bunu bilinçli olarak çarpıtan bu tarihçi bozmasının neyi amaçladığı merak konusu.
Nuri Kurnaz Ayasofya
Aslında yazar olmayan, gazetede ‘okuyucu görüşü’ sayfasında yazan bu kara cahil tarihçi (!), yazısının büyük bir bölümünde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştirirken, Türk halkının büyük bir kesiminin Atatürk’ün imza attığı kanuna karşı oldukları halde, askeri baskı ile boyun eğdiklerini ve laikliğe layık olmadığını iddia etti.
Ben de dahil, Türk halkının büyük bir çoğunluğunun, Ayasofya’nın bir bölümünün cami olarak kullanılmasında bir beis görmediğimiz doğrudur ama, orada namaz kılınacak oluşuna hoşgörü ile bakmamızın, laiklik ilkesine uymayacağını iddia etmek de kara cahillik olmalıdır.
Yazısının bir bölümünde, ‘Kızıl komünist’ olarak nitelediği Nazım Hikmet’in de, 1950’li yıllarda Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi gerektiğini belirten Kurnaz, Necip Fazıl Kısakürek’in de, cami propagandası için Ayasofya Kongresi düzenlediğini yazmış.
Nuri Kurnaz adlı bu tarihçi bozması, gerçekten de kurnazlık dolu ifadeler ile, Türk halkının, laikliği baskı altında kabul ettiğini ima ederken, Erdoğan yönetimini de ağır bir şekilde eleştiriyor.
Konuları birbirine karıştırarak bozgunculuk yapmaya çalışan bu kurnazın niyetinin, Atatürkçü olanlar ve olmayanlar arasında yeni bir tartışmaya yolaçmak olduğu anlaşılıyor.
Zira, yorumun yayınlandığı günden sonra, sosyal medyaya bu konuda fikir beyan edenler ortaya çıktı.
Ne ilginçtir ki, Atatürk’ü baskıcı bir despot gibi sergilemeye çalışan bu tarihçi bozmasına, aynı gazetede cevap veren Ewoud Dam isimli bir Hollandalı, Türkiye’deki asıl sorunun laiklik ile halk arasındaki bağda değil, halkın siyasi alanda birbirlerine toleranslı olmadığını belirtti.
Gazete, Ewoud Dam’ın cevabını, Ayasofya önünde bir gelin ile damat fotoğrafı ile yayınladı.
Ewoud Dam, Nuri Kurnaz’ı eleştirirken, daha önceki bir haberimde eleştirmiş olduğum Atatürkçü Düşünce Derneği’nden yine bir ses çıkmadı.
Hatırlayacaksınız, Rotterdam’da bir sokağa verilen Atatürk isminin kaldırılmak istenmesi karşısında bir yığın insan harekete geçmişken, Atatürkçü Düşünce Derneği’nden hiç ses çıkmadığını yazmıştım. Bunun üzerine derneğin başkanı Şerife Alparslan bana verdiği cevabında, bugüne kadar yaptıkları faaliyetleri yazmıştı.
Atatürkçü Düşünce Derneği’nin şimdi de sessiz kalışını, ‘bu yayından haberleri olmadı’ özrü ile geçiştirmek ne kadar doğru olur acaba?
SOSYAL MEDYADA İLK TEPKİ
Bir zamanlar Holanda’daki islami faaliyetlerinde önderlik yapmış AKP yanlısı olan çok değerli bir dostum, ‘Bir de bu tarihçiyi okuyun’ notu ile Hollandaca haberi facebook sayfasına koyarken, Atatürk konusundaki muhalif kanatın sözcülüğünü yapıyor ve yorumu onaylıyor gibiydi.
Temas kurduğum bu dost, amacının hiçbir zaman Atatürk’ü eleştirmek olmadığını belirtirken şunları söyledi: ‘Ben olayın daha çok, Türkiye’nin içişlerine müdahale etmek isteyen Batı ülkelerinin yalan yanlış haberler vermelerinden dolayı, ‘bir de bu tarihciyi okuyun’ diye yazdım. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinin, halkın büyük çoğunluğu tarafından benimsendiğini yazdığı için sevinmiştim.
Türkiye’deki dini ve sosyal yaşamımızı laikliğe borçluyuz. İslam’ı ezbere değil anlayarak uygulamak lâzım. Kuran’ı okuyanlar laikliğin ne kadar kıymetli olduğunu idrak ediyor. Ülkemiz maalesef bu yanlış laiklik dayatması neticesinde, Feto gibi, Menzil gibi, Mahmutağa gibi tarikatların ortaya çıkmasına sebep oldu. Hâlbuki laiklik islamın olmazsa olmazıdır. İnsanın inancı kendisi ile Allah arasındadır. Peygamber de olsa, hiçbir aracı Allah ile kul arasına giremez.
Ayrıca, Cumhuriyetimizin kurucusu ATATÜRK’ün düşmanları ile polemiğe hiç girmeyiz. Bu bakımdan müsterih olun. Biz üç beş çapulcuya kanıp ATATÜRK için birbirimize düşmeyiz.’
AKİL ADAMDAN TEPKİ
Şimdi de, akil bir dostumun, tarihçi (!) Nuri Kurnaz’ın yazısı hakkındaki görüşünü akuyalım lütfen:
‘Nuri Kurnaz’ın girift, bir o kadar da tartışmaya açık yazısı, bizim neredeyse Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana tartışılan bir konuyu, yani sekülerleşmeyi yeniden tartışma gündemine getirdi. Yazı, Batılı oryantalistlerin tespitleriyle donatılmış. Türk kimliği, laiklik, Atatürk gibi Türk halkı için hassas olan konulara teğet geçmiş. Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın panislamist bir politikasının olduğu iddia ediliyor. Ama yazının en absürt tarafı, Türk halkının sekülarizmi kabul etmediği savıdır. Oysa biraz tarih kitaplarını karıştıranlar bilerler ki Türkler’in islam anlayışı ve devlet yönetiminde siyasetin başı ile dini temsil eden kişiler ayrı ayrı kişilerdir. Devleti yöneten sürekli dini otoriteden izin akmak durumundadır. Yaptığı ve yapacağı işleri onaylatır. Selçuklu, Gazneliler, Babürler ve nihayetinde Osmanlılar’da Hakan’ın yani devlet başkanın din işlerine müdahale etmediğini bilirsiniz. Dolayısıyla sekülarizmin özü olan ana fikir, yani din ve devlet işlerinin aynı kişide olmaması, bir Türk devlet yönetim şeklidir. Türklerde teokratik devlet anlayışı ve geleceği yoktur.’
Değerli okurlarım, yukarıda Ewoud Dam isimli bir Hollandalı’nın bile, gazeteye gönderdiği mektubunda, Türkiye’deki asıl sorunun laiklik ile halk arasındaki bağda değil, halkın siyasi alanda birbirlerine toleranslı olmadığında olduğunu yazmış.
Yukarıda yazılanları iyi analiz etmeniz halinde, birbirimize karşı daha toleranslı olmanın yolunu bulabileceğimizi sanıyorum. Dilerim, bu bozguncu tarihçinin (!) kışkırtma oyununa düşmez ve sosyal medyada yine biribirimizi yemeyiz.
İşte, Hollanda gazetesinde yayınlanan o yorum: (önce Türkçesi)
Laiklik ile Türkiye’nin evliliği hiçbir zaman iyi olmadı
Tarihçi Nuri Kurnaz’a göre, Ayasofya’yı cami olarak vaftiz etmek (isimlendirmek), Türkiye’den çok Erdoğan’ın gücünü ortaya koyuyor.
Günümüzün haber konusu olan, Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürme sihirbazlığının, kişilerin, Türkiye’nin tarihi yapılanma sürecinde ne kadar az bilgiye sahip olduklarını gösterir.
Genel kanıya göre, Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi kararının bizzat Erdoğan tarafından verildiğidir. Bu, Erdoğan’ınpanislam politikasının bir provakosyonudur. Bu konuyu derinlemesine düşünenler, camiye dönüştürülme tartışmasının, müze yapılma kararından bu yana varolduğunu görürler.
Halkın desteği
Ayasofya’da ibadet etmeyi sadece Erdoğan istemiyor. Hemen hemen bütün Türk halkı onyıllardır aynı şeyi istiyor. Bu karar, hiçbir zaman sadece AKP’nin isteği değildir. Her ne kadar, Erdoğan’ın 2016’dan bu yana otokratik baskısı sürse de, Ayasofya hakkındaki karar, muhalefetin ve halkın büyük desteği ile alınmıştır. Son yıllarda, Ayasofya’nın da bulunduğu Sultan Ahmet Meydanı’nda, camiye dönüştürme gösterileri yapılıyordu.
1950’li yıllarda bile, kızıl komünist ve Türkiye’nin en büyük şairi Nazım Hikmet, Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinin önemini vurguluyordu. Diğer tarafta, büyük islamcı ve şair Necip Fazıl Kısakürek de, 1960’lı yıllarda, Ayasofya’nın camiye dönüştürülme propagandası için Ayasofya Kongresi düzenlemişti. Türk milliyetçiliğinin önderlerinden Nihal Atsız da, Ayasofya’nın müze statüsünden çıkarılmasını istiyordu.
Laiklik yönü
Atatürk’ün, 1935 yılında, asırlardır cami olarak hizmet veren Bizans yapısını müzeye çevirmesi ile birlikte bu tartışma başlamıştı zaten…
Ayasofya Müzesi, Atatürk’ün yeni Türkiye çizgisi, yani Batılı laisizm ile ayakta duruyordu.
Reformlar tepeden inme kararlaştırılıyordu. Ayasofya’nın müzeye çevrilme kararı da, Türk halkının büyük bir kesimi tarafından kucaklanmamıştı.
Laik bir elit, islamların, komünistlerin ve milliyetçilerin istemediği kararları alınca bazı spontan ayaklanmalar oluyordu.
Bu ayaklanmalar, Atatürk yaşarken, askeri güçler tarafından bastırılıyordu. Ama halk, özellikle islam kaidelerine bağlı muhafazakâr kesim, laikliği hiç benimsememişti. Ayasofya gibi kararları alan bu laiklik kimliği ile alanlara karşı, başka konularda da hazımsızlık vardı. İçinde bulunduğumuz onyıla kadar, Atatürk’ün mirasları hiçbir zaman tartışılmadı. Halkın tamamı hemfikir olmadığı halde, yapılan reform meşru görüldü. Zira bu reform dökümanlarının altında, ülkenin kurtarıcısı ve ataların atasının imzası olduğu için itiraz edilmiyordu.
Erdoğan, alınmış olan bu kararlara karşı olan ve şüpheyle bakan ilk kişi değildi. Ama Erdoğan, bu reformları ters çevirecek politik güce sahiptir. Ayasofya’yı müzeye çevirenler Atatürk ile laik elitlerdi.
Şimdi çoğunluğun her zaman istediği gibi camiye çevrildi. Erdoğan bunu başardı, çünkü muhafazakâr bir elit oluşturdu, ordudaki laik elitin gücünü azalttı, sayısız mahkeme kararları ile siyasi temizlik yaptı.
Kimlik krizi
Türkiye, Batı’ya katılma kimlik krizinden çıktı ve Batı yolunda gitmekten vazgeçti. Her zamanki eski kimliğini seçti. İslamlığın hakim olduğu ve halkın müslümanlığı rahat yaşadığı bir ülkede…
Laiklik Erdoğan yüzünden bozulmadı. Hayır, Türkiye bunu hiç başarmadı. Ayasofya statüsü de laiklik başarısızlığının sembolü oldu.
Türkiye halkı, laiklik ile 80 yıl flört ettikten sonra, hiçbir zaman laikliği istemediği anlaşıldı.
Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesindeki Erdoğan’a verilen destek, kimlik mücadelesindeki gerçeği ortaya çıkardı.
Atatürk’ün kararının geri döndürülüşü, kimlik mücadelesindeki tartışmaya tekrar dikkat çekti.
Laiklik ile Türkiye arasındaki evlilik hiç iyi gitmedi. Bu nedenle de Türkiye eskiye, yani seçkin islama geri dönüyor. Türkiye’nin eski kimliğine dönüş yapması da, Ayasofya’da sembolik politikanın bir bölümü oldu.
Fazlası ve eksiği yok.
OPINIEOMDOPEN HAGIA SOPHIA
Secularisme en Turkije was nooit een goed huwelijk
Het omdopen van de Hagia Sophia tot moskee zegt meer over Turkije dan over leider Erdogan, betoogt historicus Nuri Kurnaz.
Nuri Kurnaz14 juli 2020,
De Hagia Sophia in Istanboel.Beeld AFP
De recente berichtgeving omtrent het Turkse besluit de Hagia Sophia weer om te toveren tot moskee laat zien hoe weinig men op de hoogte is van de historische processen en structuren in Turkije. Unaniem werd bericht dat Erdogan besloot de Hagia Sophia te veranderen tot moskee. Dit zou in het verlengde liggen van zijn provocatieve panislamistische politiek. Wie zich verdiept in de kwestie, weet dat de discussie in Turkije al speelt sinds de status werd veranderd naar museum.
Steun bevolking
Niet alleen Erdogan wil weer bidden in de Hagia Sophia. Al decennia wil (bijna) de hele Turkse bevolking dat. Dit besluit is alles behalve een wens van de AKP alleen. Alhoewel het sinds 2016 mogelijk is voor Erdogan zijn wensen op autocratische wijze door te drukken, is het besluit rond de Hagia Sophia genomen met de steun van de oppositie en goedkeuring van het gros van de bevolking. De laatste jaren was het Sultan Ahmet-plein, waar de Hagia Sophia staat, het decor van demonstraties om het gebouw weer te openen als moskee.
Al in de jaren vijftig schreef de donkerrode communist en grootste dichter van de Turkse republiek, Nazim Hikmet, over de noodzaak van de Hagia Sophia weer een moskee te maken. Aan de andere kant van het spectrum organiseerde Necip Fazil Kisakurek, als grootste islamist en dichter, een Hagia Sophia-congres om de heropening van de moskee te propageren in de jaren zestig. Ook een van de grondleggers van het Turks nationalisme, Nihal Atsiz, zag de museumstatus van de Hagia Sophia het liefst veranderen.
Seculiere koers
Nadat Atatürk het Byzantijnse bouwwerk, dat eeuwenlang fungeerde als moskee, in 1935 had omgetoverd tot museum, brak de discussie dus al los. De Hagia Sophia stond voor de nieuwe koers van Turkije: een van vergaande secularisatie en verwesterlijking onder leiding van Atatürk. Die hervormingen werden van bovenaf opgelegd. En die zijn, net als het besluit de Hagia Sophia om te dopen tot museum, eigenlijk nooit omarmd door grote delen van Turkije. Een seculiere elite nam besluiten waar islamisten, communisten en nationalisten zich niet achter schaarden, en dat leidde tot diverse spontane opstanden.
Toen Atatürk nog leefde, konden die opstanden nog worden onderdrukt door het Turkse leger. Maar de bevolking, vooral de conservatieve bevolking voor wie de islam een prominente rol bleef spelen, heeft zich de secularisering nooit eigen gemaakt. Deze opgedrongen seculiere identiteit, waarvan het omdopen van de Hagia Sophia tot museum onderdeel is, speelt mee in tal van andere zaken. Tot aan dit decennium stond de erfenis van Atatürk nooit ter discussie. Zelfs al was de hele burgerbevolking het er niet mee eens, de hervorming was legitiem omdat de handtekening van de redder en Turkse vader des vaderlands eronder stond.
Erdogan is niet de eerste die de legitimiteit van deze besluiten in twijfel trekt en er openlijk tegenin gaat. Hij is wel de eerste die de politieke macht heeft de hervormingen terug te draaien. De Hagia Sophia veranderen in een museum was duidelijk de wens van Atatürk en een seculiere elite. Het nu weer in een moskee veranderen, is wat de meerderheid altijd heeft gewild. En dat lukt omdat Erdogan erin is geslaagd een eigen conservatieve elite te creëren, en tegelijkertijd de macht van de seculiere elite in het leger en het land wist te beperken met tal van rechtszaken en politieke zuiveringen.
Identiteitscrisis
Turkije komt uit een identiteitscrisis en kiest niet meer voor een westerse koers, maar grijpt terug naar de identiteit die het land in wezen altijd al heeft gehad. Een overduidelijk islamitisch land met een samenleving, waarin de islam publiekelijk aanwezig is. De secularisering is niet mislukt door Erdogan, nee, die is in Turkije nooit geslaagd. De status van de Hagia Sophia is nu weer symbolisch voor de mislukte koers van secularisering.
Na tachtig jaar te hebben geflirt met het secularisme, is inmiddels duidelijk dat de Turkse bevolking er nooit mee in zee heeft gewild. De steun voor Erdogan en de brede steun om van de Hagia Sophia weer een moskee te maken, geeft deze strijd om de identiteit goed weer. Door het besluit van Atatürk terug te draaien, wordt nogmaals benadrukt dat het tij in de identiteitsstrijd is gekeerd. Secularisme en Turkije zijn nooit een goed huwelijk geweest en Turkije gaat daarom weer terug naar haar ex: de prominente islam. Om haar ex terug te krijgen, is de Hagia Sophia onderdeel geworden van haar symboolpolitiek.
Niets meer, niets minder.