
DÜNYADA BİR EŞİ OLMAYAN GÖÇ MÜZESİ: ROTTERDAM’DAKİ FENİX
Türk Göçünün 61’inci Yılında Açılan Bir Bellek Mekânı
Hayırsever bir ailenin milyonlarca euro harcayarak yaptırdığı müzede, Türk göçmenler de yer alıyor.
Müzede, şahsımın çektiği bazı fotoğrafların bulunması, hayatımda yaşadığım en büyük gururlardan biridir.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Rotterdam’ın Katendrecht liman bölgesinde yükselen FENIX Museum of Migration, yalnızca bir müze değil, milyonlarca insanın yolculuklarını, umutlarını ve hatıralarını içinde barındıran dev bir bellek mekânıdır. Açılış tarihi de tesadüf değildir: 19 Ağustos günü, Hollanda’ya Türkiye’den göçün 61’inci yılı burada kutlanmış ve bu anlamlı etkinliğe ev sahipliği yapılmıştır.
Böylesine özel bir tarihte kapılarını açan FENIX, göçün hüzünlü ve umutlu öykülerini ziyaretçilerin gözleri önüne sererken, benim de hayatımdan ve arşivimden izler taşıyor.
GÖÇÜN LİMANINDAN GÖÇÜN MÜZESİNE
FENIX’in bulunduğu Katendrecht bölgesi, bir zamanlar Amerika’ya göç eden milyonlarca Avrupalının uğurlandığı limandı. Buradan ayrılan gemiler, daha iyi bir yaşam umuduyla yeni kıtalara yol alan aileleri taşıyordu. İşte bu tarihî bağlam, göç temasını bu müzeye adeta kader gibi işlemiştir.
Bina, Çinli mimar Ma Yansong’un yönettiği MAD Architects tarafından yeniden tasarlandı. En dikkat çekici öğelerden biri, 30 metreyi bulan ve “Tornado” adı verilen çift sarmal merdiven. Bu mimari eser, göçün karmaşıklığını, döngüsünü ve yükselişini simgeliyor.
GÖÇ HİKÂYELERİYLE DOLU SALONLAR
Müzenin en etkileyici bölümlerinden biri, “Valizler Labirenti”. Dünyanın dört bir yanından bağışlanan 2.000’den fazla valiz, sahiplerinin hikâyeleriyle sergileniyor. Her bir valizin ardında bir aile, bir yolculuk, bir umut, bazen de bir hüzün gizli. Ziyaretçiler bu labirentte dolaşırken, insanlığın ortak yolculuğuna tanıklık ediyor.
Bir diğer dikkat çekici sergi ise “The Family of Migrants”. Edward Steichen’in ünlü sergisinden esinlenen bu bölümde, göçün farklı dönemlerden ve coğrafyalardan yüzlerce fotoğrafla anlatıldığı geniş bir görsel arşiv sunuluyor.
Ve işte tam da burada benim hikâyem devreye giriyor. Çünkü müzede sergilenen kareler arasında benim çekmiş olduğum fotoğraflar da bulunuyor.
FOTOĞRAF ÇEKERKEN HİSSETTİKLERİM
Benim için fotoğraf, sadece bir görüntüyü sabitlemek değil; bir dönemin ruhunu, bir topluluğun heyecanını, bir yüzün umudunu, bir bakışın hüznünü ebedileştirmekti.
Geçmişte Hollanda’daki Türk toplumunun sosyal, kültürel, sportif ve dini faaliyetlerini fotoğraflarken, adeta onların hayatlarına eşlik ediyordum. Bir düğünde gençlerin coşkusunu, bir Ramazan akşamında iftar sofralarının paylaşımını, bir futbol sahasında ter döken çocukların enerjisini, bir kültür şenliğinde sahneye çıkan sanatçıların heyecanını objektifime yansıtırken; aslında kendi kalbime de kazıyordum.
Her kare, bir hatıranın geleceğe emanet edilmesi demekti. O günlerde içimde hep şu his vardı: “Bugün çektiklerim, yarının hafızasında bir belge olacak.”
FOTOĞRAFLARIMIN SERGİ YOLCULUĞU
Aradan yıllar geçti. Elimde biriken 15 bin fotoğraf, artık sadece benim değil, toplumun ortak hafızasına aitti. İşte bu fotoğraflardan bazıları önce Atlas Cultural Center’ın Türkiye ve Hollanda’daki sergilerinde görücüye çıktı. İnsanların kendi geçmişlerinden kareleri görünce yaşadığı duygusal anlara tanık olmak, bana tarifsiz bir sevinç verdi.
Center’a verdiğim 15 bin kadar fotoğraf, yukarıdaki kupürlerde görülen karelerden kaynaklanıyordu. Kupürlerdeki fotoğrafların orijinalleri, hem Hollanda’da hem de Türkiye’deki sergilerde yer aldı.
Ve şimdi, bu fotoğraflardan bazıları FENIX Museum of Migration’da sergileniyor. O dev müzenin salonlarında, dünya göç tarihinin görsel anlatımı içinde benim karelerimin de yer alması, hayatımda yaşadığım en büyük gururlardan biridir.
Benim için bu kareler; sadece bir gazetecinin ve fotoğrafçının emeği değil, aynı zamanda göçün içinden geçmiş bir toplumun aynasıdır. İnsanların yüzlerindeki gururu, özlemi, sevinci ve hüznü objektifimden geçerek artık evrensel bir belleğe dönüşüyor. Ve bu belleğin bir parçası olmak, hayatımın en anlamlı ödülü oldu.
MÜZE DEĞİL, TOPLUMSAL BULUŞMA NOKTASI
FENIX sadece bir sergi mekânı değil. Giriş katında yer alan “Plein” adlı dev alan, halka açık ve ücretsiz bir buluşma noktası olarak tasarlandı. Burada dil kursları, dans gösterileri, yemek etkinlikleri ve pazarlar düzenleniyor.
Ayrıca, Türk mutfağından esinlenen “Anatolian Café & Bakery” ve İtalyan dondurmacılığını yaşatan Granucci Gelato da ziyaretçileri ağırlıyor. Yani burası, yalnızca göçü anlatan bir müze değil, göçmenlerin kültürünü yaşatan bir yaşam alanı.
FENIX’in içindeki Anatolian Café & Bakery, Anadolu’nun simit, börek, baklava ve ayran gibi tatlarını Rotterdam’a taşıyor.
TÜRK GÖÇÜNÜN 61 YILLIK SERÜVENİ
FENIX, 16 Mayıs 2025’te açıldı. Açılışın hemen ardından, 19 Ağustos 1964’te Türkiye’den Hollanda’ya başlayan göç serüveni burada sembolik bir anlamla anıldı. Çünkü Hollanda’daki Türkler, göçün en önemli aktörlerinden biri.
Bugün Rotterdam sokaklarında Türkçe duyduğumuzda, market raflarında simit gördüğümüzde ya da sokak köşelerinde Türk kahvesi içtiğimizde, bunun ardında 61 yıllık bir emek, alın teri ve uyum süreci yatıyor.
BİR HAFIZA, BİR TANIKLIK VE BİR GELECEK
Dünyada göç üzerine böylesine kapsamlı ve etkileyici başka bir müze yok. FENIX, sadece göçün tarihini değil, göçmenlerin acılarını, umutlarını ve yarattıkları yeni hayatları da görünür kılıyor.
Benim için ise bu müze, bir gazetecinin tanıklığının, bir fotoğrafçının kadrajının ve bir göçmenin hikâyesinin evrensel belleğe dâhil olmasının en somut örneğidir. Göçün acılarını ve umutlarını bir araya getiren bu mekân, sadece geçmişi değil geleceği de anlatıyor.
Rotterdam’daki FENIX, göçün müzesinden öte, insanlığın müzesidir.
MÜZENİN KURULUŞU, AMACI VE MALİYETİNİN PERDE ARKASI
Kurucular ve Finansman
Müze, 2016 yılında hayırsever bir kuruluş olan Droom en Daad (Hayal ve Eylem) Vakfı tarafından başlatıldı. Vakfın başında, Amsterdam Rijksmuseum’un eski direktörü Wim Pijbes bulunuyor.
Finansman ise Hollanda merkezli Van der Vorm ailesi tarafından sağlandı. Aile, Holland–America Line gemicilik şirketiyle ilişkili olup, bu şirket göçmenlerin Avrupa’dan Amerika’ya taşınmasında önemli bir rol oynamıştır.
Yani girişimin tamamen kâr amacı gütmeyen, kültürel ve toplumsal bir misyona sahip olduğu ve hayırsever destekle finanse edildiği açıkça görülüyor.
NEDEN ESKİ BİR DEPO?
Müzenin yeri, Katendrecht yarımadasındaki eski Fenix depolarıdır. Bu yapı, 1923 yılında inşa edilmiş ve Holland–America Line’ın San Francisco depoları olarak hizmet vermiştir. Milyonlarca Avrupalı göçmen buradan gemilere binerek Amerika’ya yola çıkmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’nda ve sonrasında yangınlarla zarar gören yapı, “yeniden doğuş” yani “Fenix” metaforunu taşıması açısından birebirdir. Hem tarihî mirasın korunmasına hem de yerin anlamına dayanarak göç temasını somutlaştıran güçlü bir mekân sunar.
MALİYETLİ RESTORASYON VE MİMARİ VİZYON
Fenix II deposu, 2018’de Droom en Daad Vakfı tarafından satın alındı. Ardından 2020’de yenileme çalışmaları başladı ve yerel Bureau Polderman ekibiyle yürütüldü.
Restorasyon sırasında: Eski beton iç yapı büyük ölçüde korunarak yeniden kullanıldı; cephe ve tavanlar camla değiştirildi. Böylece mekân hem ışık alan hem de modern bir görünüme kavuştu.
AMAÇ: GÖNÜLLÜLÜK MÜ, KAZANÇ MI?
Bu girişim, açıkça kâr amacı gütmeyen kültürel bir projedir.
Amaç, kâr elde etmek değil; göç deneyimlerini sanat ve mimari aracılığıyla görünür kılmak, insanileştirmek, duygusal bir bağ kurmak ve göçün evrensel olduğunu göstermektir.
Müze, göçmenlerin taşıdığı umut, zorunluluk, hasret gibi duyguları anlamak üzerine bir belleğe dönüşüyor. Müdire Anne Kremers’in vurguladığı gibi: “Göç, biyolojik bir ihtiyaçtır; politik değil, insanidir.”
Müzenin kuruluş süreci, Hollanda’daki güçlü hayırseverlik geleneğinin bir ürünü. 2016’da kurulan Droom en Daad Vakfı projeyi üstlendi, finansmanı ise Hollanda’nın köklü iş dünyası ailesi Van der Vormlar sağladı. Vakfın başında Rijksmuseum’un eski direktörü Wim Pijbes bulunuyor.
Vakıf Başkanı Wim Pijnes ve patron Nico van der Vorm
Müzenin adresi de tesadüf değildir. FENIX, 1923’te inşa edilen eski bir liman deposunda hayat buldu. Bu depo, 20’nci yüzyılın ilk yarısında Avrupa’dan Amerika’ya yola çıkan milyonlarca göçmenin kalkış noktasıydı. İkinci Dünya Savaşı’nda hasar gören ve yıllar içinde harabeye dönen yapı, yeniden dirilişi simgeleyen anlamıyla seçildi. Müzenin adı da buradan geliyor: “Küllerinden doğan Anka kuşu” yani Fenix.
Restorasyon için milyonlarca euro harcandı. 2018’de satın alınan depo, 2020’den itibaren yenileme çalışmalarına alındı.
Tüm bu çalışmalar, kâr amacıyla değil; göçün evrensel hikâyesini görünür kılmak ve insana dair ortak bir deneyimi paylaşmak için gerçekleştirildi. Müzenin yöneticileri, “Göç politik değil, insani bir olgudur” diyerek vizyonlarını ortaya koyuyor.
HOLLANDA’NIN EN ZENGİN AİLELERİNDEN VAN DER VORMLARIN SERVET HİKÂYESİ
Rotterdam’ın köklü ailelerinden Van der Vormlar, bugün 9 milyar euroyu aşan servetleriyle Hollanda’nın en zengin ikinci ailesi konumunda. İş dünyası dergisi Quote, ailenin sadece bir yıl içinde 200 milyon euro daha kazandığını yazdı. Peki bu dev servetin ardında nasıl bir hikâye var?
Kendir, kenevir ve keten lifinden ip, halat, kumaş üreten ve ticaretini yapan ‘Vlasçı’ (keten tüccarı) bir ailenin oğlu, Rotterdam’ın liman devi oldu.
Ailenin servetinin temelini atan Willem van der Vorm (1873-1957), aslında mütevazı bir kökene sahipti. Rotterdam yakınlarındaki IJsselmonde’da bir keten çiftçisinin oğlu olarak doğdu. 1890’da şansını denemek için Rotterdam’a taşındı. Önce çıraklık yaptı, sonra muhasebecilik eğitimi aldı ve Scheepvaart & Steenkolen Maatschappij (SSM) adlı kömür ve denizcilik şirketinde çalışmaya başladı.
Kısa sürede yükseldi, 1905’te şirketi devraldı ve kömür ticaretini büyüttü. 1930’larda şirketi gizli bir anlaşmayla satmasına rağmen, dışarıda hâlâ patron olarak görüldü. Satıştan elde ettiği sermayeyle arazi, sanat ve farklı iş alanlarına yatırım yaparak Rotterdam limanının en güçlü isimlerinden biri haline geldi.
HOLLAND AMERİKA LİJN İLE YÜKSELİŞ
1930’lu yıllarda Van der Vorm ailesi, Rotterdam ile Amerika arasında seferler yapan Holland Amerika Lijn (HAL) şirketine girdi. HAL’ı onlar kurmamıştı, ancak şirket iflasın eşiğine gelmişti. Willem’in de aralarında olduğu bir girişimci grubunun desteğiyle şirket kurtarıldı. Bu hamle aileye ciddi hisse ve yönetim kurulunda bir koltuk kazandırdı.
CRUISE TURİZMİ DÖNEMİ
1957’de çocuksuz Willem öldüğünde, servet yeğenlerine geçti. Yeğen Willy van der Vorm, 1960’ta HAL’ın başına geçti. Ancak o dönemde okyanus yolcu taşımacılığı, uçakların yükselişiyle cazibesini yitirmişti. Willy, şirketi batmaktan kurtarmak için yeni bir strateji geliştirdi: gemileri cruise turizmine yönlendirdi. Bu hamle, ailenin servetini korumasını sağladı. 1959’da inşa edilen SS Rotterdam gemisi, o dönemin sembolü oldu.
Willy’nin 1963’te ölümünden sonra görevi Nico van der Vorm devraldı. 1970’lerde büyük bir dönüşüm yaptı; yük taşımacılığını sattı, cruise işini büyüttü. Hatta Hollandalı mürettebatı daha ucuz Asyalı işçilerle değiştirdi. Şirketin merkezi de Rotterdam’dan ABD’ye taşındı.
1,2 MİLYAR GULDENLİK SATIŞ VE YATIRIM İMPARATORLUĞU
Baba Nico ve oğul Martijn van der Vorm
1988’de Nico ve oğlu Martijn, cruise işini Amerikalı bir rakibe sattı. Bu satıştan 1,2 milyar gulden (yaklaşık yarım milyar euro) gelir elde edildi. Ancak aile bu parayı harcamak yerine bir yatırım şirketine, yani HAL Investments’a dönüştürdü.
HAL Investments, denizcilik ve enerji şirketlerine yatırım yaptı. Daha sonra Pearle optik mağazaları alındı, bu girişim küresel GrandVision zincirine dönüştürüldü. 2015’te GrandVision borsaya açıldı, aile milyarlar kazandı. Sonraki yıllarda CoolBlue gibi popüler şirketlere ortak oldular, Eneco enerji şirketi için de adı geçen alıcılar arasında yer aldılar.
SERVET 16 KAT BÜYÜDÜ
Van der Vorm ailesinin başarısının sırrı, her dönemin koşuluna hızla uyum sağlamasında yatıyor. Rotterdam’ın liman gücünden, havacılığın deniz taşımacılığını bitirişine; cruise turizminin yükselişinden modern yatırım dünyasına kadar her değişime adapte oldular.
En önemlisi, elde ettikleri parayı savurganca harcamadılar; hep yeniden yatırım yaptılar. Bu sayede, 1988’de cruise işini sattıktan sonra aile servetini 16 kat artırmayı başardı.
Bugün Van der Vormlar, zaman zaman eleştirilen kararlarına rağmen, hâlâ Hollanda’nın en güçlü ve en zengin ailelerinden biri olarak dikkat çekiyor.
ZENGİNLİK PAYLAŞILINCA GÜZEL: VAN DER VORM AİLESİ 1000 YOKSUL AİLENİN BORCUNU DEFALARCA ÖDEDİ.
Düşünün ki, Hollanda’da binlerce kişi başını borçtan kaldıramıyor. Her ay kapılarına dayanan mektuplar, telefonlar, icralar… Hayatları kâbusa dönmüş. İşte tam bu noktada, Van der Vorm ailesi yeniden elini uzatıyor ve “Sen artık borçlu değilsin” diyor.
Evet, yanlış duymadınız. Felix Müzesi’nin kurucu ailesi Van der Vorm, geçmişteki üç yıl olduğu gibi, önümüzdeki üç yıl da 1000 ailenin borcunu tamamen silecek.
Aileye ait “Nieuw Vaarwater” (Yeni Akıntı) Vakfı, borçlu aileler adına alacaklılarla masaya oturuyor, pazarlık yapıyor. Sonra da aileye bağlı başka bir fon olan “Fonds de Loods”, borcun tamamını ödeyip dosyayı kapatıyor. Yani o aileler bir daha borç diye uyanmıyor sabahlara…
Van der Vorm ailesi aslında hayır işlerine yabancı değil. Daha önce Rotterdam’daki ünlü Boijmans van Beuningen Müzesi için kesenin ağzını açmışlardı. Yine enerji krizinde fatura ödeyemeyen binlerce dar gelirli aileye 15 milyon euro yardım etmişlerdi.
Çoğu zengin, bağışlarını reklam yapar gibi duyurur. Van der Vorm ailesi ise tam tersine, sessizce ve alçakgönüllülükle yapıyor yardımlarını…
Onlar için mesele şöhret değil, gerçekten ihtiyaç sahibine nefes aldırmak.
Bir yanda milyarlarca euroya sahip aileler… Diğer yanda üç kuruş borç yüzünden hayatı kararan insanlar… Van der Vorm ailesi işte bu uçurumu kapatmak için adım atıyor. Bu sadece 1000 ailenin değil, aslında tüm toplumun yükünü hafifletiyor.
Bazen zenginlik serveti artırmakla değil, paylaşmakla büyüyor.
Ve işte son nokta… Rotterdam’ın köklü Van der Vorm ailesi, sadece kültür ve sanata değil, en çaresiz anlarında insanlara da el uzatarak örnek bir tavır sergiliyor. Yüzlerce aileyi borç yükünden kurtarmak, yalnızca ekonomik bir destek değil; insanlığa bırakılmış bir umut mirasıdır.