Damarlarımızdaki asil kan.. (Köşe yazısı 10.11.2017 Kayseri Star Haber Gazetesi)
DAVUT GÜLEÇ
GAZETECİ
davutgulec@hotmail.com
Hayatı savaş meydanlarında, cepheden cepheye koşmakla geçti.
İnsanların hurafelerden, yobazlardan, meczuplardan uzak durması, misyonerlere, hainlere hizmet etmemesi, okuyarak öğrenmeleri için çok büyük mücadele verdi.
79 yıl öncesine kadar her konuştuğu, her söylediği halen Dünyanın dilinde.
Dünyanın kıskandığı, dilinden düşürmediği o lider, büyük önder her nedense kendi ülkesinde olmadık haksızlıklarla karşı karşıya.
Kimisi kamu kurum ve kuruluşlarından portresini, kimi sözlerini indiriyor.
Kimi oturduğu makam ve mevkilerde bu büyük lidere ‘takla atacağım, takiyye yapacağım’ diye olmadık hakaretler yapıyor.
Oysa kanunlarımızda ‘Devlet büyüklerine hakaret’in suç olduğu yazıyor.
Her nedense bu kanun yaşayan ‘devlet büyükleri’ için uygulanıyor da, tarihe geçmiş böylesi bir Dünya lideri için neredeyse göstermelik uygulanıyor.
Halen birilerinin iftiraları bitmek bilmiyor.
Dinimiz ‘Ölen kişilerin arkasından konuşmanın’ büyük günah olduğunu emrediyor.
Güya o konuşanları dinlerseniz ‘En iyi dindar’ kendileri.
Kimisi üzerinde ‘Ne mutlu Türküm Diyene’, kimisi ‘Türk, öğün, çalış, güven’, kimisi ‘Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır’ yazan heykellerine saldırıyor.
Kimisi ‘sarhoştu, ayyaştı’ diyor.
Kimisi, göçmen olduğunu, kardeşi olmadığını, kardeşinin öldürüldüğünü iddia ediyor.
Kimisi ‘Kurtuluş savaşına’ bile katılmadığını, hiç yaralanmadığı iftirasından vazgeçmiyor.
Oysa onun sonu ‘Diyene’ şeklinde biten ‘Ne Mutlu Türküm diyene’ sözünü bile anlamamış olan bazı kendini bilmezler söylüyor da söylüyor. Nasıl olsa dilin kemiği yok.
İstese, yaşadığı dönemde kendisi kral, başkan, padişah olamaz mıydı?
Tüm Türkiye’nin, tüm Dünyanın takdirini kazanan o büyük lider ve önder, mal varlığını Türk Milletine bağışlamaz, bugün NASA’da okuyanlara kendisinin ‘İstikbal göklerdedir’ diyerek başlattığı bursu vermezdi.
10 Kasım’lar ‘yas günü’ değil, büyük liderin bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti Devletini daha ileri götürecek nesillerin yetişmesi, yetiştirilmesi, ülkenin kalkınması için ‘halen’ bir fırsat olmalı.
Bizim gençliğimizde 10 Kasım’lar da göstermelik ‘anma törenleri’ yapılmazdı.
Atatürk’e hakaret edenler Anıtkabir’e gitmeye bile cesaret edemezdi.
Bugün ki gençlik ve çalışanlar eğer ’10 Kasım’da okullar, işyerleri tatil mi?’ diye birbirine soruyorsa, eğitimde, yaşantımızda, Devlete-millete bağlılığımızda ciddi bir sıkıntı var demektir.
Lafa gelince herkes özlüyor.
Araçların arkasındaki ‘Mustafa Kemal Atatürk ve imzası’ bulunan yapıştırmalara, bazı insanların ceket yakalarındaki ‘Atatürk rozetleri’ne bakarsan herkes halen izinde.
Okullardaki eğitime, kitaplara bakarsan, daha az yer verilmesi için mücadele ediliyor.
Türk parasının üzerindeki Atatürk portrelerinin azaltılması için olmadık işler yapılıyor.
Şehir merkezleri, tören alanları, kamu kurum ve kuruluş önlerindeki Atatürk portreleri, köşelerinin azaltılması, törenlerde asılan Atatürk portrelerinin olmaması için çaba içine girenler dikkat çekiyor.
Televizyonlarda, radyolarda, yazılı basın-yayın organlarında güya araştırmacı yazar, tarihçi adıyla çıkanlar ıspatı zor, olmadık sözlerle birilerine hizmet ediyor.
Büyük önder ve lider Atatürk 79 yıl önce ölmemiş olsa, bugün bıraktığı ülkede ihanet eden, ne kadar hain, ihanet çetesi, fırıldak, taklacı, takiyyeci varsa makamına bakmadan herhalde son görevini yaparak, kendisinden sonraki o güvendiği gençlere daha iyi bir ülke bırakırdı.
Ama aradan 79 yıl geçti.
Tüm olumsuzluklara, hakaretlere, iftiralara rağmen büyük önder ve lider Mustafa Kemal Atatürk’ün Anıtkabir’i, bugün, yarın, yılın diğer günleri, yüzbinler, milyonlarla dolup boşalıyorsa, Dünyanın hayranlıkla fikirlerini konuştuğu bu insana olmadık hakaret eden ve göz yumanlar başlarını iki ellerinin arasına koyarak defalarca düşünmeli, kendilerini gözden geçirmeli.
Ve 1927’deki ‘Ey Türk Gençliği’ diye başlayan ‘Gençliğe hitabesini’ Türkçe bir daha, bir daha okumalı.
‘Ey Türk Gençliği! Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza dek korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. Gelecekte bile seni bu hazineden yoksun bırakmak isteyecek iç ve dış düşmanların olacaktır. Bir gün, bağımsızlık ve cumhuriyeti savunmak zorunda kalırsan, göreve atılmak için içinde bulunacağın durumun olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve koşullar hiç uygun olmayan bir durumda kendini gösterebilir. Bağımsızlık ve cumhuriyetini yıkmak isteyecek düşmanlar, dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir galibiyetin, bir gücün temsilcisi olabilirler. Zorla veya hile ile kutsal yurdun bütün şehirleri teslim alınmış, bütün işletmeleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesi işgal edilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olanı ise, ülkede iktidara sahip olanlar gaflet, sapkınlık ve hatta ihanet içinde olabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri kişisel çıkarlarını, işgalcilerin siyasi amaçlarıyla birleştirerek düşmanla işbirliği yapabilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezik ve bitkin düşmüş olabilir. Ey Türk geleceğinin evladı! İşte bu durum ve koşullar içinde bile görevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun güç, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.’
Evet, Türk bağımsızlığını, Cumhuriyetini, Devletini, Milletini korumak için damarlarımızdaki asil kan sanırım hepimize yeterde artar.
Ne Mutlu Türküm Diyene…