
Sokakların asi çocuğu Hollanda’nın en parlak medya adamı oldu.
“Kitaplar hayatımı kurtardı. Eğer okumaya başlamasaydım, ya hâlâ hapisteydim ya da mezarda.”
“500 ünlü ve 500 Başarılı Kadın” araştırmamdan sonra, bir ünlü ve başarılı erkek: Özcan Aksoy
Bu haberi çok geç yayınladığım için, okurlarımdan özür diliyorum.
İlhan KARAÇAY yazdı:
Hollanda’daki Türk toplumu hakkında kalem oynatan bir gazeteci-yazar olarak, yakın zamandaki en kapsamlı çalışmalarımın başında, “Hollanda’da Ünlü Türk Kadınları” ve “Hollanda’da Başarılı Türk Kadınları” adlı araştırmam geliyor. O araştırmada tam 500 ünlü Türk kadının ve 500 de başarılı Türk kadının hikâyesini yazdım. KADIN Dergisi tarafından yayınlanacak olan bu araştırmayı tamamladıktan sonra, zihnimin bir köşesinde hep şu soru asılı kaldı:
BİR ERKEĞİN HİKÂYESİ
Kadınların başarı öykülerini yazarken hep aklımda şu soru vardı: “Peki ya erkekler?”
Hollanda’da gurur duyduğumuz birçok erkek var. Ama kadınların açtığı yolda tek bir erkeğin hikâyesini seçmem gerekseydi, hiç tereddüt etmeden Özcan Akyol’u yazardım.
Niçin mi? Çünkü Akyol, yalnızca bireysel bir yükselişin değil; sınıfsal, kültürel ve duygusal katmanlarıyla kolektif bir dönüşümün hikâyesidir: Cezaevi koğuşundan kütüphane raflarına; sokak aralarından edebiyatın merkezine; “yaramaz çocuk” etiketinden kanaat önderliğine uzanan bir yolculuk…
GEÇ YAZILAN BİR HABER
Özcan Akyol’u yirmi yılı aşkın bir zamandır tanıyorum; önce Algemeen Dagblad’taki köşe yazılarından, sonra kitaplarından ve televizyon ekranındaki varlığından. Onunla hiç oturup sohbet etmedim, elini sıkmadım, bir kahve içmedim. Bu mesafeyi özellikle vurguluyorum, çünkü şimdi hakkını teslim ederek övgüyle anlatacağım bu adamı, şahsi bir yakınlık ya da dostluk nedeniyle parlatmadığımın kanıtıdır.
O, Hollanda’da Türk kökenli nice yazar, sanatçı ve ekran yüzü arasında belki de en sıra dışı hikâyeye sahip olanıdır. Çünkü onun yolculuğu sıradan bir başarı öyküsü değil, adeta bir yeniden doğuş hikâyesidir: Karanlık sokaklardan, cezaevi koğuşlarından; kitap raflarına, radyonun ve televizyonun merkezine; oradan da ülkenin en yüksek kültürel platformlarına uzanan bir serüven…
Gençliğinde şiddetle, suçla, polisle, hapishane duvarlarıyla tanıştı. Daha on sekiz yaşına varmadan, Scheveningen Cezaevi’nin ağır kapıları ardında demir parmaklıkların soğukluğunu hissetti. Çoğu insan için bu, hayat defterinin kapandığı andır. Ama onun için başlangıç oldu. Bir gardiyanın tavsiyesiyle cezaevi kütüphanesinde eline aldığı ilk kitap, kaderinin yönünü değiştirdi. Sayfalar ilerledikçe, kelimeler çoğaldıkça, içindeki öfke yerini düşünceye, yıkıcılık yerini yaratıcılığa bıraktı.
Ve yıllar sonra aynı adam, artık “suç dosyalarıyla değil, edebiyat dosyalarıyla” anılan biri oldu. O genç mahkûm, bugün Hollanda saraylarının protokol listelerinde onur konuğu olarak yer buluyor. Dün hücrede tek başına yazı karalayan çocuk, bugün milyonlara hitap eden bir televizyon figürü…
Onu ayrıcalıklı kılan bir başka ayrıntı da ismiyle başladı. Hollandalılar “Özcan” ismini telaffuz etmekte zorlanıyordu. Bir gün kısaca “Eus” dediler. O an belki sıradan bir kolaylıktı, ama farkında olmadan Hollanda kültür hayatına yeni bir imza armağan edilmiş oldu. “Eus”, artık bir takma ad değil, bir markaya, bir sembole dönüştü.
Bugün onun Türkiye’nin çeşitli şehirlerini dolaşarak hem ailesiyle hem de Anadolu insanıyla yaptığı röportajlar, geniş kitleler tarafından ilgiyle izleniyor. Hem Hollanda toplumunu kendi kökleriyle tanıştırıyor, hem de Türk toplumunu Hollanda’daki bir başarı öyküsüyle gururlandırıyor.
Ve şimdi samimiyetle söylüyorum: Hollanda’da böylesi bir ünlü Türk’ü, bugüne kadar sizlere tanıtmamış olmaktan yalnızca derin bir üzüntü değil, aynı zamanda bir gazeteci olarak utanç duyuyorum. Ama geç de olsa, bu satırlarla görevimi yerine getiriyor olmanın huzuru içindeyim.
İşte size, hapisane duvarlarından saraylara uzanan, muhteşem Türk Özcan Akyol’un, nam-ı diğer Eus (Öz)’ün hikâyesi…
DEVENTER’İN ÇOCUĞU: AİLE, MAHALLE, KADER
1984’te Deventer’de, bir Türk işçi ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelir Özcan Akyol. Evde üç şey eksiktir: sevgi, eğitim ve güvenlik. Babası fabrikada çalışan, okuma-yazma bilmeyen; yıllar içinde alkolle boğuşan bir adamdır. Anne ise temizlik işlerinde didinen, fedakâr bir emekçidir.
Aile, diğer birçok göçmen gibi “üç yıl çalışıp memlekete dönmek” niyetiyle gelmiştir. Ama o üç yıl, kalıcı bir hayata dönüşür.
80’ler ve 90’ların Deventer’inde, “zwarte school” (siyah okul) diye anılan dezavantajlı okullarda büyür. Dil bariyerleri, düşük beklentiler, sürekli önyargılar… Küçük Özcan’ın öğretmeni ona, “Senin yerin sarışın çocukların arasında değil” diyerek atheneum (yüksek lise) yolunu kapatır, onu mavo (orta okul hattına iter.
Bu haksızlık, onun içindeki öfkeyi ve meydan okuma duygusunu daha da kabartır.
DÜZENSİZLİKTEN SUÇA: KAYIP YILLAR
Evde sevgisizlik, okulda itilmişlik…
Böyle bir çocuk için sokak tek kaçış yoludur. Ama sokak, kucak açmaz; aksine, yeni sorunlar üretir.
Kavgalar, yanlış arkadaşlıklar, küçük suçlar derken polisle yolları kesişir. Daha 18 yaşına bile girmeden, Scheveningen Cezaevi’nin demir kapıları ardına kapanır.
Dışarıdan bakanların çoğu için artık “dosya kapanmıştır, bu çocuk kaybolur, hayatı biter.”
Ama kader, en keskin dönüşlerini bazen en dar koridorlarda saklar.
KIRILMA ÂNI: CEZAEVİ KÜTÜPHANESİ
Özcan Akyol (Eus): “Taal heeft mij gered” – Coevorder Nieuws
Bir gardiyanın basit bir tavsiyesi, hayatını değiştiren kıvılcım olur: “Git kütüphaneye, kitaplara bak.”
Başta sadece vakit öldürmek için raflara uzanır. Önüne çıkan ilk kitaplar Baantjer’in polisiye romanlarıdır. Derken başka yazarlar: Maarten ’t Hart, Jan Cremer…
Okudukça kelimeleri çoğalır, kelimeler çoğaldıkça düşünceleri büyür. İşte o günlerde zihnine ilk kez şu cümle düşer: “Benim de anlatacak bir hikâyem var. Hem de kimsenin böyle anlatmadığı bir hikâye…”
Artık kitaplar onun için sadece zaman öldürücü değil, kaderini yeniden yazan birer araçtır.
Sokağın kaba dili yavaş yavaş yerini edebiyatın inceliğine bırakır.
Koğuşta kurduğu cümleler, yıllar sonra ülkenin gündemine damga vuracak bir yazarlığın ilk taslaklarına dönüşür.
İLK BÜYÜK ADIM: YAZARLIĞA YÜRÜYÜŞ
Tahliye olduktan sonra yeniden eğitime sarılır. Önce Deventer’de ROC Aventus, ardından Windesheim Gazetecilik ve kısa bir süre de Vrije Universiteit Amsterdam’da Hollanda dili eğitimi…
2011’de, 11 Eylül kuşağını konu alan bir derlemede yayımlanan kısa öyküsü “Zero Impact”, küçük ama önemli bir adımdır. Kendi hikâyesini yazmaya hazırlandığını gösterir.
Ve 2012’de büyük patlama gelir:
İlk romanı “Eus” yayımlanır.
Yarı otobiyografik nitelikteki bu eser, yalnızca bir hafta içinde on binlerce satılır. Kısa sürede yüz binlere ulaşır, film hakları alınır, Hollanda basını onu konuşmaya başlar.
“EUS”UN GÜCÜ
“Eus”, sıradan bir roman değildir.
Bir göçmen çocuğun hikâyesini bütün çıplaklığıyla ortaya koyar.
Göçmen gençler için: “İlk kez kendimizi bu kadar gerçek gördük” dedirtir.
Hollandalı okurlar için: Gazete manşetlerinin ötesinde, içerden bir sesle yüzleşme imkânı verir.
Roman, önyargılar ile gerçekler arasındaki uçurumu gösterir.
Kimi zaman suç ile şefkat arasındaki ince çizgide gezinir.
Okur, ötekinin hikâyesini okurken aslında kendi toplumunu da sorgular.
İKİNCİ ROMAN: “TURİS” (2016)
Eus’un ikinci romanı “Turis”, bu kez aileyi ve özellikle baba figürünü merkeze alır.
Bir oğlun, babasının çifte hayatı olduğu şüphesiyle açtığı kapılar…
Metin yalnızca kişisel bir hesaplaşma değildir. Göçmen ailelerde otorite, erkeklik, utanç ve sırlar üzerine güçlü bir sorgulamadır.
Okur içinse daha da derindir: Çünkü bireysel travmaların aslında toplumsal kökleri olduğunu cesurca hatırlatır.
OLGUNLUK DÖNEMİ: DENEMELER VE ROMANLARLA MERKEZE YÜRÜYÜŞ
“Generaal zonder leger” (2020)
Hollanda’da her yıl düzenlenen Boekenweek için kaleme aldığı bu deneme, Akyol’un yalnızca hikâye anlatan değil, aynı zamanda tez ortaya koyan bir yazar olduğunu kanıtlar.
Konusu: dil, sınıf ve fırsat eşitliği.
Yazdığı metin yalnızca edebiyat çevrelerinde değil, toplumun geniş kesimlerinde tartışılır. Kitap listelerinde zirveye çıkar. Bu, bir “aykırının merkeze taşındığı” sembolik bir andır.
YOLA DÜŞEN METAFOR: “AFSLAG 23” (2023)
Otoyoldaki bir çıkış rampasından adını alan roman, kimlik ve aidiyet üzerine yeni bir dönemeçtir.
Dili daha sade, anlatımı daha olgun, duyguları daha derin…
Okur üzerinde güçlü bir etki bırakır.
Artık genç bir “asi” değil, olgun bir yazardır.
MİKROFON VE KAMERA ÖNÜNDE: EDEBİYATI YAYMAK
Eus, sadece kitaplarıyla değil, radyo ve televizyon programlarıyla da Hollanda’da farklı bir ses olmayı başardı. Onun amacı yalnızca eğlendirmek değil, insanlara hikâyelerini anlattırmak ve dinleyerek bağ kurmaktı.
RADYO: “ONZE MAN IN DEVENTER”
NPO Radio 1’de gece yarısı yayımlanan bu programda, konuklar Akyol’un evine gelir.
Masada çay vardır, fonda sessizlik… Şöhretle sıradanlık arasındaki duvar kalkar.
Bu samimiyet ona iki kez Nachtwacht Ödülü kazandırır.
Dinleyiciler onun sesinde eksik olan “içtenliği” bulur: Az konuşur, çok dinler.
TELEVİZYON: BERBER KOLTUĞUNDAN BÜYÜK STÜDYOLARA
De Geknipte Gast (BNNVARA): Bir berber koltuğu, makas sesi ve göz teması… Konuklar şöhretlerini unutur, en insanî yanlarını paylaşır.
Sterren op het Doek (MAX): Hollanda kültür hayatının tam merkezinde bir sunuculuk. Eus, artık “merkeze kabul” edilmiş bir figürdür.
De neven van Eus (NTR): Türkiye ve Avrupa arasında köprüler kurar, göç ve kimlik meselelerini işler.
Eus in Medialand, Dwarse Denkers, Vrijdenkers, Eus’ Boekenclub…
Futbol sevgisiyle: Home of Eus / 120 Jaar Go Ahead Eagles (ESPN).
Ayrıca Vandaag Inside programında tartışmalara katılır. Ama onun farkı, polemiği bilgi ve deneyimle beslemesidir.
Ayrıca Zomergasten’da (NPO) yaptığı açıklamalar, göçmen emeğinin Hollanda’ya gelişindeki iktisadi motivasyonu vurgular: “Bu, solun ithali değil; sağcı, varlıklı işverenlerin işgücü ihtiyacıydı. Devlet ise sonuçlarını kurgulamakta geç kaldı.”
TARTIŞMALAR: CESARETİN BEDELİ
Özcan Akyol, cesur eleştirileriyle hem Türk toplumundan hem de Hollanda kamuoyundan tepkiler aldı.
Türk kökenli bazı çevreler onu “milliyetçiliğe ve katı dindarlığa karşı” sözleri nedeniyle eleştirdi.
Hollanda’da ise kimi çevreler onu “aşırı özgüvenli” buldu.
Ama o, tavrını hiçbir zaman gizlemedi:
Alevi-Türk kökenden geldiğini, agnostik bir duruşu benimsediğini, en çok da “yalan, riyâ ve şiddete” karşı olduğunu açıkça söyledi.
2018’de aday gösterildiği Pim Fortuyn Ödülü’nü reddetmesi de aynı tavrın göstergesiydi. Gerekçesi çok netti: “Bu ödül birleştirmek yerine ayrıştırıcı bir etki yapıyor. Ben ise bağlayıcı olmak istiyorum.”
Böylece kendi şöhretini büyütmek yerine, sözünün etkisini korumayı seçti.
ÖZEL HAYAT: KAOSTAN HUZURA
Bir zamanlar sevgisiz büyüyen çocuk, bugün sevgi üreten bir baba…
Özcan Akyol, gazeteci Anna van den Breemer ile evli ve iki çocuk babasıdır.
Çocukken eksik kalan “huzurlu ev” hayalini şimdi kendi yuvasında inşa etmeye çalışıyor. Onun için artık “başarı” sadece kitap, ödül ya da şöhret değil; en çok da huzurlu bir aile ortamıdır.
FUTBOL, KENT, AİDİYET: GO AHEAD EAGLES
Deventer’in Süper Lig takımı Go Ahead Eagles, Akyol’un kent kimliğini ayakta tutan en güçlü bağdır.
ESPN için hazırladığı “Home of Eus” ve “120 Jaar Go Ahead Eagles” projelerinde futbolu bir sosyoloji laboratuvarı gibi işledi:
Tribünlerde sınıf farkları, kökenler, umutlar ve hayal kırıklıkları aynı tezahüratta birleşir.
Eus’un sözleriyle:
“Futbol, bir kentin toplu özgeçmişidir.”
ÖDÜLLER, LİSTELER, TESCİLLER
Özcan Akyol, sadece kitap satışlarıyla değil, kazandığı ödüllerle de Hollanda kültür hayatında yerini sağlamlaştırdı:
Beste Overijsselse Boek (2012)
Cultuurprijs Overijssel (2016)
Gulden Adelaar – Deventer (2017)
Zilveren Nipkowschijf (2018) – De Neven van Eus için
Nachtwacht Ödülü (2019, 2022) – Onze Man in Deventer için
Bestseller 60 notları:
Eus (2012) — En iyi sıra: 13, 12 hafta listede
Turis (2016) — En iyi sıra: 7, 7 hafta listede
Generaal zonder leger (2020) — 1 numara (2 hafta), 3 hafta listede
Afslag 23 (2023) — En iyi sıra: 5, 16 hafta listede
KISA KRONOLOJİ
1984: Deventer’de doğum
2002 civarı: Suça sürükleniş, Scheveningen Cezaevi
2011: İlk öykü “Zero Impact”
2012: Eus yayımlandı
2016: Turis / Toerist
2017–: De neven van Eus (NTR)
2018: Eus in Medialand, Zilveren Nipkowschijf
2019: Sterren op het Doek sunuculuğu, De Geknipte Gast, Nachtwacht Ödülü
2020: Generaal zonder leger – Boekenweek denemesi, 1 numara
2021–: Eus’ Boekenclub, Vrijdenkers, Dwarse Denkers, Home of Eus
2022: Nachtwacht Ödülü (2. kez); Eus’ün tiyatro uyarlaması
2023: Afslag 23
2024–25: Radyo, TV ve köşe yazıları devam ediyor
10 ANEKDOT
1-GTST tercümesi: Çocukken annesine televizyon dizisini tercüme ederken “Ludo’nun açlığı”nı “mutfağa” diye çevirmesi.
2-Okulda itilme: Atheneum yerine mavoya yönlendirilmesi ve “ispat hırsı.”
3-Banka tercümanı: 12 yaşında kardeşinin ipotek görüşmesinde yetişkin gibi çeviri yapması.
4-Cezaevi kütüphanesi: İlk Baantjer polisiye kitabı, yazarlığa giden yolun kıvılcımı.
5-İlk yazı: “Zero Impact” küçük bir metin, büyük bir kapı.
6-İlk romanın şoku: Eus’un bir haftada on binlere ulaşması.
7-Redd-i ödül: Pim Fortuynprijs adaylığını geri çevirmesi.
8-Okul ziyaretleri: Sessiz bir öğrencinin ilk kez söz alması.
9-Tribün sözü: “Futbol, kentin toplu özgeçmişidir.”
10-Evde radyo: Gece yarısı mutfakta kurduğu küçük stüdyo — Hollanda’nın en samimi frekansı.
GENÇLERE VE EĞİTİME DAİR 12 DERS
1-Dil merdivendir: Kelime çoğaldıkça ihtimal çoğalır.
2-Okul kader değildir: Yanlış yönlendirme tersine çevrilebilir.
3-Okuma hayat kurtarır: Cezaevinde bile.
4-Sırları açın: Ev içi şiddet ve sırlar, konuşulunca iyileşir.
5-Kendini yaz: Herkesin anlatacak özgün bir hikâyesi var.
6-Merkez dışı kıymettir: Kenar mahalle, büyük edebiyatın ham maddesidir.
7-Çifte bakış: Hem göçmenin hem Hollandalının gözünden bak.
8-Cesaret & Nezaket: Sert sözü, medeni üslupla söyle.
9-Aidiyet çoğuldur: Deventer de, Anadolu da senindir.
10-Hata sermayedir: Düşüşler anlatının en güçlü bölümleridir.
11-Mikrofon sorumluluktur: Medyada görünürlük = etik ödev.
12-Aileyi yeniden kur: Geçmişin açığını gelecekte kapat.
YAZAR OLARAK GÜÇLÜ YANLAR
Anlatı dürüstlüğü: Kendi kusur ve düşüşlerini saklamaz.
Dil ekonomisi: Kısa cümle, kuvvetli etki.
Sosyolojik radar: Sınıf, din, milliyetçilik, medya…
Medya okuryazarlığı: Mikrofon ve kamera disiplinini yazıya taşır.
Okurla mesafe: Yakın, ama popülizme düşmeden.
TOPLUMSAL YORUM: ÇOK KÜLTÜRLÜLÜĞÜN DOĞRU OKUNUŞU
Özcan Akyol’un sürekli vurguladığı temel noktalardan biri şudur: Türk misafir işçilerin Hollanda’ya gelişi, bazı kişilerin iddia ettiği gibi ideolojik bir sol proje değildi. Aslında bu, ucuz iş gücüne acilen ihtiyaç duyan sağcı, varlıklı işverenlerin girişimiydi. Buna karşılık hükümet yavaş davrandı ve toplumsal sonuçları büyük ölçüde kendi hâline bıraktı.
Bu gerçekçi analizle Akyol, basitleştirici ve çoğu kez suçlayıcı söylemlere bir alternatif sunuyor. Tartışmayı sloganlardan ve duygulardan uzaklaştırarak tarihsel ve ekonomik bir perspektife oturtuyor. Böylece göçün bir komplo ya da başarısızlık değil, etkileri ancak çok sonraları fark edilen sosyo-ekonomik bir süreç olduğunu gösteriyor.
Onun mesajı, hem Hollandalı hem de Türk okurlar için açık ve evrenseldir:
“Önyargılar yerini bilgiye, sloganlar yerini gerçek hikâyelere bırakmalıdır.”
Böylece Akyol, sadece yazar ya da sunucu değil, aynı zamanda topluluklar ve kuşaklar arasında köprüler kuran bir kamusal düşünür olarak konumlanıyor.



