Bir gezinin ardından. (1) (Köşe yazısı 18.09.2018 Kayseri Star Haber Gazetesi)
DAVUT GÜLEÇ
GAZETECİ
davutgulec@hotmail.com
Bir ara buradan yine yazmıştım.
Bizim kuşak neredeyse askerlik dönemine kadar doğduğu ve doyduğu topraklar dışında şehir dışına çıkmayarak, çalışarak kazanmanın zorluğunu, paranın kıymetini, değerini, harcamanın kolay, üretmenin ne kadar zor olduğunu, çekirdek, su satarak, karpuz boşaltarak, ayakkabı boyayarak, küçük yaşta iş hayatı ile tanışarak öğrendi.
Kayseri ve çevresindeki illere toplantı, konferans, kurs gibi mesleki eğitimler dışında ilk tatil amaçlı şehir dışına ve denizi görmeyi 19 yaşında Balıkesir Akçay’a giderek yaptım.
Gözümüz her konuda açtı, doydukça seçmeyi, kaliteyi, bunun önemini anladım.
Tabi 44 yıllık meslek hayatımda Türkiye’nin neredeyse büyük bölümünü, bazı ülkeleri de görme imkanım oldu.
Ben gördüğüm güzellikleri çevreme anlattıkça değerlendirme ‘bize hava atıyor’ gibiydi.
Oysa bilgi de, güzelliklerde, turizmde anlatıldıkça güzel.
Eğer bir konuda eleştiri yapıyorsanız mutlaka gezdiğiniz, gördüğünüz yerleri örnek vermelisiniz.
Ben yıllardır Türkiye’de yapılan hizmetlerin yetersizliğini, göstermelik, daha çok betonlaşmaya, görüntü, gürültü, çevre kirliliğine neden olduğunu iddia ediyorum.
Kayseri Gazeteciler Cemiyeti’nin son ‘Karadeniz-Batum gezisi’ne katıldım.
Milliyet haberler Ajansı’nda iken 1994’deki bölge toplantısında Karadeniz’in büyük bölümünü görmüştüm.
O günden bu güne Karadeniz’de ciddi değişimler olmuş.
İnsan Kayseri’de, Türkiye’de olduğu gibi Karadeniz’in o güzelliklerini de girer girmez, küçük hesapları için bozmuş, yıkmış, dökmüş, ehliyetsiz, ruhsatsız, kaçak yapmanın yollarını verilen tavizler ile bulup daha da ileriye götürmüş.
Karadeniz’in Türkiye sınırı ile hemen Batum tarafındaki bölümünün gezilmesi, görülmesi gereken, turizmi ayakta tutan yerleri görme imkanımız oldu.
Elbette bu tür gezileri organize etmek, insanları memnun etmek, eleştirilmemek, herkesin isteğini, beklentisini, önerisini yerine getirmek zor.
Ben, bu geziyi organize eden, emeği geçen, bana göre güzel, hoş, sorunsuz, sıkıntısız, stressiz, samimi bir geziydi.
Zigana’nın tepesinden, o vadideki bulut hareketlerinin geçiş dansını hiç unutmadım. Ama bu kez o hareketliliği göremedim, çevre bina dolmuştu.
Sümela manastırını da gezerken hayran kalmıştım. 1994’ten bugüne hep, benzeri Kıranardı Kırlangıç vadisinde olan yeri neden aynı şekilde turizme kazandırmadığımızı, kimin engellediğini, neden siyasilerin buraya el atmadığını hep sordum, söyledim..
Halen de söylüyorum. Kıranardı Kırlangıç vadisi’ndeki o eski kaya oyma, tünel, güvercinlik görünümündeki yeri Sümela gibi turizme kazandırır, Zincidere merkezli, değişik 15 kolu olan, şehirlere ulaşan yeraltı şehirlerini Erciyes projesine dahil edebilir, Kayseri’yi daha da hızlı kalkındırabiliriz.
Atatürk köşkü gibi Kayseri’nin Cumhuriyet meydanında bulunan tarihi saat kulesinin, Müdafa-ı Hukuk Cemiyeti olduğunu, altından tünellerin geçtiğini, bugün hastaneye dönüştürülen tarihi Memleket hastanesi ile bağlantısını ‘kültür yolu-kültür tüneli’ gibi isimle daha iyi anlatabilirdim.
Ama, Cumhuriyet, Atatürk, Kurtuluş Savaşı adı geçen yerleri imha etmek, sadece ‘medeniyetler şehri, Asur, Roma, Selçuklu, Osmanlı medeniyetleri edebiyatları’ ile yerinde saymak, bir çok ‘çeşme, tarihi surların devamını, diğer kalıntı’ eseri yıkıp yerine katlar dikerek imhaya devam etmek ve bunu da alkışlamak toplum olarak nerede olduğumuzun en iyi göstergesi.
Kayseri’de, mantı, pastırma, sucuk, kedi bacağı, nevzine, sucukiçi gibi ‘coğrafi-ticari işaretler’imiz var ama bunları pastırma-sucuk dışında gelenlere ‘Menemen, Akçaabat köftesi, sürmene bıçağı, rize bezi,’ kadar nedense anlatamadık. Yazdırdık, çizdirdik, ‘ikram ettik’ uygulamada sınıfta kaldık.
Dünyanın ilk Tıp Fakültesi, hastanesi olan Gevher Nesibe Şifahanesi’nin bildiğimiz, günün belli saatinde gölge ile oluşan taş süsleme üzerindeki insan figürü’ gibi o kadar özelliğini saymayıp ‘ilk hastane edebiyatı’ ile yol almaya çalıştık, çalışıyoruz da.
Her zaman diyorum, yine tekrar edeceğim.
Ben kendi ülkemin, insanlarımın güzelliklerini, eserlerini anlatmak, göstermek, bunları turizme kazandırmak için mücadele veren biriyim.
Gazeteciliğe başladığımız dönemde Turizm il Müdürü Lütfullah Teoman’dı.
Kayseri’deki Dünyanın en uzun yeraltı şehrinin turizme kazandırılması, içindeki tarihi değerleri, havalandırmaları, cepleri, kiler bölümlerini, yarasaları, doğal sığınakları, ibadet yerlerini her şeyi bir proje halinde bakana sunmuştu.
O gün ki bakanda ‘kim bu projeyi hayata geçirmedi’ diye sesini yükseltmişti.
Peki o günden bu güne ne oldu?
Tam 44 yıl geçti, halen çizilen o proje bakanlığın tozlu raflarında duruyor, turizme kazandırılması için tek bir çivi çakılmadığı gibi, üzerleri yeni betonlarla, yeni medeniyetin kirliliği ile doluyor.