
GÜNÜNÜZ BATI MEDENİYETİNİN ÇÖKÜŞÜNÜN DİĞER BİR KISIM ÇÖZÜMLEMELERİ VE YENİ MEDENİYET TASAVVURLARI
Süleyman KOCABAŞ
Giriş
VIII. BÖLÜM
İncelememizin buraya kadar olan bölümlerinde, “Batı Medeniyetinin Çöküşünün Çözümlemeleri ve Yeni Medeniyet Tasavvurları” dile getirirken genelde Alexis Carrel ve yer yer de Albert Schawitzer’in çözümlemeleri üzerinde durduk.
İncelememizin bundan sonraki birkaç bölümünde ise, genelde büyük özetlemeler yaparak diğer bir kısım Batılı filozoflar, fikir ve düşünce adamlarının çözümlemeleri ve yeni medeniyet tasavvurlarını dile getireceğiz. .Bunlar isim isim ele alınmak suretiyle işlenecektir.
René Guénon: “Modern Dünyanın Bunalımı”
Günümüz Batı Medeniyetinin mana dünyasını tümüyle inkar ile yalnızca maddeye önem veren, iyi veya kötü her şeye yalnızca insan aklı ve iradesiyle karar verilebileceği, insanlar arasında “kardeşlik, sevgi ve dostluk” un ancak bu yolla sağlanabileceğine yönelik olarak bir hastalığı “Hümanizm” in varlığı ve eleştirisi olmuştur.
Hümanizm, Avrupa’da Rönesans hareketiyle kendisini gösteren felsefi bir cereyandır. Taraftarları tarafından yayınlanan “Hümanist Manifesto”da tanımlaması şöyle yapılır:
“Hümanizm, doğaüstücülük olmaksızın, insanlığın daha iyi bir konumda olmasını arzulayan kişisel olarak kendisini gerçekleştirerek, bir yaşam sürmeye öncülük etme kabiliyetimiz ve sorumluluğumuz olduğunu savunan ilerici bir yaşam felsefesidir.” (Daniel Smıth, Tarihi Değiştiren 150 Buluş ve Kavram Büyük Fikirler Kitabı, Çev. M. Demirkıran, Salon Yayınları, Konya, 2018, s. 148)
En kısa tanımlamasıyla, “İnsanın kendisini Tanrı yerine koyması” demek olan ve “Sekülarizm –Laisizm felsefi ve siyasi yapılanması” nın da öncüsü Hümanizm’in Batı ve bütün insanlık dünyasına getirdiği yıkım hakkında René Guénon (1886 -1951), kendisi daha sonra Müslüman olan ve Abdülvahit Yahya adını alan Batılı düşünür şunları yazar: “Rönesans zamanında itibar kazanan ve modern uygarlığın yapacaklarını çok önceden belirleyen bir kelime vardı: ‘Hümanizm’ (Hüma, Fransızca bir kelime olup sözlük anlamı kutluluk, saltanat demektir). Hümanizm, aslında, her şeyi katıksız insani ölçülere indirgeme, insanı aşan bütün ilkeleri saf dışı bırakma, mecazi olara söylersek, yeryüzüne sahip olma bahanesiyle göklerden yüz çevirme meselesi olmuştur. Rönesanscıların izlediklerini söyledikler Yunanlılar bu konuda hiçbir zaman, hatta ‘entelektüel’ çöküşlerinin en ileri aşamasında bile bu kadar ileri gitmemişlerdir. En azından, onlarda faydacı kaygılar (buna günümüz felsefi cereyanlarından olarak Pragmatizm=Faydacılık deniliyor) – daha sonra ‘modern’ler arasında olduğu gibi – hiçbir zaman birinci sırayı almamıştır. Hümanizm, daha sonra çağdaş ‘laisizm’ olan şeyin ilk şekliydi. Modern uygarlık her şeyi, kendi kendisinden ibaret sayılan insanın ölçülerine indirgemeye kalkışmakla adım adım en aşağı dereceden unsurların seviyesine düşmüş ve yaradılışının madde cephesinde gizlenen ihtiyaçları doyurmak birinci amacı haline gelmiştir. Bu amaç da, şöyle veya böyle, bir yanılsamadır, çünkü durmadan ‘(doyurulması mümkün olmayan) çok daha suni ihtiyaçlar doğurur.”(1) (René Guénon, Modern Dünyanın Bunalımı, Çev. N. Avcı, Yeryüzü Yayınları, İstanbul, 1979, s. 29 – 30)
Guénon, kitabında, Carrel benzeri, günümüz Batı medeniyetinin, manaya önem vermemesi sebebiyle “katıksız bir madde uygarlığı olduğu” üzerinde durur. (s.117)
Günümüz Batı medeniyetinin rejimi Demokrasinin kendisini “sayısal eşitlik” te göstermesine rağmen, sosyal uygulamalarda bunun tersi olup, “seçkinler” denilen zenginler-burjuva sınıfının emellerine hizmet ettiği üzerinde dururken de Guénon şunları yazar: “Demokrasi halkın kendi kendisini yönetmesi demekse (gerçekten de hep böyle tanımlanmıştır) bu kesinlikle olmayacak bir şeydir; ne günümüzde ne geçmişte bunu doğrulayacak en küçük bir şeye rastlamak mümkün değildir.” (s. 107-108)
Guénon, bilimin verilerinin teknolojiye transferinin insanları “makinen kölesi” haline getirdiğine yönelik olarak da şunlardan bahseder: “Medeniyeti maddi temellere oturtmaktan olarak, bilim ve teknolojinin peşinde koşan modern dünyanın en sonunda bunların kölesi haline geldiğinden olarak, “Modern dünya sadece bilim peşinde koştuğunu iddia ederken bile aslında bütün çabası (tabiata hakim olmak için) endüstriyi ve makineyi geliştirmekten ibaretti. Böylece modern insan maddeye hakim olup onu amaçlarına uygun bir kalıba dökmeye çalışırken kendisini onun kölesi haline getiriverdi.” (s.125)
Guénon, Carrel benzeri “Yeni Bir Medeniyet Tasavvuru” olarak, “Tarihi Maddecilik” ten sıyrılarak madde- mana dengesinin kurulmasından bahseder. (s. 27) Onun, Hıristiyan olan ömrünün son yıllarında Müslümanlığa girmesi bile, bütün dinler ve felsefi sistemleri inceledikten sonra “insanlığın kurtuluşu” nun ancak Müslüman olmaktan kaynaklanacağını göstermiş, kitabının son paragrafında bunu şöyle dile getirmiştir: “Modern dünya bir felaket sonucu yerle bir olmadan gözle görünür bir sonuca ulaşmak umudu olması bile, bu yine de günümüzü çok aşan bir işe girişmemek için geçerli bir neden olamaz. İçlerinde umutsuzluğun ayartıcı fısıltılarını duyanlar, kendi kendilerine, bu alanda yapılan hiçbir şeyin kaybolmadığını; kargaşanın, yanlışın ve karanlığın ancak geçici bir süre için galip gelebileceğini, her türlü kısmi ve geçici dengesizliğin ister istemez topyekun dengenin kuruluşuna katkıda bulunduğunu ve Hakk’ın (O hak ki, esası İslam’dır) gücü karşısında hiçbir şeyin sonuna kadar direnemeyeceğini hatırlamalıdırlar. Eskiden, Batı’da bazı gizli örgütlerin benimsediği şu sözler onların da simgesi olmalıdır: ‘Vincit omnia verites’ (Hakk her şeyi fetheder’ ). (s. 169)
Arnold J. Toynbee: “Medeniyet Yargılanıyor”
Toynbee, (1889 – 1975) ünlü İngiliz tarihçi ve İngiliz istihbarat teşkilatının elamanı yazardır. Siyasa tarih yanında medeniyet tarihi üzerine de kitapları vardır.Bunlardan birkaçı Türkçeye çevrilerek yayınlanmıştır.
Toynbee’nin incelememizle ilgili kitabı “Medeniyet Yargılanıyor” kitabıdır. Günümüz Batı Medeniyetini “hataları ve sevapları” ile incelemenin yanında “Yeni Bir Medeniyet Tasavvuru” nu da dile getirmesi sebebiyle önemli bir başvuru kaynağımız olmuştur.
Toynbee, dünya tarihinde medeniyetlerin sınıflandırmasını yaparken “4 medeniyet merkezi” üzerinde durur: Batı Medeniyeti (Yunan, Roma, Hıristiyanlık ve günümüz seküler Batı medeniyeti kollarıyla) , İslam Medeniyeti, Uzakdoğu Medeniyeti (Çin ve Japonya) ve Hint Medeniyeti. (A. Toynbee, Medeniyet Yargılanıyor, Yeryüzü Yayınları, İstanbul,1984, s. 211)
Bu medeniyetler yapılanmalarının kısa bilgilerini veren Toynbee, kuruluş, yükseliş ve yıkılış sebepleri üzerinde de durarak, dünyada geçmiş ve gelmiş medeniyetler içinde, son 400 yılda, bilim, teknoloji ve ekonomik büyük gücü sebebiyle bütün dünyayı en geniş boyutlarda etkileyen tek medeniyetin günümüz Batı medeniyeti olduğu, bu büyük etkinin birçok medeniyeti yok ettiği ve en sonunda 19 medeniyete indirgediği ve bunlar içinde İslam, Uzakdoğu ve Hint medeniyetlerinin bile “can çekişmekte” olduklarını, günümüz Batı medeniyetinin de diğer medeniyetler gibi yok olabileceği ve bunun da elinde bulundurduğu “büyük gücü” kaybetmesi sayesinde olacağı üzerinde durur. (s.105)
Yine Toynbee’ye göre, günümüz Batı medeniyetine bu “büyük güç” olmanın yanında, “yeni buluşlar” dan olarak “daha büyük güç unsurları” eklenirse, bunların hem kendisinin hem de bütün “insanlık ve medeniyetler” in yok olacağına yol açacağından, bunun icadı olarak da “atım bombası” nı (1940’larda Albert Einstein tarafından icat edilen bunun, günümüzde daha da atak yaparak daha geniş boyutlarda zararlı hidrojen bombası ve nükleer enerji kullanımının artması çılgınlığına da dönüştüğü halde) gösterirken, yine medeniyetlerin varlığını “Medeniyet Tarihi” olarak inceleyen “Tarih Bilinci” isimli kitabında şunları yazar: “Eşi görülmemiş bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, İnsanoğlunun eline atom silahlarıyla savaşarak kendini yok etme gücünü de vermiştir. Şimdi gözümüzü yeni bir gerçeğe açıyoruz; hiç niyetli olmadığı halde insanoğlu ya kendisini yok etmek (2) ya da bundan böyle tek bir aile (3) olarak yaşamayı öğrenmek gibi iki zıt alternatifle karşı karşıya kalmıştır. İnsan soyunu kurtarmak için geleneksel din, uygarlık, ulus, sınıf ve ırk ayrımına rağmen bir arada uyum içinde yaşamayı öğrenmeliyiz. “ değerlendirmesinde bulunan Toynbee’nin bu görüşleri, esasında “Yeni Bir Medeniyet Tasavvuru “ görüşlerinin bir diğer çeşididir, (Arnold Toynbee, Tarih Bilinci, Çev. Murat Belge, E Yayınları, İstanbul, 1975, s. 49)
Toynbee, “insanlığın kurtuluşu” veya yeni bir tasavvurun yapılanmasını “pratik” olarak açıklarken de şu görüşlere yer verir: “Kurtulmak için ne yapmamız gerekiyor? Politika alanında DÜNYA HÜKÜMETİ’ ni başaracak (Eğer bunu Birleşmiş Milletler Teşkilatı başarabilirse) kurucu bir sisteme hazırlan. Ekonomi alanında, serbest yatırım ile sosyalizm arasında uzlaştırıcı (yer ve zamana göre değişebilme esnekliğine sahip) çalışma düzenleri bulun. Ruh alanında, laik üstyapıyı dinsel kurumlarla birleştirin. Bugün Batı dünyasında (Batının çöküşünü simgeleyen savaşlardan birisi olan II. Dünya Harbi sonrası) bu amaçlara ulaşmak için çalışmalar yapılıyor. Eğer bu üç alandaki amaçlarımıza ulaşırsak, medeniyeti ayakta tutmak savaşında zafere ulayabiliriz… Bu üç görevden din alanında olanı ileride çok daha önem kazanacaktır.” (Medeniyet Yargılanıyor, s. 42)
Toynbee’nin burada “kurtuluş” için “din alanı” na özel bir vurgu yapması boşuna değildir. Yine ona göre de Carrel’in görüşlerinde olduğu gibi “madde ve mana dengesi kurulamadığı” ndan günümüz Batı medeniyeti çöküntüye uğramıştır. Bundan kurtuluş için kitabının son sayfalarında birer “sonuç değerlendirmesi” ne yönelik “Yeni Bir Medeniyet Tasavvuru” olarak da “din alanı” na vurgu yapmaktan kendi ifadesiyle “DÜNYA TANRI KIRALLIĞININ BİR ÜLKESİDİR” olması gerektiğine yönelik şunları yazar: “”Eğer Yeryüzü Kiliseinin Tanrı’nın ülkesindeki düzene hiçbir zaman ulaşılamayacağı konusundaki düşüncem doğruysa, Tanrı’ya yakarırken şu sözleri hangi anlamda söyleyebiliriz: ‘Melekutun (Melekler, hükümdarlık) gelsin: Gök’te olduğu gibi yerde de senin iraden olsun’ (Matta İncili: 6:10) (4)
Medeniyetlerin çevrimsel doğum ve ölümlerine zıt olarak dinlerin düz bir yol üzerinde tırmandığı sonucuna varmakla doğru bir karar vermiş olmuyor muyuz ?…
Ben halen, insan yaşarken insan tabiatının değişmesi için bir sebep göremeyen geleneksel Hıristiyan inancına bağlılığımı itiraf etmiş durumdayım… (5)
Eski ve yeni ruh düzeninde kurtuluşa ermek bu dünyada herkese nasip olacaktır, çünkü ruh her yerde ve her zaman Tanrıyı bilme ve sevme yeteneğine sahiptir. Keremin (dinlerde ulaşılması gereken en büyük asalet ve iyilik halleri) gittikçe artışı, bu dünyada insan ruhunun Tanrıyı daha iyi bilmesini sağlayacaktır.
Böyle bir görüşte dünya artık Tanrı Krallığı’nın dışında ruhsal bir deney sahası olmaktan çıkıp, Krallığın bir ülkesi, diğerleriyle aynı değerde olacak olan ve ruhsal gelişmenin en önemli en değerli olduğu bir ülke haline gelecektir.” (Medeniyet Yargılanıyor, s. 230 ve 245)
Toynbee, yine “din alanı” na özel bir önem verirken, “kurtuluş” için mutlaka “din alanı” nın aranacağını dile getirmekten olarak da, “Zannederim, 5047 yılının (eğer Batı medeniyeti bu tarihe kadar yaşayabilirse) tarihçileri insanlığın birleşmesinin önemini ne teknik alanda, ne ekonomik, ne askeri, ne de siyasal alanda, fakat din alanında aranması gerektiğini söyleyeceklerdir.” (Toynbee, Medeniyet Yargılanıyor. S. 204 – 206)
Toynbee: Kurtuluş”un diğer bir yolu: İSLAM’ I GERİ ÇAĞIRMALIYIZ “ÇAĞIRMALIYIZ.”
Yine Toynbee’ye göre, günümüz Batı medeniyetinin çöküşünün iki baş sebebi: Laisizm ve Irkçılık olmuştur. “Laiklik Sendromu”nun aşılması için Tarihçi, “Laik üst yapılanmanın dinsel kurumlarla birleştirilmesi” den bahsetmişti. “Irkçılık Sendromu” nun sebepleri ve aşılmasına gelince, şunlardan bahseder:
“Müslümanlar arasında ırkçılığın kaldırılışı İslam’ın kalıcı ahlaki başarılarından birisi. (6) Günümüzde bu İslami özelliği yaygınlaştırmak zorundayız: Çünkü tarih kayıtları her ne kadar ırkçılığın çoğalan insan ırkları arasında bir istisna olduğunu gösteriyorsa da, bugün ırkçılığın bu denli kabul görmesi bir felaket sayılmalı, (7) ki bu daha çok son 400 yıl içinde Batılı güçler arasındaki yarışmada, yeryüzünün paylaşılması konusunda aslan payını alan ülkeler tarafından körüklenmekte. (8)
Irkçılık taraftarları ufukta görünmeye başladığından ve eğer bunların ‘ırk sorununa’ karşı tavırları etkili de olsa, bu genel felaketin habercisi olabilir. İnsanlık için son derece önemli bir kavgada gittikçe kaybeden ve ırkçılığın karşısında olan güçler, eğer bu ana kadar beklettikleri gizli bir kuvveti ortaya çıkarırlarsa, tekrar kazanabilirler. (9) İslam ruhunun barışı seven, toleranslı ve ırkçılığa karşı olan kişilerin yararına bir takviye olabileceği akla uygun geliyor…
Panislamizm uykudadır, ne var ki, Batılılaşmış dünyanın proleter kalabalığı Batı sömürgeciliğine karşı ayaklanıp anti- Batıcı bir hareket oluşturursa, uyuyan devin uyanabileceğini hesaba katmak zorundayız. Bu çağrının, İslam’ın militan ruhunu –kış uykusuna yatmış gibi görünüyorsa da- uyandırıp zafer dolu bir çağa yöneltmede, hesap edemediğimiz etkinlikleri olabilir. Geçmişte İslam, Doğulu bir toplumu Batı saldırısına karşı çok güzel ayaklandırmıştı. Peygamber’in ilk takipçileri zamanında İslam, Suriye ve Mısır’ı bin yıldır ellerinde tutan Helen egemenliğinden kurtarmıştı. Zengi, Selahattin Eyyubi ve Memlüklüler zamanında İslam, Haçlı Seferlerine ve Moğol istilasına karşı durdu. EĞER İNSANLIĞIN BUGÜNKÜ DURUMU BİR ‘IRK SAVAŞI’ NA YOL AÇACAKSA, İSLAM, TARİHİ GÖREVİNİ YAPMAK ÜZERE BİR KERE DAHA ÇAĞRILMALIDIR. DİLİYELİM Kİ BÖYLE BİR SAVAŞ ÇIKMAZ.” (Toynbee, Medeniyet Yargılanıyor, s. 195 ve 201) (10)
DİPNOTLAR:
1-Günümüz Batı medeniyetinin bir diğer “sendromu” olan “Hümanizm Hastalığı” nın Batı’dan bize de bir “taklitçilik eseri” olarak nüksetmesi, “Cumhurbaşkanı ve Milli Şef İsmet İnönü Dönemi” denilen 1938 -1950 zaman diliminde kendisini göstermiştir. Adına, “Türk Hümanizmi” de denildiği halde, Cumhurbaşkanı İnönü – Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ikilisine inhisar eden bu yapılanma, özü itibariyle, kendisi zaten adı geçen felsefi akıma yol açtığı için, “Rönesans Döneminin bütün klasiklerinin Türkçeye çevrilmeye başlamasıyla birlikte, bunlarla –üstelik de okullara Yunanca ve Latince dersleri konulduğu halde- Batı’daki Hümanizm yapılanmasının bize de “kurtuluş” olarak yansıyacağı” üzerinde durulmuştur. Atilla İlhan, İnönü dönemini “İnönizm” ana temasıyla işleyen bütünü kitaplarında, “Hümanizm taklitçiliği” ni de yargılarken, “Hümanizm’le emperyalizme hizmet edildiği” hükmüne varır. Bu bizde, İnönü dönemi ile sınırlı kalmış, 1946’da demokrasiye geçiş ile birlikte varlığı giderek kaybolmuştur.
2-Dünya gezegenimizi de Mars gezegeninin görünümünü benzemek: Bir zamanlar, bekli de Mars’da da canlı yaratıklar yaşıyorlardı. “Medeniyetlerinde atılımlar yaptıkları” için denilerek, bunun kötü verileri ve sonuçlarıyla kendi kendilerini “Tanrı kıyameti koparmadan önce kendilerdi kopararak yok olmuşlardır” varsayımından bahsedilir. Keşiflerle, Mars’ın iç derinliklerinde su ve atmosferinde de suya rastlanmıştır.
3-“Aile” veya “Karıncalar modelleri”: İnsanlığın kurtuluşunu “felsefi ve ideolojik” bazda incelemelerin yanında Yeni Medeniyet Tasavvurlarından olarak da hep bu iki model örnek gösterilmiştir. Çünkü, hem aile hayatı ve hem de karıncaların dünyasında, kavgalar olmaksızın tam bir uyumla barış ve huzur hayatı vardır.
4-Toynbee’nin Matta İncilinden aldığı bunlar, inanılan Tanrının iradesinin insanlara biçilen yön ve rolleri sebebiyle de yeryüzünde “insanların kurtuluş ve mutluluğu için” bu iradenin insanlar arasında bir “ortak kabul” olarak uygulanması istenmektedir. Bu, bizim mukaddes kitabımız Kur’an’ı Kerim açısından daha geniş manalıdır. Birçok ayette mealen, “Biz sizin için bu kitabı bir rehber ve kılavuz olarak indirdik” denilir. Allah, insanları yaratıp Dünya’ya indirirken onları “başı boş” bırakmamış, hem dünya hem de ahret hayatlarını mutlu olarak kazanabilmeleri için “Allah’ın yeryüzünde uygulanması gereken ahkamları da insanlara biçilmiş cüzi iradesi ” olarak onlara bildirilmiştir.
5-Toynbee, Müslüman olsaydı, Hıristiyanlığa göre daha mütekamil din (Çünkü, Peygamberimiz, “Ben dini ve güzel ahlakı tamamlamaya geldim. Benden sonra peygamber gelmeyecektir” demiştir) “Müslüman inancına bağlılığı” nı ifade ederdi En doğrusu da bu olurdu. Batılı düşünürlerin kendi itiraflarıyla da zaten Hıristiyanlık bozulup, tahrif edildiği için Batı medeniyetinin yapılanmasında bir “barış ve mutluluk unsuru” olarak kendisini gösterememiştir.
6-İslam’da ırkların varlığı bir gerçek olup, inkar edilmemiş, yalnızca, “bir ırkın diğer ırklardan üstünlüğü sendromu” ile kendisini gösteren “ırklar arası savaşlar” a yol açacak kuru-sıkı hamasi ırkçılık yapılanmalarına fırsat verilmemiştir. Kur’an –ı Kerim’de ırkların “yaradılış amaçları” ndan olarak, “renk ayrımları” na göre tanımlanacak ırkların ancak “birbirilerini tanımaları” amacıyla yaratıldığı açıklanmıştır. Peygamberimizin de “Veda Hutbesi” nde dile getirdiği üzere, “Acem’in Arap’a, Arap’ın Acem’e üstünlüğü yoktur. Üstünlük takva (kim İslam’ı en iyi yaşarsa) olur” mesajı verilmiştir.
7-Yalnızca günümüzde değil, tarih boyunca ırkçılığın “en büyük felaket olduğu örneği” kendisini “Yahudi Irkçılığı” nda göstermiştir. Yahudilere gönderilen bütün peygamberlerin, “Allah’ın buyruğu” olarak indirilen bütün ilahi mesajları, başta Yahudiler olmak üzere, bütün insanlığın da barış ve mutluluk içinde bir arada yaşamalarını kapsadığı halde, bunlar daha sonra Yahudilerin kendileri tarafından, özellikle de din adamları Hahamlara dayalı olarak mukaddes kitapları Tevrat, giderek “Yahudi ırkçılığı” na savrularak tahrif edilip uygulamaya başlandığı için insanlık tarihi “en büyük ırkçılık zararları” nı günümüzde bunun adına “Siyonizm “ denildiği halde “Yahudi ırkçılığı” ndan görmüştür.
- asrın ortalarından itibaren Kapitalizm Emperyalizminin yayılmacılık ve sömürüsüne hizmet etmek için körüklenerek yaratılan, “Irkçılık ve buna dayalı “ulus devletleri” nin kurulmasından cesaret alan Siyonizm ırkçılığı, bütün boyutlarıyla kendisini göstermiş ve en sonunda 14 Mayıs 1950’de “Vaat Edilmiş Topraklar” denilen Filistin’de “Irkçı ulus devlet” olarak İsrail’in kurulmasına yol azmıştır.
Günümüz itibariyle de Siyonizm, “ırkçılık yayılması” dan bir adım bile geriye adım atmaması sebebiyle, bu durumu da göz önünde bulundurularak Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın Kasım 1975’de aldığı bir kararla “Irkçı bir cereyan” olduğu kabul edilmiştir.
Günümüz itibariyle, Siyonizm ırkçılığının en büyük tezahüre, Gazze’de, uluslar arası hukuka da aykırı olarak Arapları topyekun soykırıma uğratmaya yönelik olarak kendisini göstermeye devam etmektedir.
8-19. asrın ikinci yarısından itibaren Batı’nın Kapitalist Emperyalist Büyük Devletleri (İngiltere, Fransa, Rusya ve sonra Amerika vb.) bütün dünyayı kendi sömürgeleri ve hakimiyetlerine alabilmenin unsurlarından birisi olarak da “ırkçılık” ve “ırklar esasına dayalı ulus devletler” kurmaları gerçeği, bütün dünyamızı ateşler içine atışın daha büyük göstergelerinden birisi olarak kendisi göstermiştir. Bunun esası, “”Ümmet Toplumu” esasına dayalı olarak bir arada huzur içinde yaşayan ırkları bu büyüklükten ayırmanın esası, imparatorluk rejimlerine çoğu zaman diş geçiremedikleri için onları ırklar dayalı parça parça küçük devletçikler hamline getirence, sömürgeci iradelerin bunlara daha rahatlıkla kabul ettirilebileceği için ırkçılık hep cereyanları körüklenir olmuştur. . Bunun bir diğer tezahürlerinden olarak Osmanlı İmparatorluğunun çökertilmesi sonucu bütün bağlı ülkelerinin Büyük Devletlerin sömürgesi halini gelmesi bu sayede olmuştur.
9-I. ve II. Dünya Savaşları büyük ölçüde ırkıcılık savaşları sebebiyle kendilerini göstermişlerdi.
10-İşin esasına bakılırsa, günümüzde geçmişe nazaran “daha büyük boyutlarda ırklar savaşı tehlikesi”, üstelik de “Amerika, Batı –İsrail Şer Ekseni” nden kaynaklandığı halde vardır. Bugün itibariyle, tarihte Musevilik –Hıristiyanlık arasında “dini sebepler” den kaynaklanan “ebedi düşmanlıklar”, 20. Asrın sonlarından itibaren Amerika’da ortaya çıkan “Musevilik – Hıristiyanlık Bileşkesi” nin (Evangelizm) “ sebepleri yanında Ortadoğu’da “Irkçı Siyonizm” den de kaynaklanan “ırk savaşları” şeklinde günümüz itibariyle kendisini göstermeye devam ettiğin de ve de ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi” de buna hizmet ettiği için Toynbee’nin gelecek için “tehlike” olarak gördüğü “Irk Savaşları” kedisini iyice göstermiştir ki, bunu da aşmanın yolu bu tarihçinin ifadesiyle “İSLAM’IMIN GERİ ÇAĞRILMASI OLACAKTIR” ortamı da zaten doğmuştur.