Aman dikkat (Köşe yazısı)
FETÖ İLE MÜCADELE McCARTHYCILIK’A MI DÖNÜŞMÜŞTÜR?
Süleyman KOCABAŞ
Tarihçi Yazar
kocabassuleyman@gmail.com
Gazeteci dostumuz, Harun Sökmen’ in haberini, Yeni Akit Gazetesi 6 Mayıs 2012 tarihli sayısında “Fetö Aklı, Şimdi de Mütedeyyin Kesim Üzerinden Oyun Kuruyor. CUMHUR İLE REİSİN ARASINI AÇMA PLANI” manşeti ile verdi. Haberinde yazılanların neredeyse tamamına yakını doğrudur. Ama, bu anlatılanların dışında, daha geniş boyutlarda “CUMHURİYET İTTİFAKI İLE MÜTEDEYYİN KESİMİN ARASINI AÇMAK İÇİN” diyebileceğimiz daha büyük bir senaryo, FETÖ yargılamalarının başladığı günden beri artarak ve çeşitlenerek devam etmektedir. Bunlardan en önemlisi şudur: Basında da imalı veya direk olarak yer aldığı üzere, Gülen, Pensilvanya’dan “imamları” denilenlere daha işin başında şu emri vermiştir: “Özellikle imamlarımız, kendilerini geçici bir süre de olsa kurtarmak için, itirafçı olsunlar. Suçlu, suçsuz, özellikle de mütedeyyin kesimleri suçlu göstererek bunları, AK Parti ve Cumhur İttifakına düşman etsinler ve bunların oy oranlarını iyice düşürerek iktidardan uzaklaştırsınlar.”
Yine basında yer almıştır. FETÖ imamlarının % 40’ı itirafçı olmuşlardır. Tarihte ve günümüzde dünyanın neresinde bir terör örgütünün başlarının %40 gibi bir çoğunluğunun itirafçı olduğu görülmüştür? Bu sanki, Türkiye’ye mahsus bir “algı operasyonu” olarak kaşımıza çıkmaktadır. Zaten, FETÖ davlarının tamamına yakını bu itirafçı bilgileri sonucu tutuklamalar yapılmış, yargılamalar gerçekleştirilmiştir. Avrupa’nın modern hukukunda bile “itirafçıların verdikleri bilgiler tam anlamıyla doğru deliller sayılamazlar” da bilinen bir gerçek olduğu halde, Türk yargısı bunu ciddi bir değerlendirmeye alabilmiş midir? “Ben dedim” demekle bu iş olmaz. İşin mahiyeti daha derinlemesine araştırılmalıdır. Hele, bunlarda bir senaryo kokusu bulunduğu halde, konular hakkında daha büyük hassasiyetler gösterilmelidir. .
Konumuza bu ana unsurun da ilavesiyle , FETÖ yargılamalarının neredeyse tam bir “McCartıycılık Örneği” ne dönüşmüş olabileceği de dikkate alınırsa, sanki “Hükümetimiz ve yargımızın kendi ayağına kendisi kurşun sıkmak” gibi gizli –açık bir yapılanmanın içinde bulunabileceği ve işin esasına bakılırsa, mütedeyyin kesimi “REİSTEN ASIL KOPARAN UNSUR” un bu olabileceği karşımıza çıkmaktadır.
Aşağıdaki yazımız, makale formatında bir rapor halinde 6 Nisan 2021’de CİMER kanalıyla Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a sunduğumuz bu yazımızda, olup bitenler, geniş bir tarih perspektifinden dile getirilmiş, aynı raporum, “Türkçenin Katli ve Alınması Gereken Tedbirler” i içeren “DİL RAPORUM” da, aynı yazımla Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’ye de gönderilmiştir.
Bir Atalar Sözü veya Bir Vecize
“FETÖ ile mücadelede çok dikkatli olalım!… At izi it izine karışmışa benziyor!… Kurunun yanında yaş da yanmasın!…”
Recep Tayyip Erdoğan
T.C. Devleti Cumhurbaşkanı
Edebiyat derslerimizde o saatteki ders konumuz “Atasözleri ve Vecizelerin İşlenmesi” ise, edebiyat öğretmenlerimiz bize hep, “Atasözleri, söyleyenin kim olduğu ve hangi yılda nerede söylendiği belli olmayan, içeriği insana büyük dersler ve öğütler vermekle yüklü anomin edebiyat metinleridir” diye tarif ederler. “Vecizeler” in (şimdi uydurukça olarak “özdeyişler” diyorlar) ise, zaten kimin tarafından ve özellikle de ünlü kişiler tarafından “dersler verici” olarak söylendiğini herkes bilir.
Raporumuzun, adına ister “ata sözü”, isterse “vecize” denilsin, kendisi de zaten Devlet Başkanımız olduğu için tarihimize “Atalarımızdan” olarak geçecek Sayın Cumhurbaşkanımız R.T. Erdoğan’ın yukarıdaki sözünü “vecize” olarak kabul edersek, 5 yıldan (2016 – 2021) beri kendisiyle “canhıraş” olarak mücadele ettiğimiz “FETÖ İLE MÜCADELE” de gerçekten “âdil ve hakkaniyetli bir mücadele vermek” ten olarak daha işin başında “çok ciddi bir uyarı” vecizesi olmuştu. Sayın Başkanımız, bu sözüne ilaveten daha ne gibi vecizeler söylemişti? “FETÖCÜLÜK” ün “üç katmanı” na yönelik olarak da şunlardan bahsetmişti:
FETÖÇÜLÜK’ ÜN Üç Katmanı
“FETÖCÜLÜK üçe ayrılır:
“ 1-Tabanı ibadet.”
Açıklama: İbadet ehli, mazlum, garip Müslümanlar ve dua etmekten başka ellerinde silahları olmayan kandırılmış, aldatılmış veya FETÖ hakkında kendileri aydınlatılmadığı için onu yanlış algılamış ve sonra hatasını görünce ‘tövbe’ etmiş, dönmüş, ekmeğini yemeyi bile beceremeye ümmi zavallı kesim.
“2-Ortası ticaret.”
Açıklama: Müslümanlıktan, mücahitlikten müteahhitliğe ve (giderek darbeciliğe) terfi etmiş ve bütün servetleriyle FETÖ’nün emrinde olan Türkiye burjuvazisinin bir kısmı.
“3-Tepesi ihanet.”
Açıklama: Fethullah Gülen’in etrafını sarmış yerli küçük bir yönetici kadro grubu ve ona verdikleri desteklerle palazlanarak başımıza bela eden bir kısım resmi, askeri ve sivil ‘üst düzey destek yapılanması” yanında, uluslararası boyutlardan olarak da “İsrail –(Anglo –Sakson)- Kıta Avrupası Şer Ekseni” ve kuruluşlardan da NATO’lik, Masonik, Moonik, Evangelistlik, Papalık, Hahamlık, Siyonistlik vb. gibi bazı kuruluş elemanları ve benzerleri.
Sayın Erdoğan, bahsettiğimiz üzere, “At izini it izine karıştırmayalım” diyerek mücadelenin doğru yolunu dile getirmişti.
Ama, gelin görün ki, sanki buna hiç uyulmamış, o günden bugünü “FETÖ ile mücadele” neredeyse tam anlamıyla “McCarthycılık “ a mı dönüşmüştür? sorusunun ciddi olarak sorulmasına yol açmıştır.
McCarthycılık Nedir?
McCarthycılık nedir? Şudur: Tâ Amerika Birleşik Devletlerine kadar uzanalım. Amerika, II. Dünya Harbinde Almanya’nın “Hitler Diktatörü” nü mağlup etmek için “Sovyet Diktatörü Stalin” ile can –ciğer dost ve müttefiktir. Yalta’da Amerikan Başkanı Roosevelt ve Rusya Başkanı Stalin’in öpüşen ve birbirlerine çılgın âşıklar gibi sarılan resimlerini çok gördük. Ama bir zaman geldi ki, bu iki âşıkların bu sefer de birbirlerinin “can düşmanı” haline geldiklerini (!?) gördük sanki. Zaferden sonra “Diktatör Stalin”, “Amerikan Kapitalizmi” ne alternatif olarak “Rusya Komünizm” ini dünyaya yeniden ihraca başlayınca, süper güçler arası bu çıkar çekişmelerinden dolayı birbirleriyle “kanlı –bıçaklı” hale geldiler. İşte tam bu sırada bizdeki “FETÖ ile Mücadele Sendromları” nın tıpa tıp benzeri olmuş, Amerika’da “Komünizmle Mücadele Sendromları” kendisini göstermişti. Tabii ki bunun esası, Amerika’da bürokraside ve sivilde ne kadar Komünist varsa yakalayıp cezalandırmaktı. Yani anlayacağınız “Amerikan devi” “komünizmle canhıraş mücadele” ye ilkin kendi içinden başlamıştı. Amerikan hükümeti, bunun için bir “Komünizmle Mücadele Soruşturma Komisyonu” kurmuş, başına da eski istihbaratçı ve Cumhuriyetçi Parti Senatörü Joseph Raymond McCarthy’ı Başkan Truman 1950’de atamıştı.
Atanmıştı ama, adı geçen mücadelesi hiç de “adalet ve hakkaniyet” ölçüleri içinde olmamıştı. “Hiçbir kimseye karşı güvenli bir kanıt gösteremediyse de, suçlamalarıyla birçok insanı işinden eti; bir çoğunun da toplum dışına itilmesine yol açtı. İnsanların Komünistlik suçlanmasıyla baskı ve kovuşturmaya uğraması ve bu uygulamanın ABD’lileri uyumlu yurttaş olmaya zorlaması McCarthycılık olarak nitelendirildi.” (AnaBritannica Ansiklopedisi, C. 15,s . 83 – 84)
Amerika’da “Komünizmle Mücadele” de McCarthycılık
1954’e kadar adı geçen komisyonun başında bulunan Senatör McCarthy’ın “Komünizmle mücadeleleri” Amerikan halkına tam anlamıyla kök söktürmüştü. McCarthy ve ekibinin sergilediği mücadele örneklerine göre neredeyse 200 milyonluk bütün Amerikan halkı, tam bir “potansiyel tehlike” olarak görülüp, neredeyse herkese haklı veya haksız (genelde haksız) “komünizm taraftarı” damgası vurulup tutuklamalar ve yargılamalara gidilmeye başlanmıştı. Öyle ki, Komünist Rusya’nın Washington’daki Büyükelçiliğinin önünden geçmek bile “komünist olmak” için yeterli bir delil sayılıyordu. Burası uzaktan CIA ajanlarının sürekli gözetimi altında idi. Büyükelçiliğin duvarının dibinden geçen ve hatta birazcık dinlenmek için duvarına yaslanan veya kenarına kısa bir süre oturanların resimleri bile çekiliyor, bunlar, İstihbarata gönderilerek resimlerin “deşifre” edilmesinin ardından evleri polislerce basılarak yaka paça kodese götürülüp ilk sorgulamaları yapılıyor, ardından da “komünist haini yakaladık” denilerek savcılara teslim ediliyorlardı.
Daha da öyle ki, Rusya Büyükelçisi ve elamanlarının alışveriş yaptıkları bakkallar bile “Sen onunla niye alışveriş yaptın, öyleyse sen de Komünistsin ” diye yakalanıp götürüyorlar, sorguya çekiliyorlar, mazlum bakkal ancak bin bir dil döktükten sonra yakayı ya kurtarabiliyor, kurtaramayanlar kodesi boyluyor, üstelik de bakkalları kapatılarak eşi ve çocukları aç bırakılıyor, bunlara, “komünist damgası” vurulduğu için de hiç kimse sahip çıkmıyordu.
Devlet dairelerinde durum büsbütün fecaat idi. En büyüğünden en küçüğüne hiçbir bürokrat, “komünist damgası” yiyeceği için “Russia” (Rusya) tabirini kullanamazlar, kullanmak zorunda kalırlarsa “Ruzzori” vb. olarak konuşurlardı. Daha neler neler!…
Amerika’da McCarthycılık, 1950 – 1954 zaman diliminde çok etkili oldu. Daha sonra yeni Başkan Eisenhower zamanında görüldü ki, Senatör McCarthy’ın yaptığı bütün işler neredeyse tümüyle yanlış. Bu sefer de görevinden alınıp hakkında “görevini kötüye kullanmak” tan kendisi yargılanıyor, yargıçlar onu yargılarken “Komünistlerin niye hain tavanı ile uğraşmadın da niye mazlum tabanı ile uğraştın” sorusunu bile soruyorlar, bunlara tatmin edici cevaplar veremediği için cezalar alıyordu. Tabii ki bu arada “haksızlık” a uğramışlara “haklarını aramak” izni veriliyor, hayali “Komünistlik suçu” ndan” görevlerinden atılmış memurlar görevlerine geri dönüyorlar, mağdurlara, devlet bütçesinden “mağduriyet tazminatları” ödeniyordu. FETÖ ile mücadelede bu “sendromlu” yapılanma bizde de böyle olacak mıdır?
Bizim yakın tarihimizde de “McCarthycılık Sendromu” nun tıpatıp benzeri iki örneği şöyle yaşanmıştır:
Türkiye’de 27 Mayıs 1960 Darbesi ile Gelen McCarthycılık
27 Mayıs 1960 Darbesini yapan 38 kişilik darbeci subaylar cuntası, bu darbeyi hangi gerekçelerle yapmışlardı? Uzatmayalım, hemen söyleyelim: “Biri Cumhurbaşkanı, diğeri Başbakan diktatörler Celal Bayar –Adnan Menderes ikisinin Demokrat Parti iktidarı, Anayasayı ihlal ettiği, Demokrasiyi katlettiği, Atatürkçülüğe ihanet ettiği, hak ve hürriyetleri ayaklar altına aldığı ve kardeş kavgasına sebep olduğu, gençlerimizi öldürtüp Ankara Et Balık Kurumu tesislerinde kıyma yapıp izlerini kaybettirmeye çalıştığı, Ardahan’ı Ruslara satmak istediği için vs, vb. bütün bunları önlemeye yönelik olarak müdahalede bulunduk (darbe yapmak)” gerekçeli darbe bildirileri yayınlanmış, haberleri yapılmıştı. Yine uzatmayalım, bu gerekçelerin hepsi de külliyen yalan (hem de kuyruklu yalan), dalavere, dümendi. (Canlı belgelere dayalı olarak bunları daha geniş boyutlarda öğrenmek için benim şu üç kitabıma bakınız: 1-Menderes Dönemi 1950 – 1960, 2-27 Mayıs 1960 Darbesinin İçyüzü Menderes Nasıl Devrildi?, 3- 27 Mayıs Rejimi 1960 – 1961).
Darbe yapıldıktan sonra toplumumuz, ortasından tam “çat, pat” diye ikiye ayrılmıştı: 1-“Düşükler ve Kuyruklar”, 2- “Hürriyet Kahramanları ve Vatan Fedaileri.”
“Düşükler ve Kuyruklar” kimlerdi? Darbenin devirdiği, iktidar partisi Demokrat Parti’nin bakanları ve üst düzey yöneticileri için “Düşükler”, bunlara oy veren seçmen kitlesi için de onları aşağılamaya yönelik “Kuyruklar” masaları uydurulmuştu. “Düşükler”, zaten darbe günü bütün yurttan armut toplar gibi toplanmışlar, “sanıklar” ın (!) cezaları zaten önceden karşılarına kurşun kalemle yazılmış olduğu halde, göstermelik “Siyasal Mahkeme” de yargılanmak için 650 kişi civarında, “kaçamasınlar” gerekçesiyle Marmara’nın ortasında Yassıada zindanına tıkılmışlar, atılmışlardı.
Yargılamalar, yalnızca 650 kişi ile sınırlı kalsa iyi idi. Ama, “Demokrat Parti –Başbakan Menderes’e oy verdi” denilerek Edirne’den Kars’a kadar ne kadar Demokrat Parti seçmeni ve genelde “sivriler” i “Kuyruklar” olarak “potansiyel tehlike” statüsünde toplanıp, bunlar da “mahalli mahkemeler” de yargılanıp çeşitli cezalara çarptırılmışlardı. Vatandaştır, elbette birilerine oy verecektir. “Niye İsmet İnönü’nün partisi Cumhuriyet Halk Partisine (CHP) değil de onun muhalifi Bayar -Menderes ikilisinin Demokrat Parti’sine oy verdin” ihsaslı ve imalı olarak Demokratların seçmenleri cezalandırıldı. O zaman, “bütün partileri kapatın herkes CHP’ye oy versin gitsin!…” demezler mi? Zaten, 1923 – 1945 Tek Partili Dönem Türkiye’sinde hep böyle oluştu. Demek ki şimdi bizi, “Göstermelik bir demokrasi gösterisi” yle de aldatmışlar!… Buna da “McCarthycılık” denebilir mi?
Darbecilerin, McCarthycılık uygulamaları, Amerika’daki McCarthycılık örnekleri gibi korkunç oldu. Hatta onu solda sıfır bıraktı. Cumhuriyet Halk Partililer (özellikle ifritlerinden olarak), en üst düzeyinden en alt düzeyine (seçmenlerine) kadar McCarthycılık örneklerinin tam anlamıyla “figüranları” oldular. Edirne’den Kars’a kadar, bunlardan, Darbenin 38 kişilik beynine (Milli Birlik Komitesi üyeleri) Demokratlar (anlayacağınız Kuyruklar) aleyhine “yüzbinler” le ifade edilebilecek “JURNAL MEKTUPLARI” yağdı. Bunlarda genelde, “Bu vatan hainlerini yakalayıp yargılamanızı arz ederiz” ifadeleri yer alıyordu.
“27 Mayıs Darbesi McCarthycılık Sendromu” nu, 38 kişilik beyinden birisi olan ve “birinci elden şahidi” Orhan Erkanlı, “itiraflar” kabilinden olarak, hatırlarında dile getirir (Geniş bilgi için onun şu iki kitabına bakınız: 1-Askeri Demokrasi , 2- Anılar Sorunlar Sorumlular). Erkanlı, her gün PTT’den Milli Birlik Komitesi odasına iki – üç çuval dolusu “CHP JURNALLERİ” geldiğini, 38 kişi üyeler olarak bunları tek tek okumaktan memleketin diğer meselelerine vakit ayıracak zaman bulamadıklarını, bir ara gına getirip çuvalları açmadan götürüp kalorifer dairesinde yaktıklarını, “absürt jurnal örneklerinden” olarak, erkeğinden boşanmak için bir kadının kendilerine bir jurnal mektubu ile başvurduğunu, kadının iddiasının, kocasının Demokrat Partili oluşunu da ihsasla, asıl suçlamasının “Onun Komünist olduğu” nu bu sebeplerden boşanmak istediğini, kendisine yardım edilmesi isteğini yazmış. Ciddiye alıp yerinde incelemişler. Evine gitmişler. Bakmışlar, görmüşler ki kadın yalan söylüyor; kocası yerine onu cezalandırmışlar.
CHP jurnalleri ile ilgili olarak basına öyle haberler yansımış, sızmıştı ki, bir jurnal mektubunun içinden adresli bir köyden şapkalı ve şalvarlı olarak bir Mehmet Ağa’nın Başbakan Menderes’le sarmaş dolaş olmuş fotoğrafı çıkmıştı. Bu bile “cezalandırmak” tan olarak takibe alınmış, köye iki jandarma gönderilerek gariban ve masum Mehmet Ağa elleri kelepçeli olarak köyün meyanından geçirilerek ilçenin Jandarma karakoluna getirilmiş. Komutan ona, “Menderes’le niye bu fotoğrafı çektirdin?” diye sormuş ve ardından “iyi bir dayak” atarak köyüne geri göndermiş.
27 Mayıs Darbesi’nin en korkunç ve üstelik de “vatanı kurtaralım” derken, “vatanı bölmek” e tahvil edilebilecek bir diğer McCarthycılık uygulaması, Kürt kardeşlerimizin yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yönelik yaşanmıştı. Bu iki bölgede, “Demokrat Partiye oy verdiler” gerekçesiyle, “Kuyrukların buradaki sivri uzantıları” statüsünde ne kadar Kürk ağası, beyi, ileri geleni ve şeyhi varsa, toplam 485 kişiyi armut gibi toplanarak “SİVAS KÜRT KAMPI “ na getirilerek burada yargılanmışlar, hapis cezası alanlar kodese tıkılmış, berat edenler ise, “potansiyel tehlike” olarak görülmeye devam edilerek, getirildikleri yerlere gönderilmeyip, Batı Anadolu’ ya “sürülmüşler” idi. Bu büyük McCarthycılık olayı, “vatan bölücülüğü” ne kapı açmıştı. Sivas Kampı’na gelene kadar Kürt olduklarını bile bilmeyenler, burada gördükleri işkenceler ve yedikleri dayaklarla “Kürk oldukları” nın bilincine varmışlar, Türkiye’de “SİYASİ KÜRTÇÜLÜK” ün temelleri ilk defa “Sivas Kürt Kampı” nda atılmış ve PKK da “embryon” veya “rüşeym” halinde burada doğmaya başlamıştı. (Geniş bilgi ve canlı belgeleri için şu iki kitaba bakınız: 1- Nevzat Çiçek, 27 Mayıs’ın Öteki Yüzü Sivas Kampı, 2-Süleyman Kocabaş, 27 Mayıs Rejimi 1960 – 1961) FETÖ ile mücadeledeki McCarthycılık’ta da eğer ciddi tedbirler alınmaz ve yanlışlardan dönülmez ise, buna benzer çok kötü sonuçlar doğurabilir. Bir terör örgütünün, özellikle de “imamları elemanları” nın Amerika –Pensilvanya’daki “Baş Şeytan” ı FETÖ’nün emriyle % 40’ının “itirafçı olması” ne demektir? Ne anlama geliyor? Tarihte dünyanın neresinde bu kadar çok “itirafçı” görülmüştür? Bari oldu olacak en sonunda FETÖ’de “itirafçı” olsun ve kurtulsun. Bütün bu olup bitenler hiç ölçüldü, tartıldı mı? Gülen başının, “İtirafçı, pişman kılığına girerek şimdilik bununla kurtulun, üstelik de, suçlu, suçsuz, herkesi emniyet ve savcılara ihbar edin, ortalığı iyice karıştırın, bunlarla halkı, AK Partiye iyice düşman edin ve oy oranını büyük ölçüde düşürün” şeytani talimatları niye hiç dikkate alınmadan haklı –haksız (çoğu haksız) kovuşturma, cezalandırma işlemleri yapıyor? Tarih bir gün gelip bunun hesabını, ilgililer ve sorumlularından sormaz mı? Bunu zaten aşağıda detaylı olarak anlatacağız.
Türkiye’ye 15 Temmuz 2016 FETÖ Darbesi ile Gelen McCarthycılık Mı?
Biz millet olarak çok garip ve dünden yediklerini bugün bile unutan bir milletiz. Yani anlayacağınız, mazimiz ve tarihimizden iyice ve çok çok kopuğuz. Günümüzde de hafızamızı yoklayabilsek, canlandırarak “I’inci Türkiye McCarthycılık” ından dersler alabilseydik, bugün itibariyle “2’inci Türkiye McCarthycılık” ını hiç yaşamazdık.
“2’inci Türkiye McCarthycılık uygulamaları” nı, 15 Temmuz 2016 FETÖ Darbesi ile gelen süreçte yaşamaya başladık.
Bunun zaten, “McCarthycılık örnekleri” ni yaşayarak gördükleri için herkes biliyor. Basından, televizyonlardan, internetten ve mağdurlarla kişisel görüşmelerden olarak hep yaşanmış, uygulanmış adı geçen örneklerden özet maddeler halinde şunlardan bahsedeceğiz:
1-“Fetö’yle (Cemaatin sahte şeyhi ve hatta bazılarına göre “şeytanı” başı Fethullah Gülen) niye tanıştın ve buluştun? Gel bakayım bunun hesabını ver!… Sen de ondan mısın?”
Açıklaması ve yorumu: Kişi ve vatandaş değil mi, herkesle tanışma, buluşma hürriyetine sahiptir. Kim olursa olsun bu onun “vatan hainliği” ne yorumlanamaz. Nüfusumuzu neredeyse üçte birisi Gülen’le tanışmış, resimler çekmiştir. Öyleyse bunların hepsini tutuklayıp yargılamak gerekmez mi? diye sormazlar mı? Ülke halkımızın üçte ikisini kodeslere sokmanın tarihi vebalini kim verebilir, ödeyebilir?
2-“Fetö’nün dershanelerine, okullarına, yurtlarına, evlerine, derneklerine vb. çocuklarını niye gönderdin? Sen de niye gittin?”
Açıklaması ve yorumu: Kim göndermedi ki!… Hiç kimse, “çocuğum vatan haini olsun” diye göndermedi. O yıllarda FETÖ, “kimliğini gizleyerek” denilerek “güven” verdiği, “Samimi ve ağlamaklı Müslüman görünümü” ile herkesi aldattığı ve “en kaliteli dershaneler, okullar vb. ” onun olduğu için gönderdi. Hemen her partiden milletvekilleri ve üst düzey yöneticileri olmak üzere birçok kimseler çocukların hep bu dershanelere, okullara vb. hatta FETÖ’nün bütün şehirlerdeki özel liseleri ve üniversiteleri, yurtları, öğrenci evleri, kız öğrenci ve bekar kız memur evlerine “Gülen Cemaati Müslümandır, oğlanlar ve kızlarımızı kurtlara kuşlara kaptırmayalım” diyerek buralara “güvendiği” için göndermediler mi? Yoksa “ihtilalci yetişip, ihtilal yapsın” diye göndermedi. “Tehlike” yi önceden gören ve hisseden babalar, analar zaten öğrencilerini buralardan aldılar, başka yerlere yerleştirdiler. Eğer FETÖ kimlikli yerlere gönderilenler ayrım yapmaksızın ve amaçları, samimi -masum niyetleri bilinmeksizin “ topyekun potansiyel tehlike” olarak yargılanacaksa bu işe öncelikle “siyasilerden başlanmalı mıdır?” sorusunu sormazlar mı?
3-“Fetö’nün bankası Bank Asya’ya niye para yatırdın? Gel bakalım hesabını ver?”
Açıklama ve yorum: Buna, “McCarthyıcılık örneğin” nden olarak, söylenecek çok şeyler vardır. Bunun açılışına kimler izin verdiler? Açılışında kurdele kesenlerin fotoğraf karelerinde kimler vardı diye de sormazlar mı? Adı üzerinde, herkese açık bankadır. Her vatandaş gider ve oraya da parasını diğer bankalara yatırdığı gibi yatırabilir. “Öküz altında buzağı aramak” ın gereği yoktur. “Suçlu” varsa, “Darbeyi finanse için para biriktirmek gizli planı” varsa, “iyi ayıklama “ yapılarak cezalandırılmalıdır. Buna hiç kimse bir şey diyemez. Ama, her yatırana “Potansiyel tehlike” olarak bakıp onlara “FETÖ’nün darbesine finansal olarak yardımda bulundular ” genelmemesi yapılması yanlıştır.
4-“Fetö’nün çaldığı sınav soruları ile kazanarak subay, maliyeci, mühendis, hemşire, polis, hakim, savcı, adliyede kâtip, mübaşir, kodese gardiyan vb. oldun. Gel bakalım bunların hesabını ver!… Sen de onlardan mısın, değil misin?” neyin nesidir?
Açıklama ve yorum: Bu “töhmet”, daha büyük bir “AFFOLUNAMAZ DEVLET ZAAFI” değil midir? “Devlet ol” da çaldırtma! Böyle devlet olur mu? Milyonlarca genç işsizin bulunduğu Türkiye’de bir işe girmek için kim olursa olsun zaten “Gökteki bulutlardan” bile medet, torpil bekliyor!… Yine kim olursa olsun, adı “çalınmak” a çıkmış ve hatta “cevap anahtarları” bile sınavlara girmeden ellerine sıkıştırılmış, bu kimi “suçlu”, kimi “suçsuz” kimseleri, “Gel bakalım niye soruların yüzde yüzünü tam yaptın? Şimdiye kadar bunların tamamını kim yapmış ki, sen yapasın, FETÖ’cü olman lazımdır ki sen bu yüksek puanı bu sebeple aldın!…” demek de tam olmasa bile yarım “McCarthycılık örneği” değil midir? “Bir çuval içindeki pirincin 3-5 taşını bulmak, temizlemek için hepsini heder etmek” e benzemez mi? “Bir çürük inciri bulacağın” diye, “Bir çuval incir berbat etmek” değil mi ?”
5-“Fetö’nün sohbet evlerine (Işık Evleri vb.) dinleyici olarak niye gittin? Onunla ve imamları ile telefonla niye konuştun?” ve hatta “FETÖ’nün süresiz yayın organlarına niye abone oldun?” ve Amerikan McCarthycılık örneğinden olarak, “Yolda giderken FETÖ’yü görünce ona niye selam verdin, el salladın?” a vs. vb. yönelik Emniyet ve Mahkeme soruları da daha büyük bir “McCarthycılık örneği” sayılmaz mı diye sormazlar mı?
Açıklama ve yorum: Ceza kanunlarına göre acaba, telefonla konuşmak suç unsuru sayılabiliyor mu? Telefon telefondur, herkes onunla, karşısındaki kimse ister tanıdık olsun isterse olmasın konuşur. Telefonunu ona başka birisi vermiştir. Üstelik de “suçlu üretmek” için maksatlı vermiştir. Modern hukukta telefon görüşmeleri çoğu zaman suç delili sayılmazlar. Adı üzerinde sestir ve yazılı bir kaydı yoktur ve her ses de kasıtlı ve hileli olarak taklit edilebilir. Bunlar hiç düşünülmüş müdür?
Saf vatandaşlarımız , FETÖ’nün “sohbet evleri” ne “ihtilalcilik öğrenmek, ihtilal yapmak” için değil de dinini öğrenmek için gitmiştir. Sen gerçekten Diyanet İşyeri Başkanlığı olaydın da bu görevi kendin yapaydın, vatandaşlarını kuşa, kurda kaptırmayaydın!… Öyle Diyanet İşleri Başkanları gördük ki, bu görevini yapmak söyle dursun, Gülen’in “yeteneği” ni “deşifre” bile edemeyerek, “şifreleri” ni de çözemediği halde, Gülen’in “yörüngesi” ne girip neredeyse kendisini onun yanında “gölge” de bırakmış, FETÖ’nün “Dinler Arası Diyalog Modern Misyonerlik Toplantıları” nda bunun başkanı Gülen’in yanı başında oturanlar hep Diyanet İşleri Başkanlarımız olmamış mıdır? Böyle Diyanet İşleri Başkanlığı olur mu? “Bıçak kemiğe dayandığı” sırada kalkıp da “FETÖ’nün İçyüzü” , “FETÖ Belası” yollu ve isimli kitaplar yazmanın ne faydası ve anlamı kalmıştır? Başkanlık için, 1957’den beri neredeydin diye sormazlar mı? Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan daha işin başı sayılabilecek 1971’de sizi “Bu adam ajandır” diye de uyarmamış mıydı? Sayın Erbakan’ın dışında, nedeyse bütün siyasi parti liderlerinin tamamına yakını Fethullah Gülen ve cemaatine hep az veya çok destek vermişlerdir.
“FETÖ’nün askeri, yargı, eğitim, medya, sermaye, ekonomi, siyasi ayakları vb. var” denilmiştir. Özellikle, “FETÖ Üçlü Katmanı” nın “tepesi” veya “zirvesi” nde yer alan “siyasi ayağı” na neden hiç inilememiştir? Fethullah Gülen’i 1957’den başlayarak, her seferinde adım adım palazlanmasına sebep olan, üst düzey yöneticiler, bürokratlar, generaller, amiraller kimlerdir? Cumhurbaşkanları, Başbakanlar (Özellikle “Gülen’in sarıp sarmalayıp 19 Mart 1999’da “Amerika’ya kaçıran” denilen Başbakan Bülent bu “günah” ının hesabını nasıl verecek? Tarih onu affedebilecek mi? Gülen, onun kendisine hizmetleri karşılığı sanki Peygamber imiş gibi –bunu diye bilmek hakkı peygamberlere mahsustur- “Senin yerin Cennettir” i niye diyebilmiştir?) Bakanlar, bütün Darbeci Amiraller, Generaller (Darbe günlerinde ,‘Kırmızı Bültenle Aranan” denilen Gülen’le 12 Mart 1971 Darbesinin Orgenerali Muhsin Batur, açık açı onunla nasıl görüşebilmiştir? Aynı şeyi niye 12 Eylül 1980 Darbesinin başı Orgeneral Kenan Evren de yapmıştır? Gülen, Peygamber midir ki, onun içini de “Sen Cennetliksin” diyebilmiştir? Milletimizin manevi ve maddi varlığını iyice sıfırlamaya matuf 28 Şubat 1999 Post –Modern Darbesinin baş mimarı generallerden Orgeneral Çevik Bir’e yönelik olarak da, onunla görüşürken “Buyurun bütün mal varlığım sizin olsun” u niye diyebilmiştir?
Mağdur Olanların Mağduriyetleri Giderilmelidir
“Tepedeki ve ortadaki bilinçli hainler” denilenlere ciddi ve kapsamlı bir ulaşmaktan ziyade, maalesef, dünyanın her yerinde darbeleri yapanlar, bunların öncüleri sanki hemşireler, hasta bakıcılar, mutfaklarda ustalar, öğretmenler, polisler, adliye kâtipleri ve mübaşirleri, gardiyanlar vb. imiş gibi olup bitenlerin içyüzüne vakıf olamayan, saf, masum ve hatta ‘“aldatılmış” ama aldatıldığını sonradan idrak edip görerek, Allah’tan “affını dilemiş” ve “tövbe” etmiş garibanlar, ekmeğini bile yemesini bilmeyenlerle uğraşmak, onları görevlerinden ihraç etmek, kodese atmak da “McCARTHYCILIK UYGULAMASI” anlamına gelmez mi?
Öncelikle, “toplumsal huzur” u sağlamak için bu “İBADET” katmanı ehlini mağduriyetlerinden kurtarmak, bu suretle onların “hayır” dualarını almak gerekmez mi? Zaten bütün olup bitenlerin içyüzlerini anlamışlar, vatanlarını korumak lehine iyice “bilinçlenmişler”, millet, hükümet ve devletlerine daha iyi bağlanmaya başlanmanın idrakine varmışlardır. “Ticaret ve İhanet Katmanları” hariç, bunların mağduriyetleri giderilemez mi? ve bunların yanında, hâlâ kodeslerde mağduriyetlerini yaşamaya devam eden “28 Şubat Darbesi Mağdurları” için de onları kurtarma yapılanmalarına gidilemez mi?
Dünyada darbeleri, yukarıda isimlerini zikrettiğimiz resmi meslek gruplarının en alt katmanlarından mazlum ve masumlar değil, hep “omuzu kalabalıklar” denilen “birinci” olarak üst düzey subaylar (generaller, amiraller) ve onların “bir alt rütbeli, omuzu kalabalık olmayan” “ikincil” yardımcıları subaylar yaparlar. FETÖ zaten, Orgeneral Evren – Başbakan Özal ikilisinin açtığı yoldan giderek 1986’da itibaren “askeri okullar, kurmaylık sınavları” sorularını “çalarak, hırsızlayarak” askeri okullara, kurmaylıklara adamlarını yerleştirip, bunlarda “darbe kadrolaşması” na erkenden gitmenin yanında, 2010 ‘lu yılların başlarından itibaren de “siyasi ve askeri kumpaslar” kurmak suretiyle, siyasette ve askeriyede “darbe kadrolaşması” nı tamamlayınca, “İsrail- (Anglo –Sakson) – Kıta Avrupası Şer Üçgeni” den aldığı emirler üzerine de 15 Temmuz 2016 Başarısız Askeri Darbesi yapmıştır. Zaten, ardı arkası bir türlü gelmeyen (nasıl oluyorsa?) “FETÖ’ cü Subaylar” tutuklamaları ve yargılamalarıyla “askeri ayağı” na az – çok inilmiş, ordumuz yeniden “temiz” e çıkarılmaya başlanmıştır. İşin esasına bakılırsa, “FETÖ ile Mücadele” de yapılanların aslı ve astarı budur. Bunun dışında fazla dallandırıp, budaklandırılmaya gerek var mıdır? Bu, düşünülmeli, iyi tahliller veya irdelemeler yapılıp, kesin bir sonuca varılarak toplumumuz rahatlatılmalı, “endişeler ve korku toplumu” olmaktan çıkarılmalıdır. Bir toplum, ilelebet bunlarla yaşayamaz!… Zaten Cumhuriyetimizin 98’inci yıl dönümünde bile, bu sebeplerden bölgemiz ve dünyada “süper gücü” olamadık. Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın Çanakkale Zaferimizin 106’ıncı yıl dönümünde dile getirdiği üzere, “süper güç” olamadığımız sürece düşmanlarımız, “Sevr Antlaşması” benzeri antlaşmaları yeniden gündeme getirerek biz bu topraklarda yaşatmak istemezler.
Bir toplumu ıslah etmenin, geliştirmenin, huzur ve barış içinde yaşatmanın en güzel metodu ve disiplinini peygamberimiz Hz. Muhammed sergilemiştir. Öncelikle, onu insanlara irşat için gönderen Allah’ın en başta gelen sıfatlarından birisi de “affedici olmak” tır. “Allah affedicidir, af edenleri sever” ibaresi Kur’an’dan bir ayettir.
Peygamberimiz de hayatı boyunca hep affedici olmuştur. Onun bu sıfatı olmasa, İslam dini güdük kalır, düşmanları çok olur, bütün dünyaya yayılamazdı. “Zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız”, “Nefret ettirmeyiniz, sevdiriniz”, “Affedici olunuz, Allah affedenleri” sever ve buna benzer pek çok hadis, söz onundur. Peygamberimiz, hayatında en azılı düşmanlarını, kendisini öldürmeye kalkışanları bile affetmiştir. Hayatta iken tek bir kişiyi affetmemiştir. O da Ka’b ibni Eşref isimli hiciv ustası bir şair olmuştur. Her yerde ve fırsatta etkili hicivleri ile Peygamberimizi ve İslamiyet’i yerden yere vurmuş, Hz. Muhammed onu, bunu yapmaması için defalarca uyardığı halde, bir türlü yola gelmeyince hayatında tek “idam cezası” olarak onun idam kararını onaylamıştır. Hatta, Onun zamanında hapis yatan bile olmamıştır. Peygamberimizin kurduğu “İslam Devleti” nde hiç hapishane yoktur, olmamıştır. Herkesi, hapishane dışında ıslah ederek topluma kazandırmıştır.
Daha yazılacak çok çok şey var. Sonuç olarak, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yazımızın girişine aldığımız “İt izi at izine karışmasın, kurunun yanında yaş da yanmasın” atalar sözü veya vecizesinden hareketle, “FETÖ İLE MÜCADELE” de daha akılcı, mantıklı, adaletli ve gerçekçi, Peygamberimiz gibi yerine göre affedici “Mücadele Metotları ve Disiplinleri” ortaya konulmalı, McCarthycılık’a yorumlanabilecek ve benzeri “topyekun potansiyel tehlike sendromları” ndan uzak durulmalıdır. Hükümetlere de “bet dualar” edebilecek ve belki de “tutacak” mazlumların ahının alınmasından sakınılmalıdır. Zira geleneğimizden olarak, “Mazlumların duaları tutar” denilmiştir.
FETÖ’ nün Amerika’dan verdiği mesaj ve emirler de zaten bunun içindir. “İmamları” denilen hainlere verdiği direktifler gereği, “Özellikle bütün imamlarımız kurtulmak için öncelikle itirafçı olsunlar ve kendilerini bununla geçici bir süre için kurtarsınlar. Suçlu, suçsuz herkesi ihbar ederek, özellikle de bununla, muhafazakarlar ve mütedeyyinleri AK Parti ve Cumhuriyet İttifakına iyice düşman hale getirerek, oy oranını iyice düşürüp iktidardan düşmesini sağlasınlar” direktifleri de dikkate alınarak, yargılamalarda usulsüzlükler, adaletsizliklerden ve MacCartıycılık örneklerinden hızla uzaklaşılmalıdır.
Bir darbe davasının tutuklamaları ve yargılamalarının 5 yıl sürdüğü (2016 – 2021) ve daha da süreceğe benzediği tarihte ve dünyanın neresinde görülmüştür? Toplumumuzun acilen barış ve huzura ihtiyacı vardır. “Korkular, kopukluklar ve endişeler toplumu ve cumhuriyeti ” olarak ilelebet yaşanılamaz. Milletimiz, bölgesinde ve dünyada Cumhuriyetimizin 98 yıl dönümünde bile süper güç olamamış ise, en önemli sebeplerinden birisi işte de bu olmuştur. Olup bitenlerden herkes, Allah nezdi ve tarih önünde sorumludur.